AFRİKA’NIN RUHUNU BOTSWANA’DA KEŞFETTİM yazısının devamı…
Öğlene doğru bizi POMPOM havaalanına yeni maceramıza kanat açmamız için bıraktılar. Yanımıza bu yolculuk için bile muhteşem atıştırmalıklar vermeyi de ihmal etmemişlerdi. Kalori bombardımanı altındaydık. Pompom’a uçaktan önce geldiğimizden hazırlık çalışmalarını gördük.. Uçaklar toprak piste indiklerinden ve normalde bu toprak pistte sürekli filler su aygırları zürafalar dolaşıp durduklarından her yeni uçak gelirken bir kamyonetin arkasına bağladıkları ağır bir odunla pistin toprağını düzleştiriyorlar.
İkinci kampımız tamamen sulara gömülü kazıkların üzerinde kurulmuş iskelelerde yerleşmişti.
Kamp düzenleri farklı değildi yani günde iki safari arada keyif açık havada yemekler… keyif, keyif, keyif.
İlk safarimiz geldiğimiz öğleden sonraydı ve heyecandan dilim tutuldu. Rehberimiz 16 aslandan oluşan bir sürüyü sabah çıktıkları safaride gördüklerini ve istersek bizi oraya götürebileceğini söyledi. Bu kadar aslanı vahşi doğada bir arada görebileceğimizi bilmiyordum. Rehberimiz sürünün aslında 18 aslanlık olduğunu, iki erişkin erkek aslanın şu anda sürüden ayrı olduklarını ama sık sık beraber görüldüklerini söyleyince iyice şaşırdım. Bir sürüde iki erkek aslan. Bu National Geographic’te izlediklerimden de farklıydı….
Oraya vardığımızda otların içinde kocaman bir yatakhane bulduk adeta. 4-5 aylık yavrulardan yeni yetişkin aslanlara ve tüm sürünün erişkin annelerine uzanan çeşitlilikte koskocaman bir aslan sürüsüyle karşı karşıyaydık.
Bazıları uzuyor, bazıları çevreyi gözlüyordu ama hepsi de gerçekten çok rahattı. O kadar huzurluydular ki içimden inip yanlarına gitmek ve onların arasına uzanıvermek geldi. Bunu söylediğimde rehberimiz bana çok sert bir şekilde lütfen gidip başka bir yerde başka bir günde ölün hanfendi” dedi. Galiba ben bu güzelliklerin peşinden koşarken bir gün öleceğim ama o gün değildi bu…
Bir aslanın yavrusunu emzirdiği mucize anı da bu deltada gördüm.. Gerçekten inanılmazdı.
Şimdi söyleyin siz benim yerimde olsanız gidip karnını okşamak istemezmiydiniz????
İşin en ilginç yanı uzaktan bakıldığında bu koskocaman sürü otların arasında neredeyse hiç görünmüyordu.
Güneş ufka yaklaştığında sürüde bir hareketlenme başladı, Herbiri teker teker uyanıp gerinerek, birbirlerine merhaba dercesini sürtünerek geceye hazırlanmaya başladılar.
Güneş batmak üzereyken gün batımı yönüne doğru yavaş ama emin adımlarla ilerlemeye başladılar. Sanki biz orada yokmuşuz gibi hepsi aracımızın çevresinden dolaşıp geçiverdi. Bu kadar kalabalık bir aslan sürüsünün tüm alana ciddi korku saldığına eminim ama benim içimde hissettiğim tek duygu HAYRANLIK oldu.
Sürünün en sonuncu aslanı tam yanımızdan geçerken ben ona el sallıyordum..
Sanctuary Baines’ isimli bu kampta sınırları biraz daha zorlamaya kararlıydık. geceleri yıldızların altında uyuma şansını sunan bu kamp, yatağınızı terasa kuruyor ve vahşi doğa ile sizin aranızda yalnızca bir ince cibinlik bırakıyordu.
Bence muhteşem bir deneyim oldu.. (yanımızdan geçen su aygırları ve fil Cüneyt’i korkutmuş olsa da ben galiba baya derin uyumuşum) sabahın ilk ışıkları ile kimsenin uyandırmasına gerek olmadan uyanıverdim (İzmir’de neden böyle erken kalkamıyorum ben?) Yeni bir güne ve yepyeni heyecanlara hazırdım.
Rehberimize çevrede Leopar olup olmadığını sorduğumda bir tane gördüklerini ama şu andaki yerini aramamız gerektiğin, leoparların çok iyi gizlendikleri için bulabileceğimizden emin olmadığını söyledi. Ben denemeye kararlıydım. günümüz tam bir iz sürme macerasına dönüştü. toprak yollarda sık sık durup yerlerdeki izleri inip kontrol eden rehberimiz bize de hangi izin hangi hayvana ait olduğunu anlatıyor, hangi izin ne kadar yeni olduğunu anlamakla ilgili bilgiler veriyordu. Gerçekten muhteşem bir dersteydik.
Sonunda öğlene doğru karşımıza bir leopar ayak izi çıktı…kalbim yerinden çıkacaktı neredeyse.. 10 dakikalı bir iz sürme sonucunda yerde yatan bir ağacın üstünde o muhteşem kediyi gördük.
Doğanın bize çabamızın karşılığını verme şekli daha da muhteşemdi. Bu leopar bir dişiydi ve yanında 2 yavrusu vardı.
Şimdi biraz leoparları öğrenelim ne dersiniz?
Bu muhteşem kedi, baş ve vücut boyu olarak 1.3- 1.9 metre arasında olup 1-1,5 metrelik kuyruğu da boyuna dahil edilirse 3-3,5 metre boya ulaşabilir. Ne bir aslan kadar kaslı ne bir çita kadar cılız görünen bu hayvan gerçekten tam bir estetik harikasıdır diyebiliriz. ağırlık olarak 50-80 kg arasında değişebilir . Pek çok alt tipi olan ve Asya ile Afrika’da diğer büyük kedilere oranla daha yaygın olarak görülür ama Afrika dışındaki varlıkları ciddi olarak risk altındadır ve çok ciddi korunmalıdır (bizim ülkemizde 2 yıl önce Diyarbakır’da bir köyde bir tane görülmüş ve hemen öldürülmüştü ne güzel değil mi 🙁 )
Leopar ağaçlarda son derece rahat hareket eder, avlanmak için ağaç tepelerine pusu kurup, alttan geçen hayvanların üzerine adeta kabus gibi çöker. Leoparlar ağaçlarda o kadar rahattır ki avlarını diğer yırtıcılara kaptırmamak için ağaç tepelerine taşıyıp oralarda kendine ziyafet çeker. Avlanmaları genellikle güneşin batışından sonra olan bu kedilerin gece görüşleri çok güçlüdür.
Leoparlar Afrika’da yaşayan diğer iki büyük kediden farklı olarak suyu çok sever ve çok iyi bir yüzücüdür. Balık yemeyi de çok sever.
Dişi leoparlar yılın her döneminde doğum yapabilir, genellikle iki yavru doğururlar ve yavruların doğumda kürkleri grimsi renklidir. yavrular anneleri ile avlanmayı öğrenip yalnız hayatlarına devam edebilir hale gelinceye kadar iki yıla yakın bir süre geçirirler. Erkek leoparların yavru bakımı ile ilişkisi yine yoktur.
Leopar kürkü oldukça yumuşak ve genellikle açık renklidir, üzerinde rozet adı verilen koyu renkli benekler bulunur. Siyah panter olarak tanımlanan alt türünde ise tüylerin tümü koyu renkli olup rozetler yine de var olmasına rağmen uzaktan belli olmaz.
Aslanların aksine, leoparlar gerçekten yalnız hayvanlardır. Erkekler her zaman yalnızken, dişiler yalnızca anne oldukları dönemde yavruları ile birlikte olurlar.Ama anne çocuk bağı hayat boyu devam eder zaman zaman bir araya gelirler. Leoparlar da aslanlar gibi kükreyebilen büyük kedilerdir. Erkek leoparlar alanlarını korumak için kükremelerini kullanırken, dişi leoparlar erkeklerin dikkatini çekmek veya yavrularına seslenmek için kükrerler.
Bu doğa harikalarının yanında geçirdiğimiz zamanı kısıtlı tutmak zorunda kaldık. Çünkü anne leopar varlığımızdan gerçekten çok huzursuz oldu ve yavrularını ensesinden tutup bir oraya bir buraya taşımaya başladı. kendini hiçbir yerde güvende hissetmediği her halinden belliydi. Biz de onları sakinleşmeleri için saygıyla yalnız bıraktık.
Öğleden sonra rehberimizden dünkü aslan sürüsünü bulur muyuz diye bir eski oldukları yere bakmamızı istedim. Ama nerdeee?… avdan sonra tabii ki aynı yere dönmemişlerdi.. Onları ararken karşımıza zürafalar ve zebralar çıkıyordu ve hepsi de çok güzeldi.
İçinde olduğumuz araçlara hayranlık duyuyordum çünkü sulara dalıyor (su dediğim sığ su değil tekerleklerin üstüne çıkacak derinlikte sulardan bahsediyorum arabanın içine su girebiliyordu), hopluyor, zıplıyor ama yola devam ediyorlardı. Bizimki devam ediyormuş meğer , kampımızda kalan diğer çiftin arabası tam da sudan geçerken arızalanmış. Telsizle yardıma çağırdılar biz de gittik. İki aracın onu oradan çıkarmaya uğraşması tam bir macera duygusu oluşturdu gerçekten çünkü suda timsahlar vardı ve onların yanına suya inmemek tabii ki en mantıklısıydı 🙂
İyilik yap iyilik bul demişler.. Onların yanından ayrılır ayrılmaz tamamen tesadüf eseri 18 aslan ailesinin iki kralı çalıların arasında tüm ihtişamı ile karşımıza çıktı.
Bunlar benim doğada gördüğüm ilk beyaz aslanlardı. O kadar asil o kadar etkileyici bence fotoğraflar yeterince anlatmıyor.
Bol bol fotoğraf çektikten sonra bir göletin yakınına günbatımı seromonisi için aracımızı parkettik. Gölet bir hipopotam sürüsüne evsahipliği yapıyordu. Bu hayvanların o kadar saldırgan olabileceklerine bir türlü inanamıyorum ben yüzleri o kadar gülümsüyor ki…Yine rehberimiz benim kendimi öldürtmemem için ciddi çaba gösterdi çünkü hiplara yaklaşma derdine düştüm bana göre o hipo beni sevmişti ve gülümsüyordu. İzmir’e dönünce fotoğrafta baktığımda pek de kötü kötü bakıyormuş ama neyse..
Akşam yemeği için kampa döndüğümüzde bizi çok hoş bir manzara bekliyordu. Bizlere terasımızda açık havada köpük köpük birer banyo hazırlanmıştı. Hala güneşin kızıllığı ufukta dururken, Afrika savanının muhteşem görüntüsü ve gökyüzünde yeni yeni görünen yıldızlar… Cennet bu mu diye düşünürsünüz ya? Benim için bu dakikalar öyle bir zamandı.
Banyo keyfimiz bittiğinde saat 8’i bulmuştu ve yemek saati de gelmişti. Bize ana çadıra kadar eşlik edecek görevli bizi oraya değil arabaya doğru götürmeye başladığında biraz meraklandık.. Gece safarisine mi çıkıyorduk?? görevlinin cevabı “hayır yemek dışarıda” oldu. İyi de zaten açık havada yemek yiyorduk , çevremizde kamptan başka da bir yerleşim yeri yoktu ne demek istiyordu bu adam???
Hayatımdaki büyük pişmanlıklarımdan birisini o gece fotoğraf makinemi yanıma almadığım için yaşadım. Kampın tüm görevlileri kamptan 15 dakika uzakta, savanın tam ortasında muhteşem bir barbekü partisi organize etmişlerdi. ortada kocaman bir kamp ateşi vardı. Timsah eti, geyik eti, koyun eti, tavuk eti şişlerde kamp ateşinde pişiriliyordu. Afrika yerel müzik aletleri ile yerel müzikler çalınıyor ve şarkılar söyleniyordu. Kendimi tam bir Afrikalı hissettim diyebilirim…
Gece yine cibinlik içinde açık havada uyuduğumuz yatağımızda bitti.
Bu kampın yakınında yaşayan ve tanışma şansı bulduğum muhteşem bir çifti ve fillerini anlatmadan geçemeyeceğim. Bu iki veteriner hekim okulları bittiğinde Amerika’dan Afrika’ya gelmişler. önce güney Afrika Cumhuriyetinde ve çok kısa süre sonra da Botswana’da kendilerine bir yaşam kurmuşlar. Bu çift ve 3 fil çocukları ile geçirdiğimiz zamanı apayrı bir yazıda anlatmak onların yaşamına duyduğum saygıyı belki biraz ifade edebilir.
Fillerle geçen muhteşem saatler sonrasında bu sefer dönüş için yola çıktık. Eve varıncaya kadar 4 uçak yolculuğu ve bol bol bekleme süresi yaşasak da, Okavango-Maun-Johannesburg-İstanbul-İzmir yolculuğu 24 saat sürse de tüm bu süreye ve yorgunluğa değdiğini düşündüğümüz bir gülümseme ile evimize varıyoruz.
Yazının ilk bölümü: AFRİKA’NIN RUHU BOTSWANA
Yazan: Didem Dinçer Akdeniz
Instagram: @gezgindido
Facebook: dtdereli
botswana, afrika, gezgin, safari, kamp,Okavango Deltası,Kalahari çölü,Didem Dinçer Akdeniz