Nelson Mandela’nın Ülkesindeyim

Serra GÜRÇAY – İki sene önce Avrupa’nın ortasından medeniyetin beşiği sayılan İsviçre’den valizleri toplayıp Afrika’nın taa ucuna Johannesburg’a taşınırken meraklı gözler ve soru soran bakışlarla karşılaştık. “Nasıl olur da dünyanın en güvenli ve medeni yerini bırakıp, iki minik çocukla Güney Afrika’ya gidersiniz” diyordu bu gözler… Gözlerin dili var konuşur ama en iyi tarafı cevap vermek zorunda kalmamanız…

Güney Afrika’nın uzaktan kötü bir şöhreti var özellikle de Johannesburg şehri dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri olma özelliğini taşıyor. Nitekim de öyle, dikkat etmez ve şehrin kendine özgü kurallarına uymazsanız, kendinizi silah tehditi altında bulup araba ve tüm kıymetli eşyalarınızı, daha tüyü yeni bitmeye başlayan esmer bir vatandaşa bağışlamak zorunda kalabilirsiniz. Bu tür hikayeleri her gün sık sık duyuyoruz…

Ama Güney Afrika’nın ünü bu kadarla bitmiyor, bu ülke dünya çapındaki tanınılırlığını siyah lider Nelson Mandela’ya borçlu…

Artık resmi olarak emekliye ayrılan Mandela sosyal arenada hala boy göstermeye devam ediyor. Özellikle Amerika’da çok destekleyicisi olan liderin en büyük hayranlarından biri de dünyanın en zengin siyahlarından sayılan meşhur talk show’cu Oprah Winfrey. Bir ulusun kaderini değiştiren, siyahlara özgürlüğün tadını öğreten lider dünyada en çok tanınan ve desteklenen kişilik olma özelliğini hala koruyor.

2000’li yıllarda Güney Afrika

Kendisini “Gökkuşağı Ulusu” olarak tanımlayan yeni Güney Afrika’da artık ırkların karıştığını, siyah, beyaz, Hintli ve melez çocukların birlikte okula gidip oynadığını görmek mümkün. Bu yeni nesle, eskiler “Hür doğanlar (Born-free)” ismini takmışlar, 90’lı yılların başında doğan bu gençler eski apartheid yıllarından habersiz büyüyorlar…Daha doğdukları yıllarda bile siyahlarla beyazların birlikte okula gidemediği, oynayamadığı ve hatta aynı mahallelerde oturamadığını şimdi eski bir masal gibi dinleyip inanmakta zorluk çekiyorlar…

Aslında değişim daha çok yeni, ilk demokratik seçimin yapıldığı ve siyahların iktidara gelip ırkçı yönetimi devirdiğinin üzerinden sadece ve sadece 10 yıl geçti. Bu sene Güney Afrika demokrasinin onuncu yılını kutluyor.

Bu ülkeye gelip de Mandela’nın etkisini görmemek mümkün değil…Her nereye giderseniz gidin bu renkli kişiliğin fotoğraflarını, üzerinde resmi bulunan hediyelik eşyaları, t-shirt’leri ve özel Madiba (liderin kendi dilindeki ismi) gömleklerini bulabilirsiniz …Yaşadığı ev, doğduğu sokak, 27 sene mahkum kaldığı Robben adası, ilk gençliğinde ayaklanmaları örgütlediği Rivonia’daki ev… şu an ülkenin en fazla turist çeken yerleri haline gelmiş. Siyahlar olduğu kadar beyazların da gönlüne taht kuran Mandela’nın “Rüyaları gerçekleştiren”, “Elinden şifa akan” ve “Özel bir sihiri” olduğuna inanılıyor… Bu karizmatik şahsiyete duyulan bağlılığı biz Türklerin anlaması aslında çok zor değil… Atatürk’e duyduğumuz hayranlığın taze versiyonu diyebiliriz kısacası… Eğer Atatürk bu çağda yaşasaydı, herhalde o da hediyelik eşya ve T-shirt’lere konu mankeni olmaktan şikayetçi olmazdı.

Yeni Güney Afrika’da artık değişik etnik gruplardan gençler birlikte alışveriş merkezlerinde turluyorlar. Özellikle Sandton bölgesinde bulunan ve Afrika’nın en büyük ve şık alışveriş merkezi olma özelliğine sahip olan Sandton City ve yeni ismiyle Mandela Square’de dünyada olup bitenden haberdar olup en son modayı rahatlıkla takip edebilirsiniz. Bunları yaparken de artık derinizin renginden çok cüzdanınızın ağırlığı konuşuyor.

Spor ve özellikle de futbol değişik ırkları birbirine kenetlemek ve dikkatleri deri renginden çok milli takımın performansına kaydırmayı en iyi şekilde yerine getiren aktivitelerin başında geliyor…

Gökkuşağında renkler karışır mı ?

Tüm bunları bir yana bırakıp, günlük yaşamın içine girip, Güney Afrikalılarla aynı sofrayı paylaşınca aslında işlerin göründüğü gibi olmadığını anlıyorsunuz. Sosyal yaşama gelince madalyonun öbür yüzünü görmek mümkün, hala okullarda, ofislerde veya mahallelerde herkes dostunu kendi deri rengine uygun seçiyor. Açık şekilde telaffuz edilmese de asırların getirdiği alışkanlık ve ırkların birbirini sosyal anlamda tanımaması bu durumu yaratıyor.Aslında bu işin sırrı biraz da “Gökkuşağı Ulusu” tanımlamasında yatıyor. Gökkuşağında olduğu gibi şimdilik ırklar yan yana birbirini fazla rahatsız etmeden yaşamayı öğreniyorlar ve dolayısıyla birbirleriyle karışmıyorlar. Kısacası ırklar arası tansiyonun kaybolduğunu söylemek için henüz çok erken… İlk demokrasi yıllarında, Mandela tüm Güney Afrikalılara birbirlerini “bağışlamayı” öğütlemiş ve buna dayanarak şimdi orta yaşlı ve yaşlılar eskiye sünger çekme çabasındalar, ama hala gözlerde birbirini suçlama ve kin izi ara ara kendini gösteriyor.

Biz aslında aynı ülkenin vatandaşıyız !

Nitekim şimdiye kadar beyazlar siyahları hiç tanımaya çalışmamışlar. Asırlardır aynı topraklarda yaşamalarına rağmen, beyaz ırk yanlarında ucuza çalıştırdıkları siyahların çoğu zaman soyadlarını bile bilmek istememişler. Şimdi yeni anlayışla, siyah gecekondu mahallelerine yapılan turlara turistlerin yanında beyaz Güney Afrika’lı yerliler de ilgi göstermeye başladı. Beyazlar gözlerini açıp asırlardır yaşadıkları ülkenin Avrupa’da değil de Afrika kıtasında bulunduğunu idrak etmeye çalışıyorlar. Artık okullarda İngilizce, Afrikaans (Hollanda dilinin eski bir versiyonu) dışında 9 yerel siyah dilden en az birini de öğrenmek gerekiyor. Sebatlı olan beyazlar bu ülkede kalıp siyahların yönetiminde gittikçe küçülen ekmek teknelerine sarılıyorlar…Diğerleriyse başta Avustralya, Yeni Zelanda ve İngiltere olmak üzere göç etme yollarını arıyorlar.

Güney Afrika’da yabancı olmak

Güney Afrika’da yabancı olmak Avrupa’da yabancı olmaktan çok daha kolay. Bir kere hala siyah ve beyazlar arasında telaffuz edilmeyen gerginliğe siz pek maruz kalmıyorsunuz. Siyahlar sizi beyaz ama “yabancı” olarak görüyor. Mandela’nın Avrupa ve Amerika’dan gördüğü destek düşünülünce yabancı beyazlar otamatikman “siyah sempatizanı” kategorisine giriyor. Beyazlara gelince onlar da sizi kendilerinden görüyorlar ve hatta Türkiye’yi Avrupa ülkesi olarak kabul edenler de çoğunlukta… Coğrafi olarak bizi Almanya’ya veya Fransa’ya çok yakın hatta “komşu” kabul ediyorlar.

Johannesburg’da yabancıların rağbet ettiği güvenlikli sitelerde “kolonyal” tarzı yaşam hala devam ediyor. Geniş alanlar ve kıtaya özgü bitki örtüsüyle süslenmiş bahçeler, ihtişamlı bir hayat tarzı, varlıklı kesimin vazgeçemediği ve ülkenin sunduğu nimetlerin başında geliyor. Bitmeyen bir yaz mevsimi, çocuklarınıza sağladığınız İngiliz sistemi eğitim ve çeşitli spor imkanları, nispeten ucuz hayat şartları… bu ülkeye kısa süre için gelipte yerleşen yabancıları anlamak için yeterli oluyor

Bu ülkede iş yapan Türklere de çok sık olmamakla birlikte rastlamak mümkün. Ticaret ile uğraşanlar, maden mühendisleri veya bizim gibi yabancı bir şirket adına gelenler arasında Türk isimlere gün geçtikçe daha sık rastlamaya başlıyoruz. Buraya ne vesileyle gelirseniz gelin ve yeni demokrasiye rağmen derinizin rengi sizi en az orta sınıf mensubu yapıyor. Tüm bunların üstüne bir de Afrika kıtasına özel bir merakınız varsa, bu coğrafyaya geldiğinizde vahşi hayvanlar, çeşitli kuş ve sürüngenler ile ilgili ne kadar sınırlı bilgiye sahip olduğunuzun farkına varıyorsunuz ve açığı kapatmak için kendinizi Afrika bozkırlarına bırakıyorsunuz.

Güney Afrika’nın Yarını

Mandela’nın getirdiği genç demokrasi ve siyahların kanunen beyazlarla aynı haklara sahip olması, devletin büyük çoğunlukla siyahlar tarafından yönetilmesi, eskiden beyazların monopolünde olan tüm sektörlerin yavaş yavaş siyahlara geçmesi…Kısacası iktidarın artık el değiştirmesi ve tüm bu gelişimin artarak devam etmesi bekleniyor. Tüm bu oluşumlar sonucu yeni zengin olan bir siyah sınıf ve gitgide genişleyen bir orta sınıf kendini göstermeye başladı. Tüm bunlara rağmen düşük gelirli nufusun tamamı hala siyah. Eskiden tüm ekonomiyi elinde tutan beyazlarsa gün geçtikte iktidar savaşını kaybediyor ve etmeye de devam edecekler.

Bu durumda Güney Afrika’nın gidebileceği iki yol gözüküyor. Ya şimdiye kadar olduğu gibi diğer Afrika ülkelerine model olacak ve Amerika’nın 60’lı senelerde Martin Luther King önderliğinde geldiği yoldan geçecek ve demokrasiyi önümüzdeki 10 -20 senede sağlamlaştıracak. Veya…elindeki beyaz nitelikli nüfusu göç yoluyla kaçırarak gerçek anlamda Afrikalılaşacak.

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ

OKUMA ÖNERİSİ