Yelda Horozoğlu – Yosemite, ABD’de uzun süredir gitmeyi planladığım bir mekandı. Pek çok kez hazırlık yapıp yola koyulmaktan son anda vazgeçmiştim. Ancak bu sefer bu geziyi gerçekleştirmeye kararlıydım.
Bu kararımı uygulamak için geçtiğimiz yaz ayında gerekli bütün hazırlıkları tamamlayıp park için geri sayıma başladım. ABD’nin en çok ziyaretçi çeken bu parkında yer bulmanın çok zor olduğunu biliyordum. Parkta konaklamak için değişik seçenekler vardı. Beş yıldızlı otel odalarından kabinlere, pansiyonlardan motellere kadar farklı imkanların içinde bana en cazip geleni parkın içindeki kabinlerde, doğanın içinde konaklamaktı. Fakat bu kabinlerde yer bulmak tahmin ettiğimden zor oldu. İnternette uzun süre bu kabinlerde boş bir yer bulmak için beklemek zorunda kaldım. Ama sonunda amacıma ulaştım. Şansım yaver gitti ve geçtiğimiz Ağustos ayının ortalarında parkın içinde boş bir kabin buldum. Daha önceden yapılan bir rezarvasyonun iptali sonucu bana şans doğmuştu. Hemen rezervasyonu yapıp Yosemite hazırlıklarımıza başladık.
Dev ağaçlar diyarı: SEQUOIA
Los Angeles’tan başlayan yolculuğumuzun ilk durağı Sekoya (Sequoia) Ulusal Parkı’ydı. Bu park adını dev sekoya ağaçlarından alıyordu. Dünyanın yaşayan en eski canlı türü olarak da tanınıyor bu ağaçlar. Ortalama yaşları 3000. Bunların içinde biri var ki parka girip de görmeden geçmek mümkün değil. Adı “The General Sherman Tree”. 1975 yılındaki ölçümlere göre hacmi 1486.6 metreküp olan dünyadaki bu en büyük sekoya ağacının yanında insan kendini çok küçük hissediyor. Bu hissi anlamak için size vereceğim sayıları iyi okuyun: Ağacın yerden yüksekliği 83.8 metre, taban çevresi 31.1 metreyi buluyor. Çapı ise tam 11.1 metre. En büyük dalının çapı 2.1 metre.
Sekoya’da yaklaşık 3 saat geçirdikten sonra tekrar yola koyulduk. Güneşin batmasına bir saat kala Yosemite Parkı’ndaydık. Güneş batımını parkın en görkemli noktası olarak bilinen Glacier Point’ten seyrettik. Parka gelmeden önce yaptığım araştırmalarda bu noktadan seyredilen gün batımının büyülü bir havası olduğunu okumuştum. Ancak okuduklarımın ne kadar yavan kaldığını güneşi batırırken farkettim. Böylesi bir güzelliği anlatmaya ne dilim varıyor ne de çektiğim fotoğrafların gücü. Tepeden bütün parkı kuşbakışı görmek mümkündü. Bu yemyeşil deniz ormanının bir köşesinde yüksek dağlar, diğer köşesinde onlarca metre yükseklikten akan şelaleler bulunuyordu. Tek kelimeyle mükemmel bir manzaraydı.
Yosemite’deyim!
“Half Dome” yani yarım küre şeklindeki oluşum Yosemite’nin herkes tarafından bilinen sembolü. Vadi tabanından yaklaşık 1220 metre yüksekliğindeki bu dev kayanın tepesine bir gün süren zorlu tırmanıştan sonra varılıyordu. Zamanımızın sınırlı oluşu çok istememize rağmen bu planı ertelememize neden oldu. Glacier Noktası’ndan izlemekle yetindik bu doğa harikasını. İlk durak olarak bu noktayı seçmemiz iyi olmuştu. Çünkü parka tepeden bakma şansını yakalamıştık, hem vadiyi, hem yarım küreyi, hem de 3 tane şelaleyi bu noktadan görmek mümkün.
Güneşi batırıp, fotoğraflarımızı çektikten sonra konaklayacağımız park alanına indik. Buradaki bütün konaklama alanları Yosemite Village adı verilen bir alanda toplanıyor. Bu alan da kendi içinde çeşitli bölümlere ayrılıyor. Bizim kalacağımız kabinin bulunduğu yer Curry Village olarak anılıyor. Kayıt işlemlerimizi tamamladıktan sonra kalacağımız kabinin anahtarlarını alıp dışarı çıktık. Hava kararmıştı. Kamp alanında sadece yürüme yolları üzerinde bulunan gece lambaları yürüdüğümüz yolu aydınlatmaya yetiyordu. Uzun bir aramadan sonra kabinimizi bulduk. Akşam yemeğimizi bu doğa harikasının ortasında gökyüzündeki yıldızları seyrederek yedikten sonra kısa bir yürüyüş yaptık. Karanlıkta yolumuzu kaybetmemek için fazla uzağa ayrılmak istemiyorduk. Fenerlerimizin eşliğinde yapılan bu yürüyüşte kampın çevresini keşfetmiştik.
Dikkat!!! Ayı Çıkabilir
Bu parkta konaklamayı seçen ziyaretçilerin önceden bilmesi gereken bazı özel kurallar bulunuyor. Bu kuralların en tepesinde geçici olarak kalacağımız parka ve parktaki doğal yaşama saygı göstermemiz konusunda uyarılar bulunuyordu. Bu uyarılar içinde en çok ilgimi çeken ve beni biraz da korkutan bir bölüm bulunuyordu. California bayrağına sembol olan ünlü ayıların vatanında bulunduğumuzu hatırlatan bu uyarı yazsısında, ayıların aktif olduğu belirtiliyordu. Aktif Ayı’nın ne anlama geldiğini ise bu uyarıları okuduğumda anlayacaktım. Ayılar bu kamp alanında diledikleri gibi geziniyorlardı. Özellikle gece geç saatlerde, insanlar uyurken ortaya çıkıyorlar ve ziyaretçilerin eşyalarını karıştırmayı, çok sevdikleri şeker ve benzeri yiyecekleri alıp yemeyi çok seviyorlardı. Bunun için her yere gözümüzün içine giren uyarı tabelaları yerleştirilmişti. Bu uyarılarda yiyeceklerimizi bize ayrılan demir kasalara koymamız, arabalarda, çadır ya da kabinlerde kesinlikle yiyecek bulundurmamamız belirtiliyordu. Aksi takdirde dev bir ayıyla burun buruna kalabilirdik. Her ne kadar onların insanlara saldırmayan zararsız birer hayvan olduğu belirtilse de uyarı notlarında şu satırlar tüylerimizi ürpertmeye yetti: ‘Ayılar ve kendi güvenliğiniz için kurallara uyun.’ Bu kuralları okuduktan sonra yanımızdaki tüm yiyecekleri bize verilen özel demir dolaplara yerleştirdik. Arabada hiçbir yiyecek ve poşet bırakmadan kabine girdik. Bizimle birlikte yüzlerce kişinin de bu kampta bulunduğunu bilmek, yalnız olmadığımızı hissetmek beni biraz olsun rahatlatsa da gece yiyecek aramaya çıkan bir ayının kabinimizin önünde dikilme ihtimali uykularımı kaçırmaya yetti. İlk geceyi kabine ayılar gelecek korkusuyla geçirdim. Gün ağarmaya başladığında uykuya daldığımı hatırlıyorum.