2.Gün
29 Nisan: Kuzeye yolculuk
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yola koyulduk. Hesaplarımıza göre kuzeye, Split’e akşam saatlerinde varacaktık. Franje Tudmana köprüsünden geçerken yağmur başladı. Köprü çıkışında durup aşağıdaki dev yolcu gemilerinin demirlediği limanı seyrettikten sonra yola devam ettik. Yağmur şiddetini arttırarak devam etti. Planlarımız da bu yağmura göre değişti.
Split’e varıp kenti gezmek yerine Mostar’a gitmeye karar verdik. Her zamanki gibi yol planı yine bir anda değişmişti. Hesapta olmayan şiddetli yağmurun bu değişimdeki payı büyüktü ama genelde biz uygulayamadığımız ya da son dakikada sürekli değiştirdiğimiz planlamalara alışıktık. Planlar değiştirmek için yapılır sözünü mırıldanıp Mostar’ın yolunu tuttuk.
Kuzeye yol alırken küçük yerleşim birimleri içinden geçiyorduk. Zaton, Trsteno, Slano, Doli gibi isimlerin yazılı olduğu yol tabelalarını geride bırakırken bir yandan da kahve molası verebileceğimiz bir yer arıyorduk. Sabahın erken saatleri olduğu için yol üstünde açık bir kafeye denk gelmedik. Benzin istasyonundan kahve almak da biz kahve tiryakilerine yakışmayacak bir hareket olduğundan mola vermeden bir süre daha gittik.
Bosna Hersek sınırına yaklaşırken büyük bir ovayla karşılaştık. O ana kadar alışık olduğumuz dağlık arazi yerini geniş, bir o kadar da yeşil bir ovaya bıraktı. Yol kenarında tarlalardan topladıkları meyvaları satan küçük tezgahlar yeni yeni açılıyordu.
Yağmur eşliğinde Mostar
Pasaport kontrolünü geçip Bosna-Hersek sınırına girdiğimizde yağmur hızını kesmeden devam ediyordu. Cep telefonlarımızın hava tahmini yapan uygulamalarına göre hem Split hem de Mostar yağışlıydı. Biz nedense Mostar’ın daha az yağışlı olabileceğini düşünmüştük. Birkaç saat sonra Mostar’a vardığımızda tahminlerimizde yine yanıldığımızı gördük. Yağmur artık bardaktan boşalma kıvamına gelmişti. Karşımızda bugün hiç hesapta olmayan bir Mostar vardı.
Kent merkezine gelip Mostar’ın ünlü Stari Most köprüsü yakınlarında aracı park ettik. Yağmurdan kaçmanın bir anlamı kalmamıştı. İnip bu yağmurda bu güzel kenti, bu tarihi köprüyü görmenin “ayrıcalığını” kullanıp sırılsıklam bir biçimde kendimizi Balkanların en ünlü köprüsünün ortasında bulduk. Yağmurun da etkisiyle bütün turistler cafelere sığınmış, yürümeyi göze alabilen birkaç turist köprüye ulaşabilmişti.
Mostar Köprüsü’ne gelip aşağıda akan Neretva nehrine bakmamak, bu yeşil nehirde geçmişe uzanıp bu topraklarda yaşananları hatırlamamak imkansız. Mostar’ın yüzünü bize göstermek için güneşli bir günü değil de böyle yağmurlu bir günü seçmesinin de belki bir anlamı vardı. Bu kent, bu topraklar acının ve hüznün gözyaşlarıyla yoğrulup durmuş. Her yağmurun farklı bir anlamı olabilir ama Mostar’ı gezerken bize eşlik eden yağmurun tarifi imkansızdı. O köprüye çıkıp etrafa ve özellikle altından akan yemyeşil nehre bakmadan o yağmuru anlatmak hiç kolay değil. Yanıbaşımızdaki minareler, altımızda uzanan taş yol, çarşıdaki yapılar ve tepemizden eksik olmayan şimşekler ve kara bulutlar… Mistik hava baş döndürücüydü. Zaman ve mekan duygusu bir anda kaybolmuştu. Maddi dünyadan bir kopuşun simgesiydi sanki Mostar.
Bu kenti böyle sersemletici bir ıslak havada gezdik, tarihi kent merkezini süsleyen turistik dükkanlara aldırmadan çarşıda kaybolduk. Acıkıp bu toprakların yarattığı en lezzetli ürünü, böreği yedik. Baklavalarının tadına bakıp küçük sohbetlerle Mostar’ı unutamayacağımız anılarımız arasına yerleştiridik. Kente, etraftaki dağlara ve özellikle köprüye çökmüş olan masalımsı havadan kendimizi kurtaramadan Mostar’dan ayrıldık.
Otoyollar sizin olsun ıssız yollar bizim
Mostar’dan Adriyatik sahiline giderken farklı bir yol takip ettik. Kentten ayrılıp kuzey batı yönünde devam eden yolla önce Posusje’ye kadar Bosna Hersek sınırları içinde devam ettikten sonra Hırvatistan sınırına girip Imotski’den sahile doğru yol aldık. Bu güzergahta Hırvatistan’ı güneyden kuzeye bağlayan iç kısımlardaki E65 otoyoluna girmeyip daha tenha köy yollarını takip ederek Prirode Biokovo parkının kuzeyinden Omis kasabası yoluyla sahile ulaştık. Günün en keyifli ve güzel sürprizlerinden biri de bu güzergah oldu.
Mostar’ı geride bıraktıktan yaklaşık bir saat kadar sonra yağmur durmuş yerini parlak mavi bir gökyüzüne bırakmıştı. Yağmur kokulu yemyeşil bir doğanın içinde neredeyse başka bir araçla karşılaşmadan devam ettiğimiz bu yolda hem Bosna Hersek’in hem de Hırvatistan’ın en güzel köylerinden geçtik. Bazen bu küçük köylerde durup dinlendik bazen yol kenarına park edip doğanın keyfini çıkardık. Kekik ve lavanta kokularının birbirine karıştığı, kuş cıvıltıları ve rüzgarın esintisinden başka sesin olmadığı ortamda verdiğimiz kısa molalar yorgunluğumuzu aldı. Keşke biraz daha zamanımız olsa ve bu yolda birkaç gün daha geçirebilseydik diye düşündük.
Dubrovnik’i boşver Split’e gel!
Split’e vardığımızda hava kararmaya başlamıştı. Kalacağımız yeri yine Booking.com’dan bulmuştuk. Şehir merkezine çok yakın, Split’in kalbinin attığı Marmontova Caddesi’nin hemen başında bulunan apartmanımıza girdiğimizde ev sahibinin güler yüzlü misafirperver tavrıyla karşılaştık. Odaya bavullarımızı koyup araca indiğimizde bir polis bizim kiralık araca ceza yazmaya hazırlanıyordu. Durumu anlatıp aracı sadece bavullarımızı çıkartmak için geçici olarak kapı ve camları açık şekilde bıraktığımızı anlatıp cezadan kurtulduk. Bu gece ve büyük ihtimalle yarın Split’te olacaktık. Aracı güvenli bir yere park etmemiz gerekiyordu. Ev sahibimizin harita üzerinde bize gösterdiği bir caddeye park edip kenti keşfetmeye başladık.
Split’e her gelen turist gibi bizim de karşımıza ilk çıkan yer Diocletian’s Palace oldu. 4. yüzyılda aynı adı taşıyan Roma imparatorunun yaptırdığı bu saray günümüz Split’inin de yaşam merkezi. Kentin kalbi bu bölgede atıyor. Restoranlar, kafeler, müzeler, park ve yürüyüş alanları sarayın etrafından kentin içine doğru ve sahil boyunca uzanıyor. Kalabalık var ama karmaşa yok, sürprizler var ama düzensizlik yok bu kentte. Turist tuzağı değil. Fiyatlar her mekana göre değişse de aralarında uçurum yok.
Sarayın içinde başlayan yolculuğumuz kentin dar, sürprizlerle dolu sokaklarında devam ediyor. Labirenti andıran sokakların her köşebaşında bazen bir çeşme, bazen devasa bir heykel bazen de modern sanatın gözalıcı örnekleri karşımıza çıkıyor. Split’i ağır adımlarla gezmekte fayda var. Sindire sindire, acele etmeden, keyfini çıkararak…
Her zevke uygun birbirinden lezzetli yemeklerin sunulduğu restoranlara girip buraya özgü yemekleri yemeden Split’ten ayrılmak olmaz. Biz de öyle yapıyoruz. Gelmeden önce hazırladığımız listemizdeki seçenekleri sıralıyoruz. Her birine yakından bakıp mekanı inceliyoruz ve yine her zaman olduğu gibi planda hiç olmayan ama çok beğendiğimiz bir restoranda karar kılıyoruz. Belki garsonla olan diyaloğumuz belki de mekanın sakin atmosferi ya da Tripadvisor’da okuduğumuz yorumlardan olsa gerek Konoba Korta adlı mekanda akşam yemeği için mola veriyoruz.
Menüde birbirinden güzel yemekler arasında karar seçim yapmak zor. Yardımımıza restoranın kıdemli garsonu Tony koşuyor. “Bu gece harika bir Dalmaçya lezzetini keşfetmek istiyorsanız seçimi bana bırakın, pişman olmazsınız!” diyor. Biz de öyle yapıyoruz. Karides ızgaradan sonra beyaz benekli kırmızı tencerelerin içinde kıvamlı bir sosta deniz ürünlerinden oluşan yemeğimiz masaya geliyor. Bu görüntü, kendilerine ait şaraplar eşliğinde günün yorgunluğunu atmaya yetiyor. Yemekten sonra Split’in tarihi merkezine tekrar dalıyor ve geceyi gelato eşliğinde sahilde noktalıyoruz.
Devamı: Split’ten feribotla Hvar Adası’na…
Split Fotoğrafları
Yazı ve Fotoğraf: Remzi Gökdağ