Sevim Onuralp – Hepimizin çok iyi bildiği bir çocuk şarkısı vardır. Hani der ki, “Orda bir köy var uzakta. O köy bizim köyümüzdür. Gitmesekte, görmesekte o köy bizim köyümüzdür.”
Severdim. Söylerken hüzünlenirdim. Gitmek ister, görmek isterdim. Orada yaşayanların öksüz olduğunu düşünür, onlara elimi uzatmak isterdim.
Şimdi, burada kıtalar arası bir uzaklıkta, küçük kasabaları gezerken (köyleri) içimdeki gidememiş, görememiş yerleri keşfetmiş gibi hissedip mutlu oluyorum. Zamanın getirdikleri tükenince omuzlarımda, seyredeyim dünyayı dedim.
Yine yollardayım.
Otomobil, soğuk yağmurlu bir günde otoyolda ilerlerken aklıma geldi. Ne çok şiir, roman, öykü okuduk bir çoğumuz. Çevremizi olduğu gibi değil de, baktığımız açıdan, olmasını istediğimiz gibi gördük. Yurdumuzu, insanımızı, doğamızı.
Bir başka ülkede adına gelişmiş ülke denen yerlerde, insanın, doğayı nasıl hakim kıldığına şahit oldukça, keşke ülkemde de böyle olsaydı dile iç çektim. Uçsuz bucaksız ovalar, ağaçlar, tarlalar sanki el deymemişcesine uzayıp giden ufka dayanan noktaya daldım.
Camları dövercesine yağan yağmurda, yollara yeni, küçük bir kasabayı keşfe gidiyorum.
Çocukluğumdan beri köşede-kıyıda kalmış yerler hep ilgimi çekmiştir. Bir Kasabanın ruhu, yaşamın bir kesimini, güzelliklerini görmek, hep içimi ısıtmıştır.
Bizi biraz daha insan yaptığı, daha değerli kıldığından olsa gerek diye düşünüyorum. Belki de, Sait Faik’ in hikayeleri bana, insanı, doğayı sevmeyi aşılamıştır. Bu arada, size, Sait Faik’in ‘şehir isyanını’ Toronto’yu anlatırken yazacağım.
Yolum, bana 60 kilometre uzaklıkta, Goergetown kasabası. İlk zamanlarda (1650) Fransız misyonerleri tarafından keşfedilip, daha sonraları ise yerli halk olan Kızılderililer yerleşmiş. 1781 den sonra İngilizler tarafından toprak satın alınmış ve bugün günümüzde hala süren yerli halk (Kızılderililer) ile hükümet arasındaki kavga, bu bölgelerin çok verimli topraklara ve uzayıp giden Grand Nehri’nin kıyısında yer almasından kaynaklanır.
Grand nehri kıyısında yer alan bütün yerleşim bölgelerinde, hükümet ile yerli, halk olan Kızılderililer arasında sorun vardır. Ontario bölgesi Kızılderililerin yoğunlukla yer aldığı bir Eyalettir. Grand Nehri bu bölgede yer alır. Su hayattır. Yaşadığım Hamilton ise, Kızılderililerin bölgesine 15 dakika uzaklıktadır. Kızılderililer ve Ontario yazımı okuyan varsa orada anlatmıstım bu hikayeyi.
Georgetown, Oakville yaklaşık 30 kilometre, Hamilton’a ise trafiğin durumuna göre, 1 saat uzaklıkta şirin bir kasaba. Üzerinde (Main Street) lokanta ve barların yanı sıra küçük alışveriş mağazalarının bulunduğu, bir uçtan bir uca yürüyerek gideceğiniz tek cadde. Bu cadde üzerinde yerli halkın kendi kaynakları ile açılmış bar, cafe, restaurantlar var. Ünlü markalar yok. Tim Hortons, Starbucks, hamburgerciler vs.vs. gibi. Arka planlarda yerleşim yerleri. Evler, binalar eski yapım olanlarda hala korunmakta.
Bölgenin en önemli fabrikalarından biri olan Kereste Fabrikası, Charles Kennedy tarafından yapılmış. Fabrika, Main Caddesi ile Wildwood Yolu nun kesiştiği noktada bulunuyor. Charles Kennedy, çalışmalarına ödenecek ücret karşılığı, büyük parseller halinde araziler satın almış o yıllarda.
Bölgeye gelen yerleşimcilerden John Galt ise, bölgenin diğer kasabalarla bağlantılarının sağlanmasında çok büyük katkısı olmuş. Bölgenin zenginleşmesi için bir yün değirmeni inşa edilmiş ve dökümhane yapılmış.
Buna rağmen şimdileri o yılların hareketlilik ve canlılığını yaşamıyor. Bölge halkı genç kuşak büyük kentlerin büyüsünde yaşamaya devam ediyor. Geride kalanlar ise, doğanın içinde sakin ve huzurlu bir hayatı kucaklamış, işlerinin dışında kasabanın dışına çıkmıyor.
Bölgeye gelen diğer önemli isim ise Barber Brothers (William ve James). Bu iki kardeş bölgeye gelir gelmez, 1837 yılında Georgetown adını alan kasabada, George Kennedy’e ait birçok arazi ve tesisi satın almışlar.
1852 den sonra Toronto- Georgetown, Weston ve Brampton arasında bağlantı sağlanması için demiryolu yapımı için çalışmalar başlatılmış. 1917 yılında Toronto ile Georgetown arasında banliyö trenleri çalışmaya başlamış. 1931 yılında kapatılmış.
1861 kuruluş yılı olan McGibbon Oteli, günümüzde çıkılan iki kat ile hala eski günlerdeki görüntü ve kokusunu taşıyor.
Bu tip kasabaların en önemli özelliklerinden birisi de, geçmişin dokusunu olduğu gibi korumak. Bu konuda Kanadalılar çok hassaslar. Gelişmişliğin izlerini dış cephelerde göremezsiniz. Evler, ilavelerle hikayenin içersinde genişletilip, bazen rengarenk bazende kapı ve pencerelerinde kırmızı, mavi renklerle ama genellikle kiremit renginde tazeliğini korumaya devam ediyorlar.
İnsanlar tanısın tanımasın güler yüzlü ve size karşı saygılılar. Alabildiğine bir sessizlik ve temizlik izlerini görürsünüz. Sanki yanınızdan hiç araba geçmiyor gibi. Her alanda trafik işaretleri ve çöp kutuları ile sizi adeta dikkatli olmaya sevk ediyorlar. Yollar asfalt ve parke. Çicekler ve ağaçlar Kanada’nın genelinde vazgeçilmezin en önemli etkenleri. Onlarsız bir yer düşünülemez.
2011 genel nüfus sayımından bu yana nüfus artışı kaydetmeyen bir kasaba. Yüzölçümü yaklaşık 24.00 km2. 1974 de, Halton Belediyesine bağlanmış. Kızılderili ve Orijinali Fransız-Kanadalılar yoğunlukta.
İlginç olan Kanada’nın neresine giderseniz giden hep bir benzerlik görürsünüz. Sokak, Cadde adları, ev stilleri, tarım arazileri, ormanlık alanlar, nehirler, yollar size hep tanıdık gelir. Gittiğim yerlere bakınca içimde hep bir his olur ‘ben buraya daha önce gelmiş miydim’ diye.
Sonsuz uzayan tarlalarda mısır, elma, ayçiceği, büyük baş hayvancılığı, at çiftlikleri sizi kendine çeker. Kışın günü kısa olunca çabucak akşam oluverdi. İçim istemeye istemeye dönüş yoluna araba kıvrılınca, bir günün sonsuz huzur ve mutluluğuyla yeni yerlerin keşfi için, düşünmeye başladım.
Sevim Onuralp