Çiğdem ÜLKER – Yazar Nedim Gürsel’in adını ne zaman bir yerde görsem, onu güneşli bir günde, nehir kıyısındaki neşeli bir sofrada, gülerken hatırlarım.
Masadaki herkesin farklı sebeplerle çok sevdiği o Balkan kentinde, aynı dilden konuşuyor olmanın ve dostluğun tadını çıkarmıştık bir Mayıs gününde.
Ama Nedim Gürsel romanlarında okurunu pek de güldürmez doğrusu.
İnsanoğlunun karmaşık ve karanlık ruhsal labirentlerde, hayaletlerin kol gezdiği eski kentlerde, tarihin dehlizlerinde, kolay anlaşılmaz mecazlarda dolaştırır okuyucusunu.
İlk romanı “Boğazkesen” Türk romanının önemli bir kurgu denemesidir ve İstanbul’u fon edinir; Fatih Sultan Mehmet’in patlamalarla dolu iç dünyasını, tepedekinin müthiş yalnızlığını anlatır.
“Resimli Dünya” ise, yine Fatih’in ve ressamı Venedikli Bellini’nin öyküsüdür, ama aslında baş rolde bir kent vardır.
“Resimli Dünya” Venedik’e adanmış bir romandır.
1999′ da ilk yayımlandığı günlerde okumuşum ama o zaman pek ısınamamıştım kitaba.
Ama “Resimli Dünya”yla bir kez daha buluşacağımızı, romanın kitaplıkta yıllardır beni beklediğini için için biliyordum;
Nitekim, geçen hafta Venedik’e onunla birlikte gittik.
Edebiyatın hayatı nasıl aştığını, bir romanda gerçekten daha gerçek yaşanabileceğini bir kez daha fark ettim.
Yüz binlerce turist tarafından işgal edilmiş, neredeyse her santimetresi ucuz turistik hediyeliklerle sarılmış, çağdaş bir mahşer yerine dönmüş Venedik’e bakmadım bile, elimdeki romanın merceğinden seyrettim asıl Venedik’i
Yazarın betimlemelerinin ardından dolaştım, “şemsiye açılamayacak kadar dar sokakları”…
“Karanlık bir ormanda yolunu yitirenleri her an derinliğine çekmeye hazır soğuk su”yu…
“Su yeşil, bazen sarı, çoğu kez de kara, kapkaraydı. Evlerin yüzleriyse kırmızıydı. Portakal rengine çalan bir tuhaf güzel mi güzel bir kırmızı”…
“Bir an gondolcunun siyah pelerinli bir hayalete dönüştüğünü düşledim. Boynunda dantel bir önlük, yüzündeyse karnavalın en korkunç, en güzel, en beyaz maskesi vardı. Yosunlu taş duvarlar boyunca ilerlemeye çalışıyorduk”…
Yazarın uzattığı büyülü gözlüğü aldım, taş sarayların tavanlarındaki freskleri, duvarlarındaki tabloları, tablolardaki hayatları seyrettim.
Venedikli ressam Bellini’nin Fatih Sultan Mehmet’i kırmızı bir gülü koklarken resmettiği o tek tabloya dikkatle baktım.
İki roma sütununun arasına yerleştirilmişti, Fatih’in başı ve arkasındaki sütun Doğu Roma’yı önündeki ise Batı Roma’yı temsil ediyordu.
Yazar Gürsel, ressamın bu resimde Fatih’in en gizli hayalini de çizdiğini düşünüyordu ve belli ki bu düşünceyle girişmişti işe.
Venedik… Bellini’nin, Galile’nin, Ofelya’nın, Ortaçağın en büyük sanatçılarının kenti.
Nedim Gürsel, öyle bir ayna tutmuş ki kentin karanlık yüzüne; kanaldaki yeşil su şeffaflaşmış orada.
Venedik’i Venedik’ten çok o satırlarda gördüm ben.