8. Gün – (6 Ekim) Kyoto
Himeji’den Kyoto‘ya geldiğimizde saat tam 16:57’ydi. Kyoto merkez istasyonundan konaklayacağımız Hilton Garden Inn Kyoto Shijo Karasuma bir durak mesafedeydi. Giriş işlemlerini tamamladıktan sonra dışarı çıktık. Hedefimiz yarın gitmeyi planladığımız Fushimi Inari Tapınağı‘ydı.
Fushimi Inari güney Kyoto’da bulunan önemli bir Şinto tapınağının adı. Japonya’yı tanımlayan yapıların başında yer alıyor. Aslında bu yapılardan Kyoto’da çok var ama bu binlerce kırmızı kapılı tapınak ülkenin simgelerinden. Hava kararmadan tapınağa ulaşmak için taksiye binmek zorunda kaldık. Japonya’da ilk taksi deneyimimiz bu oldu. Mesafe yakın olsa da ödediğimiz rakam gün içinde metroya harcayacağımız paranın toplamına yakındı. Tapınağın önünde yine kalabalık bir insan grubuyla karşılaştık. Adının Romon olduğunu sonradan öğreneceğimiz bu dev torii kapısının hemen üstünden güneş batmaya hazırlanıyordu. Ana kapının iki yanında her an üstümüze atlayıp oynaşacak dev kedi heykelleri biraz da sinirli bir bakışla bize bakıyordu. Güneş bütün görkemiyle batmaya hazırlanırken gökyüzünün rengi tapınak kapılarının rengine dönüşüyordu. Hemen arkamızda başlayan patika üzerinde binlerce torii bizi bekliyor, hava hızla kararıyordu.
Patikalar, 233 metre yükseklikte bulunan ve tapınak arazisine ait olan kutsal Inari Dağı’nın ormanlık alanına açılıyor. Fushimi Inari, Şinto’nun pirinç tanrısı Inari’ye adanmış binlerce tapınaktan en önemlisiymiş. Tilkilerin Inari’nin habercileri olduğu düşünüldüğünden, tapınak arazisinde çok sayıda tilki heykeli bulunuyor. Benim girişte kediye benzettiğim hayvanlar meğer tilkiymiş.
Tapınağın geçmişi başkentin 794 yılında Kyoto’ya taşınmasından öncesine dayanıyormuş. Amacımız kapılar altında uzanan dağ yolunda yürümekti ve yürüyüşümüz yine kalabalık turist grubuyla birlikte olacaktı. Yollar kadar tapınağın ana binası da ince bir mimarinin ürünü. Burada dileklerimizi yineleyip ilgili makamlara bir kez daha seslendikten sonra nihayet binlerce kapıdan oluşan yola kendimizi attık.
Tapınağın arkasında, Senbon Torii (“binlerce torii kapısı”) adı verilen iki yoğun, paralel kapı sırasının içindeydik artık. Bu yürüyüş parkuru uzadıkça turist yoğunluğu azaldı, hava karardıkça ortalık iyice tenhalaştı. Bu kapıların bireyler ve şirketler tarafından bağışlandığını okumuştuk. Her kapının arkasında bağışçının adı ve bağış tarihi yazılıymış. Tabii asıl soru kaç para? Bunu da bizim memleketten gelen turistler dışında kimsenin dikkatini çekmediğine eminim ama soruya yanıt vermeden de konuyu geçiştirmeyelim. Bağış miktarı küçük bir kapı için 400.000 yen civarındaymış. Kapıların üzerindeki yazıların işletmelerin ve bağışçıların isimleri olduğunu öğrenmek tam bir hayal kırıklığı oldu. Aslında bunların Japonlara yol gösteren atasözleri ya da kutsal kelimeler olduğuna inanıyordum. Kapılar büyüdükçe bağışlanacak miktar da artıyor. Milyonlarca yenlik kapıların altında dolaşıyoruz…
Dağın zirvesine yürüyüş yaklaşık 2-3 saat sürüyor. Yol boyunca Inari Sushi ve Kitsune Udon gibi yerel temalı yemekler sunan ve her ikisi de tilkilerin en sevdiği yiyecek olduğu söylenen aburaage (kızarmış tofu) parçaları içeren birkaç restoran da bulunuyor. Ama gündemimizde yemek yok. Zirveye de çıkmayacağız. Karanlık dağdan kaybolmadan inmek tek hedefimiz.
Yaklaşık 45 dakikalık bir tırmanıştan ve torii kapılarının yoğunluğunun kademeli olarak azalmasından sonra dağın yaklaşık yarısında bulunan Yotsutsuji kavşağına ulaştık. Burada Kyoto’nun gece görüntüsü muhteşemdi. Bu kavşakta biraz dinlendikten sonra inişe geçtik.
Daha önce yürüdüğümüz hiçbir dağ yoluna benzemiyordu. Tapınağın hiç bitmeyecekmiş gibi görünen kapı tünelinde yürüdükçe yürüdük. Yol boyunca sıralanmış binlerce kırmızı renkli torii kapısı bizi kutsal Inari Dağı’nın ormanlarından ve vahşi hayvanlardan korudu. Ya da biz öyle olduğuna inandık. Bir haftadır Japonya’da olmanın etkilerini hissediyorduk.
9. Gün – (7 Ekim) Bambu ormanı
7 Ekim sabahı her zamanki gibi otelde yapılan sağlam bir kahvaltıyla başladı. Bugünkü programımız biraz kalabalık. Sırasıyla önce Araşiyama bölgesine gidip Bambu ormanı ve maymun parkının ardından Kinkakuji ve Ryoanji bahçesini görüp şehirde biraz dolaşacağız.
Arashiyama, Kyoto’nun biraz kuzeyinde dağ eteklerine yayılmış yeşil alanları, zen bahçeleri ve tapınaklarıyla ünlü bir bölge. Bambu ormanı ve Togetsukyo Köprüsü de burada.
Kyoto İstasyonu’ndan Arashiyama’ya en hızlı ulaşım JR Sagano Hattı. Bu hattı kullanıp 15 dakikada Arashiyama’nın merkezine ulaştık. Bayram kalabalığını andıran yoğunluğu görünce artık şaşırmadık. İlk günden beri gittiğimiz her durak, yürüdüğümüz her cadde kalabalıktı ve gezimizin 9. gününde bu yoğunluğu görmesem hayal kırıklığına uğrayacaktım.
Bölgedeki ilk durak Bambu Bahçeleri oldu. Patikalarda yürümek harikaydı. Tepemizde yükselen bambuları seyredek zaman anlamadan geçti. Özellikle hafif bir rüzgarla ileri geri sallanmaya başlayan uzun bambu sapları ve çıkan sesler doğal bir orkestrayı andırıyordu.
Arashiyama’daki mistik bambu yolu her Instagram kullanıcısının adeta cenneti, fotoğraf meraklılarının buluşma yeri. Burada kötü fotoğraf çekmeniz yasak. Ortam buna müsait değil. Ben denedim başaramadım.
Eğer “ölmeden önce görülmesi gereken yerler” listesine ya da dünyanın en güzel ormanları listesine tıkladıysanız, büyük ihtimalle Sagano’nun bir fotoğrafını da görmüşsünüzdür. 500 metrelik yol kolaylıkla fotoğraf yeteneklerinizin zirvesine varacağınız fotojenik bir yürüyüşe dönüşebilir. Bambuların yükselen yeşil sapları rüzgarda sallanıyor, ürkütücü bir şekilde çarpışıp bükülüyor ve yaprakları hışırdıyor. Güneş, sıkışık korunun içinden süzülmeye çalışıyor. Ormanın ortasından geçen geniş patikada fotoğraf makinesine sarılmış turistler bu görüntüleri kaydediyor. İnce ışık huzmeleri zemine ulaşıp kameralara, telefon ekranlarına vuruyor. Herkes çektiği karelerin güzelliği karşısında mutlu. Artık fotoğraf çekimi konusunda sınıf atladıklarını düşünüp ağır adımlarla patika yolda yürümeye devam ediyorlar.
Bu zümrüt bambu korusunun güzelliği sadece turistlerin değil, aynı zamanda hediyelik eşya yapan Kyoto’lu zanaatkârlarının da gelir kapısı. Arashiyama’nın ana caddesinde sıralanan küçük dükkanlar bambudan yapılmış ürünlerle dolu.
Başlangıçta bu popüler gezi bölgesine ünlü bambu korusunu gezip bölgenin tadına varacağımızı zannetmiştik. Ancak Arashiyama’nın hem doğa hem de kültürel zenginliklerini hafife almışız. Bu bölgede keşfedilecek o kadar çok şey var ki…
Ormandan çıkıp yakındaki Tenryu-ji tapınağını ve Sojenchi göletiyle bahçesinde dolaştık. Tenryuji Kyoto’nun Arashiyama bölgesindeki en önemli tapınakmış. Şehrin beş büyük Zen tapınağı arasında birinci sırada yer alıyor. Tapınak binaları, yüzyıllar boyunca defalarca yangınlarda ve savaşlarda yerle bir olmuş. Ana salon (Hojo), çizim salonu (Shoin) ve kendine özgü küçük kulesiyle tapınak mutfağı (Kuri) dahil olmak üzere mevcut salonların çoğu, nispeten yakın olan Meiji Dönemi’nde (1868-1912) yapılmış.
Buradan yine yürüyerek Togetsukyo Köprüsü’ne ulaştık. Bu köprü Arashiyama’nın iyi bilinen simgelerinden biri. Kiraladıkları teknelerle nehirde gezi yapanlar vardı, aslında bu teknelerden biriyle nehre açılmak gerekiyordu ama kaptanlığıma güvenmeyen Yelda’nın ısrarlı uyarılarıyla bu sevdadan da vazgeçmek zorunda kaldım.
Bölgeyi gezmenin en keyifli yollarından biri, yaklaşık 1000 yen karşılığında kiralanan bisikletler ama soldan akan trafiği ve insan kalabalığını düşününce bu plandan da vazgeçtim.
Köprüden geçip 10 dakikalık tırmanışla Maymun Parkı Iwatayama’ya geldik. Beklediğimizden farklı bir görüntü vardı. Miyajima’daki geyikler gibi maymunların da ortalıkta dolaştığını düşünmüştüm. Parkın sadece belirli bir alanında tellerin arkasından maymunlara yiyecek vermek serbest. Yani bir hayvanat bahçesinin tam tersi bir durum söz konusu. Hayvanlara yem vermek isteyen insanlar kafeslere giriyor. Maymunlar da bu kafeslerin etrafında serbestçe insanların verdiği yiyecekleri kemiriyor. Herkes maymunlarla ilgilenirken bir bank bulup maymunlara sırtımızı döndük. Çünkü tam karşıda Kyoto’nun muhteşem manzarası vardı. Tırmanış yorgunluğunu burada attıktan sonra inişe geçtik. Kyoto’nun en ünlü yerlerinden birini görmek için sabırsızlanıyorduk birazdan altın kaplamalı bir köşkün karşısına geçip uzun düşüncelere dalacağız.
Altın Köşk
Kyoto’da çok sayıda tarihi öneme sahip tapınak bulunuyor. Hepsinin kendine özgü atmosferleri ve estetik çekicilikleri var. Her birini hakkıyla gezmeye kalksak birkaç ay Kyoto’dan ayrılamayız. Ama görülmesi gerekenleri de atlamıyoruz. Kyoto gezimizde gözümüze kestirdiğimiz birkaç tapınaktan biri de Altın Köşk olarak da adlandırılan Kinkakuji. Şogun Ashikaga Yoshimitsu emeklilik günlerini burada geçirmiş. 1408’deki ölümünden sonra tapınak olmuş. Her katı farklı bir mimari tarzı temsil eden köşk büyük bir gölete bakıyor. Etkileyici bir yapı. Her tarafı altın, etkilenmemek mümkün mü?
Köşkün yanından geçen yol orijinal tasarımını hala koruyan tapınağın bahçelerine doğru ilerliyor. Bahçelerde, hiç kurumadığı söylenen Anmintaku Göleti ve insanların şans getirmesi için bozuk para attığı heykeller var.
Burayı ziyaret etmek için en iyi zamanın sabahın erken saatleri olduğunu okumuştuk. Öğleden sonra okul otobüsleri ve organize turlarla gelen kalabalığın akınına uğruyormuş. Japonya’ya ayak bastığımız andan itibaren alışmaya başladığımız kalabalığa ihanet etmek istemedik. Günün en yoğun saatinde tapınağın karşısındaydık.
Köşkün kendisine mi göle yansıyan görüntüsüne mi bakmaya karar veremiyorum. Arkamdaki kalabalığın basıncıyla köşkü uzun izleme imkanı zaten yok. Yolu takip edip köşke yaklaşıyoruz. Tapınağın yansımasından gözümü alamıyorum. Şüphesiz, güzel bir manzara ama bulutlu bir güne denk geldiğinden altın köşk sadece arada sırada aydınlanıyor, güneş kaybolunca yansıma ve parıltı da kayboluyor.
Yolu takip edip gölün etrafında yürürken köşk, farklı perspektiflerden değişik pozlar vermeye devam ediyor. İyi fotoğraflar çekmek kolay ama etrafta çok fazla insan vardı. Bu yüzden sabırlı olup beklemekte fayda var. En güzel görüntü tapınağın tam karşısında, göl kenarında. Işık az olsa da bununla idare etmemiz gerekecek. Burada tripoda izin verilmiyor.
Kinkakuji tapınağının etrafını dolaşmak yaklaşık bir saatimizi aldı. Kalabalık nedeniyle bu çok özel yerin tadına varamadık. Söz dinleyip sabahın ilk saatlerinde gelseydik keşke. Kinkakuji Kyoto seyahat programımda ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri ama en önemlisi, Kinkakuji’ye yapılacak bir gezinin sizin için değerli olup olmadığı… Bu kararı verdikten sonrası kolay.
Kaya bahçesindeki hayaller
Ryoanji Tapınağı Japonya’nın en ünlü kaya bahçesine ev sahipliği yapıyor. Aslen Heian Dönemi’nde bir aristokrat villası olan alan, 1450 yılında bir Zen tapınağına dönüştürülmüş. O günden bu yana ziyaretçileri çekiyor. Biz de onlardan biriydik ve bu tapınağın zen bahçesinde hayallere daldık, ayağımız yerden kesilip başka alemlere uzandık.
Ryoanji’nin ünlü kaya bahçesinin tarihi, gerçeklerle efsanelerin birbirine karışmış hali. Bahçenin inşa tarihi bilinmiyor ve tasarımcısına ilişkin bir dizi spekülasyon var. Bahçe, alçak toprak duvarlarla çevrili dikdörtgen bir çakıl taşı arsasından oluşuyor ve 15 kaya küçük gruplar halinde üstünde yükseliyor. Bahçenin tasarımının bir başka ilginç bir özelliği de herhangi bir bakış açısından kayalardan en az birinin her zaman izleyenden gizlenmesi.
Bazıları kayaları ve taranmış çakılları deniz ve üstünde yükselen adalar olarak düşünüyor. Bazıları içinse bulutların üzerinde yükselen dağlar. Kimilerine göre her biri birer hayvana benziyor. Yani kökeni gibi bahçenin anlamı da belirsiz. Sosyal medyada moda olan görüntü testlerinden değil ama buraya bakanlar içinde bulundukları ruh haline göre farklı dünyalara dalıyor. Bahçenin anlamı açıkça belirtilmediği için, anlamı bulmak izleyene kalıyor.
Tapınak arazisinde sessizce dolaşırken Yedi Şanslı Tanrı’dan birine atfen Benten Adası olarak adlandırılan çekici bir gölet ve üzerinde bazı yazıların olduğu bir taş vardı. Anlamını okuyunca çok etkilendim:
“Sadece hayattan memnun olmayı öğreniyorum.”
Bu bahçe insanı adeta ruhani bir nirvanaya davet ediyor. Gizemle örtülü dingin bir alan. Bahçede yalnızca 14 kaya görülebilirken, on beşinci taşı görebilenlerin aydınlanmanın nihai aşamasına ulaştığı söyleniyor. Çünkü Budist numerolojisinde “15” rakamı mükemmelliği yansıtıyor. Yine de bahçenin soyut tasarımı, 15 taşın tamamını aynı anda herhangi bir açıdan görme çabasını engellemiyor. 15. taşı bir türlü göremiyoruz. Olgunlaşmamız için hala çalışmamız gerekecek. Kayaların üzerindeki yansıma yoruma açık. Anlamı ne olursa olsun, buraya gelip size ne ifade ettiğini öğrenin.
Taş bahçenin yanı sıra Hojo’nun tatami odalarının sürgülü kapılarında (fusuma) bazı resimler ve binanın arka tarafında birkaç küçük bahçe daha var.
Bahçeden ayrılırken hava kararıyordu ve biz zen düşüncelerine dalıp midemizden gelen sese pek kulak vermemiştik. Şehir merkezine geldiğimizde Nishiki bölgesine uğradık. Burası Kyoto’nun merkezinde adeta yemek cenneti.
Mağaza ve restoranların sıralandığı beş blok uzunluğunda dar bir alışveriş caddesinde dolaştık. “Kyoto’nun Mutfağı” olarak bilinen pazar taze deniz ürünleri, bıçaklar ve pişirme kaplarıyla ünlü. Mevsimlik gıdalar, tatlılar, turşular, kurutulmuş deniz ürünleri, suşiler her yerde. Her dükkan sattığı ürün konusunda uzmanlaşmış. Pazarda satılan hemen her şey yerel olarak üretiliyor. Restoranlar küçük, birkaç tabure üstünde herkes omuz omuza… Yiyecek stantlarının çoğunda zaten oturacak yer yok. Pişen neyse servis ediliyor ve dükkanın önünde yeniyor. Yürüyerek yemenin uygunsuz bir davranış olduğu bir ülkede zaten başka ihtimal yok. Dükkanın önünden uzaklaşsanız elinizdeki çöpü atacak bir kutu bulmak imkansız.
Japonya’nın ilk başkenti Nara
10. Gün – (8 Ekim) Nara
Japonya’nın ilk kalıcı başkenti 710 yılında bugün Nara olarak bilinen Heijo şehrinde kurulmuş. Bundan önce başkent, yeni bir imparator tahta çıktığında yeni bir yere taşınıyormuş. Şehrin güçlü Budist manastırlarının etkisi ve Budist rahiplerin siyasi hırsları hükümet için ciddi bir tehdit haline gelince, başkent 784 yılında Nara’dan Nagaoka’ya ve birkaç yıl sonra da Kyoto’ya taşınmış.
Nara, Kyoto ve Osaka’ya bir saatten daha kısa bir mesafede. Tarihi önemi nedeniyle şehir, Japonya’nın en eski ve en büyük tapınaklarından bazıları da dahil olmak üzere kültürel hazinelerle dolu. Bunlardan en ünlüsü de Todaiji Tapınağı. İçinde dev bir Buda heykeli olan büyük tapınak aynı zamanda şehrin simgesi.
Tanrıların habercileri
Kyoto’nun güneyinde trenle 45 dakikalık mesafede yer alan Nara Parkı, ikramlar için eğilmeyi öğrenmiş 1.000’den fazla kutsal geyiğe ev sahipliği yapıyor. Hava yağmurlu. Japonya’nın ilk yağmurlu havasıyla Nara’da tanıştık. Yağmurluklarımızı giyip tanrıların habercileriyle buluşacağımız parka gidiyoruz. Park, Wakakusayama Dağı’na kadar uzanan geniş ve ağaçlık bir arazide bulunuyor.
Parkın girişinde birkaç “haberci” yolumuzu kesiyor. Diğer bütün ziyaretçilere yaptıkları gibi bizim de elimize yanaşıyorlar. Ama onlara verecek yiyeceğimiz yok. En azından şimdilik. Tapınak dönüşünde tekrar buluşmak dileğiyle geyiklerin arasından sıyrılıp tapınak salonuna dalıyoruz.
Yakın zamana kadar Todaiji‘nin ana salonu Daibutsuden (Büyük Buda Salonu) dünyanın en büyük ahşap binası olma rekorunu elinde tutuyormuş. Devasa bina Japonya’nın en büyük bronz Buda heykellerinden birine (Daibutsu) ev sahipliği yapıyor. Oturan 15 metre boyundaki Buda, Vairocana’yı temsil ediyor. Heykelin sadece açık duran eli bir insan boyunda.
Daibutsuden Salonu’nda birkaç küçük Budist heykeli ile eski ve mevcut binaların modelleri de sergileniyor. Bir diğer popüler cazibe merkezi ise tabanında Daibutsu’nun burun deliği ile aynı büyüklükte bir delik bulunan sütun. Bu delikten geçebilenlerin bir sonraki yaşamlarında aydınlanmaya kavuşacakları söyleniyor ancak delik o kadar dar ki sadece çocuklar geçebiliyor. Todaiji’ye yaklaşırken, iki sert görünümlü heykel tarafından izlenen büyük bir ahşap kapı var. Adı Nandaimon Kapısı.
Tapınak ziyaretimizden sonra yine geyiklerle karşılaşıyoruz. Parkta serbestçe dolaşan geyikler ulusal doğal hazine olarak kayıtlı. Nara’ya gelen turistler tarafından beslenmeye alışmışlar. Sizden alabildiklerini alıp yollarına devam ediyorlar, karşılığında kendilerine dokunma izni veriyorlar.
Nara’nın geyikleri her zaman bölgedeki insanlarla dostane ilişki içinde olmuşlar. 1177 yılında, ailesiyle birlikte bölgeyi ziyaret eden bir asilzade olan Kujo Kanezane, seyahat grubuyla birlikte bir geyik sürüsüyle karşılaşmış. Geyiklerin yaklaştığını gören genç bir çocuk arabasından inerek onları selamlamış. Kayıtlara göre ilk temas böyle başlamış. Pek ilginç bir hikayeye benzemiyor. Tapınak inşaası sırasında insanlarla geyiklerin teması artmış ve arada bugünlere uzanan dostane ilişki başlamış. Bu ilişkiyi bozan, geyik avlayan ya da geyiklere kötü davrananların mallarına el konmuş bazıları ölümle cezalandırılmış.
Bugün geyikler parkın her yerinde. Tapınak dönüşü onlarla tekrar karşılaştığımızda yavru geyikler parkta oynaşıyordu. Daha büyük olanlar da turistlerden yiyecek bir şeyler istiyor. Her biri kendilerine ikram edilecek özel geyik pirinç krakerlerinin peşinde. İkram arayışında olan kurnaz geyikler tapınağın giriş ve çıkışını kontrol altına almış. Turistlerin dikkatini dağıtarak kraker vermeden daha fazla ilerlemelerini engelliyor. Çoğu tapınağın kapısı önünde turistlere poz vermek için bekliyor. Burada da her şey karşılıklı menfaate dayanıyor. Geyikler, istediği krakeri alınca arkasını dönüp uzaklaşmıyor. Boyunlarını öne eğip size birkaç kez selam veriyor. Geyiklerin yediği krakere Shika Sembei adı veriliyor.
Geyikleri doyurduk, sıra bizde. Bugün parka giden ana yolda bir festival vardı, hem de yiyecek festivali. Havanın yağmurlu olmasına rağmen festival alanı ziyaretçilerle doluydu. Birbirinden farklı yemeklerin hazırlanıp satıldığı parkta biz de en az yiyecek verdiğimiz geyikler kadar mutluyduk.
Kyoto’ya döndüğümüzde biraz daha dolaşmaya vaktimiz vardı. Filozof Yolu’na gittik. Kyoto, kiraz çiçeklerinin tadını çıkarmak için Japonya’daki en iyi yerlerden biri olarak kabul ediliyor. Biz şehrin o günlerini göremesek de bir başka güzel dönemine Kyoto’nun sonbaharına denk geldik. Bugün hava yağmurlu, kiraz ağaçlarının yaprakları dökülmüş ama bu ünlü yolu görmeden şehri terk etmeyecektik. Doğru zamanda gelmediğimizden ortalıkta bizden başka kimse yoktu. Aslında kiraz çiçekleri olmadan yolun da pek bir anlamı yoktu. Yolun adının nereden geldiğini merak ettik, araştırıp öğrendik. 1900’lü yılların başında Kyoto Üniversitesi felsefe profesörü Nishida Kitaro canı sıkıldıkça bu yolda yürüyüşe çıkarmış. Cevap aradığı soruları bu yolda bir kez daha sorarmış.
11. Gün – (9 Ekim) Kiyomizudera
Geniş ahşap terası ile ünlü Kiyomizudera (Saf Su Tapınağı) Japonya’nın en ünlü tapınaklarından biri. Kyoto’nun doğusundaki ormanlık tepelerde yer alan Otowa Şelalesi’nin bulunduğu yerde 780 yılında kurulmuş ve adını şelalenin saf sularından almış.
Edo döneminde popüler bir gösteri olan “Kiyomizu sahnesinden atlamak” ifadesi, yüzyıllar sonra bile Japonca’da risk almak ya da ‘dalmak’ anlamına gelen bir atasözü olarak kullanılmaya devam ediyor. Sadece atasözü olarak kullanılsa iyi… 200’den fazla kişi, hayatta kalmaları halinde dileklerinin gerçekleşeceğine inanarak tapınağın terasından atlamış. Çoğu düştüğü yerde ölmüş.
Kiyomizudera Tapınağı aynı zamanda aşk ve uzun ömür tanrılarına adanmış kutsal bir mekan. Ana salonunun arkasında aşk ve çöpçatanlık tanrısına adanmış bir tapınak olan Jishu Tapınağı var. Anne adayları, kendilerine eş arayanlar, aşk hayatlarının geleceğini öğrenmek isteyenler tapınağın içinde akan suyla temas ediyor. Suyun önünde oldukça uzun bir sıra var. Dilek yelpazesinde herhangi bir kısıtlama yok. Uzun bir yaşam, okulda başarı, daha fazla aşk, bol para… Ancak dilekleriniz kadar su içmemeye gayret edin. Ya da dileğinizin hemen olması için gereğinden fazla su içmeyin. Çaresiz görünmek istemezsiniz.
Kiyomizudera’nın en çarpıcı yeri ana salonundan 13 metre yükseklikteki yamaca doğru uzanan ahşap sahnesi. Sahne, ilkbahar ve sonbaharda bir renk denizine dönüşen sayısız kiraz ve akçaağaç ağaçlarının yanı sıra uzaktaki Kyoto şehrinin de güzel manzarasıyla süslü. Sahne ile birlikte çivi kullanılmadan inşa edilen ana salon, on bir yüzlü, bin silahlı Kannon’un küçük bir heykeline ev sahipliği yapıyor.
Çarşısı da özel
Kiyomizudera’yı ziyaret etmenin en eğlenceli yanlarından biri de Higashiyama’nın işlek yollarında dolaşmak. Buradaki mağaza ve restoranlar yüzyıllardır turistlere ve hacılara hizmet veriyor. Her türlü hediyelik eşya var ama hiçbiri yerel tatlı spesiyalitelerinin yerini tutmuyor.
Burası aynı zamanda şehrin en iyi korunmuş tarihi bölgelerinden biri. Özellikle Kiyomizudera ve Yasaka Tapınağı arasındaki bu dar yol ve geleneksel dükkanlar gelenleri zaman yolculuğuna çıkarıyor. Bu yürüyüş rotası yaklaşık iki kilometre uzunluğunda ve yarım saatte tamamlanabiliyor.
Yürüyüşün sonunda dev bir Buda heykeliyle daha karşılaşıyoruz. Adı Ryozen Kannon. Oturduğu yerden Kyoto’ya bakıyor. Budist merhamet tanrıçası Kannon tasvir ediliyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında ölen Japon askerlerinin anısına inşa edilmiş heykel 24 metre yüksekliğinde. İçine girip müzeyi gezdikten sonra Yasaka Tapınağı’na uğradık.
Gion Matsuri’ye ev sahipliği yapan Yasaka Tapınağı, Kyoto’nun bir başka ünlü tapınağı. Fenerleri her akşam yakılıyormuş. Hokanji Tapınağı’nın son kalıntısı olan Yasaka Pagodası da burada. Higashiyama Bölgesi’nin en görünür kulesi zaman zaman ziyaretçilere açılıyormuş ancak orada olduğumuz gün kapalıydı, dışardan izlemekle yetindik.
Artık günü noktalamanın ve güzel Japon mutfağının benzersiz lezzetlerine dalmanın zamanı geldi. Bunun için şehrin en uygun yerlerinden birindeydik. Pontocho adında dar ve uzun bir sokak adeta yiyecek meraklılarının tapınağı. Kamogawa Nehri’nin bir blok batısında uzanan dar sokağın her iki tarafında ucuz yakitori’den geleneksel ve modern Kyoto mutfağına kadar her cüzdana uygun seçenekler var. Sokağın doğu tarafındaki restoranların çoğu Kamogawa Nehri’ne bakıyor. Mayıs ayından Eylül ayına kadar, birçoğu akan suyun üzerine müşterilerin açık havada yemek yiyebileceği geçici platformlar inşa ediyormuş.
Kyoto’da bir günün daha sonuna geldik. Aslında Kyoto’nun da sonuna geldik çünkü saat 17:00’de Tokyo’ya hareket edeceğiz. Her türlü karmaşayı da göze alıp istasyona erken geldik. Bagajlarımızı bıraktığımız kilitli dolaplardan alıp Shinkansenimizi beklemeye koyulduk.
Yaklaşık 1,5 milyonluk nüfusuyla Kyoto’nun her köşesi nefes kesici tapınak ve mabetlerle kaplı. Bunlar hem yerli halkın hem de turistlerin huzurlu bir anı paylaşmak için bir araya geldiği yerler. İster kutsal nesneleri barındıran bir alan olsun, ister ibadet için olsun, her biri özel. Japonya seyahati düşünenler planlarını tekrar gözden geçirsin. Burası gezmekle doyulacak bir kent değil hele bizimki gibi birkaç günlük ziyaretle geçiştirilecek yer hiç değil.
Kyoto’ya ilk geldiğimizde, Japonya’daki herhangi bir modern şehir gibi görünüyordu. Yine de ara sokaklarda, dağ eteklerinde keşfedilmeyi bekleyen pek çok sır olduğu belliydi. Burası Japonya tanımını oluşturan bütün kavramların kesişme noktası. Güçlü bir gelenek duygusu, eski ahşap binalar, antik pagodalar, bozulmamış bahçeler, kiraz çiçekleri, huzurlu manzaralar ve hatta geyşalar…