Şarap tadında bir yolculuk

/
4 dk okuma

Remzi Gökdağ- Lavaux – “Geçiyor İsviçre camdan
güneşli bir akvaryumdan
geçen bir balık gibi,
çok renkli bir balık.
Bakıyorum vagonumdan
kederli
alaycı
öfkeli biraz da alık
bakıyorum vagonumdan
not alıyorum
İsviçre üstüne doğru yanlış bildiklerimi
gördüklerime katarak”

Nazım Hikmet, Fransa’ya yaklaşırken gördüklerini “İsviçre’den Geçerken” adlı şiirinin girişinde böyle aktarıyor. Usta’nın tren penceresinden izlediği manzara muhtemelen Cenevre Gölü civarı. Aynı hatta Fransa’ya doğru yol alırken Nazım’ın penceresinden izliyorum İsviçre’yi. Kederli, alaycı, öfkeli biraz da alık…

Cenevre Gölü’ne yaklaşırken tren bir tünele giriyor. Ortam, ışıkları bir anda kararan sahneyi andırıyor. Sanki gizemli bir el, dekoru yeniliyor. Tünel çıkışında bambaşka bir manzara beliriyor. Rayların hemen dibinden başlayan yamaçta irili ufaklı binalar, karşıda Fransa, sağ tarafta yükselen dağlar ve ortasından geçtiğimiz zümrüt yeşili üzüm bağları…

‘Şarap Hattı’ da deniliyor bu güzergaha. Tren ağır ağır ilerlerken, nereden geldiğini anlayamadığım bir sese kulak veriyorum: “İlk durakta in ve manzaranın içine karış. Dönüş biletini unut. Burada harcayacağın zamanın değerini daha sonra anlayacaksın! ” Bu sesi dinlemek lazım deyip şarap ülkesinin kalbinde trenden iniyorum. İstasyonun Lozan olduğunu öğreniyorum. Az önce gördüğüm manzaranın düş mü yoksa gerçek mi olduğunu anlamam ise biraz zaman alacak. Hedefim az önce belirip kaybolan üzüm bağları. Cenevre Gölü kıyısından Montrö’ye doğru geri dönüyorum. Vevey’de dağlara sapan bir yol kıvrıla kıvrıla yükseliyor ve az önceki düşsel mekana doğru devam ediyor. Birazdan, tren camından izlediğim üzüm bağları arasında buluyorum kendimi. Gökyüzünün parlak mavisi, beyaz bulutlarla süslü. Bulunduğum noktanın her açısı, kartpostal görünümündeki manzarayla kaplı. Gölün diğer kıyısında yükselen Savoie dağının lacivert gölgesi suya düşüyor. Doğanın büyüleyici güzelliği içinde tarihin armağanı köyler gizlenmiş. Bağların arasında kaybolan kırmızı çatılı taş evler birer üzüm salkımını andırıyor. Gördüklerimin hayal olmadığını Lavaux bağlarındaki üzümlerin kokusunu aldığımda anlıyorum.

Chexbres köyü yakınlarında, bağların ortasında, yüksekçe bir yamaçta bulunan Le Baron Tavernier ile yolum kesiştiğinde, şarabın olduğu yerde lezzetli yiyeceklerin de olduğunu bir kez daha hatırlıyorum. Bu restoran, göldeki tatlısu levreğinin karadaki adresi olarak ün yapmış. Sunduğu lezzetlerin dışında en önemli özelliği manzarası. Üzüm salkımları bahçeye kadar uzanıyor. Masalardaki balık kokusuna Chasselas şarapları eşlik ediyor. Bağların arasında uzanan köyleri ve şarap evlerini de görmek mümkün. Grandvaux, Epesses, Cully, St.-Saphorin… Her biri sanki tanınmış birer markayı andıran bu köyler yüzyıllardır şarapçılıkla uğraşıyor. Üretilen şaraplar yerel halk tarafından tüketiliyor. Bir kısmı da diğer kentlere gönderilmek üzere saklanıyor. Üretilen tüm şarap markalarını köy meydanlarında tatmak mümkün. 270 şarap üreticisi, ürünlerini burada sergiliyor.

Degüstasyonda sunulan şarabın yanında ikram edilen gevrek grisinileri, peynir çeşitlerini ve ev yemeklerini de unutmamak lazım. Kaliteli şarabı ve lezzetli mutfağının yanında gelenlere bölgenin manzarasını da sunan şarap üreticileri geleneksel metodlara sadık kalıp globalleşmeden de uzak duruyor. Chasselas üzümlerinden elde edilen şarapların en önemli özelliği damakta pürüzsüz bir tad bırakması. Bu tadın oluşmasında üzümler kadar bağların eğimi ve gölün konumu da etkili oluyor. Yerel halk, göle düşen güneş ışınlarının yamaçlara yansımasını işin sırrı olarak özetliyor. Tabi asırlık taş binalardaki serin mahzenleri de unutmamak lazım.
İsviçre’nin en iyi şaraplarını üreten bölge dünya şarap liginin de zirvesinde. Dézaley, Calamin, Epesses ve St Saphorin gibi isimlerin de bulunduğu sekiz marka Fransız hükümeti tarafından verilen kalite belgesi AOC etiketi taşıyor. Üzüm bağları, bölgeye gelen turistleri etkilemekle kalmayıp UNESCO’nun da dikkatini çekmiş. 2007 yılında Dünya Mirası Listesi’ne alınan Lavaux bağları ve çevredeki köyler, Çin Seddi ya da Taç Mahal kadar tanınmasa da 800 yıllık geçmişe sahip. Asırlık binalarda sesiz sakin yaşayan ailelerin soyları, bölgedeki ilk şarap üreticisi Romalı askerler dek uzanıyor.

Lavaux bölgesinden ayrılırken trende kulağıma fısıldayan esrarengiz sesi hatırlıyorum. Bağların arasında kaybolmanın şarap tadındaki keyfi, iptal edilen biletlere değiyor.
Buraya yolu düşen herkesin dönüş biletini yakması dileğiyle.

( Bu yazı 02 Agustos 2009 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi‘nde yayınlanmıştır.)

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve yayıncıdır. 1989 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde muhabir olarak çalışmaya başlayan Remzi Gökdağ, İstanbul konulu haberleriyle çeşitli gazetecilik ödüllerine sahiptir. Remzi Gökdağ'ın Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı adında dört kitabı vardır. Remzi Gökdağ hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Önceki Yazı

Bukowski ile randevu

Sonraki Yazı

Maputo’da Eylül

Gezginin Not Defteri son yazılar

Issız adada dört yıl!

Alexander Selkirk, İskoç bir denizciydi. 1676-1721 yılları arasında yaşadı. Pasifik Okyanusu'ndaki bir adada kazazede olarak

Kırmızı kalpler dünyası

Atalarımız ilk çağlarda mağaralara çizdiği resimlerle kendini anlatmaya çalışmış, biz de dijital çağın uçsuz bucaksız derinliklerinde

Dünyanın en büyük şovu

Dubai şu sıralar çok yoğun. Bütün planlamalar Dünya Fuarı ‘Expo 2020’ye göre yapılıyor. Fuarın açılmasına 10