Oturup Girit’te bir kahve

Çiğdem Ülker – Mübadeleden neredeyse yüz yıl sonra bile sanki dün ayrılmışız gibi karşılıyor bizi Girit. Bir Yunan gemisiyle gelmiş olsak da, adımızı söylemesek de, ona bir işaret vermesek de gözlerimizden tanıyor bizi; eski Türk komşularını çabuk fark ediyor Kandiye. Bir çocukluk arkadaşımı arar gibi dalıyorum Kandiye’nin ara sokaklarına. Ben gitmişim o kalmış, ben değişmişim o hep aynı kalmış. Ege’nin en güneyinde, eskimiş bir kalenin ardına saklanmış tanıdık bir Akdeniz kenti işte. Denizden gelen rüzgâr, vapurun getirdiği canlılık ve havada limon kokusu. Herkesin birbirini tanıdığı bir küçük kasaba. Daha sabahın sekizinde kahveler dolmuş. Küçük meydanda, havuzun karşısında Yorgo’nun dükkânında oturuyorum;

Çiğdem Ülker – Mübadeleden neredeyse yüz yıl sonra bile sanki dün ayrılmışız gibi karşılıyor bizi Girit.

Bir Yunan gemisiyle gelmiş olsak da, adımızı söylemesek de, ona bir işaret vermesek de gözlerimizden tanıyor bizi; eski Türk komşularını çabuk fark ediyor Kandiye.

Bir çocukluk arkadaşımı arar gibi dalıyorum Kandiye’nin ara sokaklarına.
Ben gitmişim o kalmış, ben değişmişim o hep aynı kalmış.
Ege’nin en güneyinde, eskimiş bir kalenin ardına saklanmış tanıdık bir Akdeniz kenti işte.

Denizden gelen rüzgâr, vapurun getirdiği canlılık ve havada limon kokusu. Herkesin birbirini tanıdığı bir küçük kasaba.

Daha sabahın sekizinde kahveler dolmuş. Küçük meydanda, havuzun karşısında Yorgo’nun dükkânında oturuyorum; hemen yanında Kirkor, sandalyelerini diziyor, güneşe karşı.

Kentin asıl kahvesi; benzerini Fethiye’den, Köyceğiz’den, Muğla’dan bildiğim meydandaki köhne kahve.
Emekliler tavla oynuyor; kasabın köpeği masanın altına serilmiş esniyor; yakışıklı polis, motosikletinin üzerine oturmuş kulağını kaşıyor; ev kadınları alışverişten dönüyor.
Müşteriler, su dolu küllüklerde söndürüyor sigaralarını.
Girit’in Kandiye’si uzun bir Ağustos gününe uyanıyor.
Bu adanın yetiştirdiği yazar, Nikos Kazancakis ise, limandaki kalenin duvarına gömülmüş sonsuza dek orada uyuyor.
Nitekim dönüşte bir dosta “Girit’teydim” der demez; hemen “Kazancakis” diyecek.”
“Zorba”nın “Günaha Son Sağrı”nın ve “El Greco’ya Mektuplar”ın yazarı Kazancakis’in iktidarla kavgası, hiç bitmemiş elbette. Bütün edebiyatçılar gibi bir muhalif o da.
Gömüldüğü taşta şunlar yazıyor: “Hiçbir şey umuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum. Özgürüm ben.”
Girit’in yazarı, felsefi bir özgürlüğü vurguluyor ama bu ada,
karaya en uzak olmasıyla da özgürlüğü hatırlatıyor bana.
Hayatın en zor ulaşılan zirvesini: Kendi kararını verebilmeyi, gerçeğe kendi elleriyle dokunabilmeyi, onu kendi gözleriyle görebilmeyi.
Vapur, Girit’ten ayrılırken adayı uzun sirenlerle selamlıyor.
Adalı yazarın sesi karışıyor sirenlerle. “ Özgürüm ben…”

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ

OKUMA ÖNERİSİ