Başar KURTBAYRAM – Mozambik, Afrika’nın güneyinde uzun sahilleri, deniz ürünleri, dalış noktaları ve 30 seneden fazla suren iç savaş sonrası demokrasiye yaptığı yumuşak geçişi ile tanınıyor.
Eskiden Arap tacirlerinin en fazla ticaret yaptıkları yerlerden biriymiş burası, öyle ki Mozambik isminin bölgedeki bir adayı üs haline getiren ve bölgedeki ticareti idare eden Musa Bin Mbeki adli tüccardan geldiği söyleniyor. Maputo, Mozambik’in başkenti ve altyapısı en iyi yeri. Buna karşın ülkenin ekonomisi iyi olmadığı ve her şey bir toparlanma sürecinde olduğu için çevre bakımsız, caddeler dilenci dolu. Güvenlik çok kötü değil ama ara caddelerden kaçınılması, üstte değerli şeyler taşınmaması (mesela fotoğraf makinesi gibi), karanlık olduğunda sokakta dolaşmak yerine taksiye binilmesi tavsiye ediliyor.
Bugün şehri yürüyerek gezelim istedim; Avenida da Marginal, Maputo’nun merkezinden 20 km kadar kuzeye kumsala paralel uzanan uzun bir cadde. Şehre doğru yürümeye yolun yarısından havaalanı kavşağında başlıyoruz. Solumuzda deniz şehire doğru gidiyoruz, kumsalda ilk karşımıza çıkan 7-8 ayrı lokantadan oluşan balık mekanları, bunun biraz ilerisinde Holiday Inn oteli sahilin 500 metresini kapamış ama kumsal yine herkese açık. 10 dakika sonra mayın patlaması sonucu sakat kalmış kimselerin ürettiği el sanatlarının olduğu bir mağazaya varıyoruz. İç savaş sırasında döşenen mayınlar bugün hala can almaya devam ediyor. Ozellikle 4 sene önceki sel felaketi sonrası mayına bağlı can kaybı artmış, çünkü selle birlikte mayınlar yer değiştirmiş, yeni yerlerini ancak üzerine basınca anlıyorlar. Biraz daha ötede Maputo Denizcilik kulübü var; hemen deniz kenarında büyükçe bir lokanta ve ufak yat limanında elliden fazla yelkenli ve kotra dikkatimizi çekiyor. Denizde ise tek bir tekne gözükmüyor, öğlen sıcağında kimse denize açılmak istemiyor anlaşılan.
Yat kulübünden şehre kadar yürüyüşümüzde aralara serpilmiş çay/bira bahçeleri, balık tutanlar, banklarda tembellik edenleri geçiyoruz. Şehrin girişinde Robert Mugabe meydanına gelmeden az önce kuzeydeki anayollar köprülerle birleşiyor. Biz yaklaşınca deniz kenarında oturmakta olan üç kişi hareketleniyor, bakışları pek tekin değil. Onlardan uzaklaşıp asfalta çok yakın yürümeye başlıyoruz ki, birisi koşup arkamıza geçiyor, diğeri önümüze geçip, en cüsseli olanı ise doğrudan üzerimize geliyor. Bu kesinlikle iyiye işaret değil, mecburen duruyoruz. Adam ilk önce eliyle dilenir gibi hareket yapıp sonra birden eşimin sırt çantasına yapışıp ” çabuk çantanı bana ver” deyip asılıyor. Bende bir yandan çantaya asılıp bir yandan da adama bağırıyorum, onlar üç kişi, henüz silah görmedim ve olması yüksek olasılık. İçimden “yine soyuluyoruz” derken, yoldan geçen iki araba yavaşlıyor. Arabaların yavaşlaması adamları şaşırtıyor, cüsseli olanı çantayı bırakıyor. İşte o an ne kadar hızlı koşabileceğimizi test etme imkanı buluyoruz, hiç fena değiliz. Bizim müstakbel hırsızlar da hızımıza ulaşamayacak olduklarına inanıyorlar ki, ters yönde gözden kayboluyorlar. Biz de soluk soluğa Avenida 25 de Setembro caddesine dalıp en yakın büfeye kendimizi atıyoruz. Ee öğlen sıcağında sprint atmak her zaman yaptığımız bir şey değil, dinlenmeli biraz….
Güvenlik hakkında söylenenleri daha ciddiye alarak Avenida 25 de Setembro üzerinde yürüyoruz. Caddede 20 dakika kadar ilerledikten sonra sadece cumartesileri açılan ve yerel el sanatlarının satıldığı Praca 25 de Julho meydanında biraz soluklanıyoruz. Burası tam bir cümbüş; satıcılar yaptıkları batikleri, sepetleri ve bazı tahta işlerini ağaçlara asmışlar,hepsi rüzgarda savruluyor, herkes size bir şeyler satmak için etrafınızda pervane. Her turist gibi vazifemizi yapıp hediyelik eşyaları çantamıza atıyoruz, fiyatlar dipte. El sanatları pazarını terkedip caddeye donuyoruz, iki sokak ötedeki “Mercado Central” (Merkez pazar) in dış yüzü ilgimizi çekiyor , kolonyal donemde yapıldığı çok açık. Pazarın yarısı kapalı alanda içeride her türlü baharat, kurutulmuş balık, timsah eti, giysi, buraya özgün sebze ve meyveler satılıyor. Mozambik’in önemli üç ihraç urunu cashew, karides ve peri-peri adındaki baharat. Cashew, fasulye tanesi büyüklüğünde, böbrek biçimli lezzetli bir tür fıstık. Meraklısı merkez pazardan çuvalını 12 dolara alabilir, İstanbul’da kilosu bu kadardı galiba. Pazarda özel karides bolumu var, nasıl olmasın, çeşitte sınır yok: 1-3 santimlik bildiğimiz karidesten, 15-20 santimlik kaplan karidese kadar her boy, her cins karides bu sulardan çıkıyor. Özellikle 20 santimlik kaplan karidesler günlük uçuşlarla Avrupa’da lüks restoranlarda cüzdanına güvenenler için yola çıkıyor. Peri-peri, parlak kırmızı renkli, bir parmak boğumu büyüklüğünde bir acı biber cinsi. Yediğinizde dudaklarınızda keskin bir acı başlıyor, oradan yanaklarınıza , yeteri kadar yediyseniz yemek borunuza (akşam yemeğindeki durumum) ve acısı kolay kolay geçmiyor.
Merkez pazarın arkasındaki sokak bayramlarda bizim Eminönü meydanı gibi satıcılar kaldırıma yayılmış yürüyecek yer yok ve aklınıza gelebilecek her turlu mal var: plastik ayakkabılar, çoraplar, küçük radyolar, battaniye, yardim kuruluşlarının dağıttığı ikinci el giysiler (evet gelişmiş ülkelerden yardim amacıyla toplanan kullanılmış giysiler her zaman bedava dağıtılmıyor), motor parçaları, çalı eti (yerel adıyla bush-meat’in tipik avlanma şekli; çalılar çember seklinde ateşe verilir, ateşten kaçan hayvanlar bir şekilde öldürülür ve bush-meat – çalı eti- olarak satılır), ilaç niyetine bitki kökleri …
Buradan Praca de Independencia ya geliyoruz, hazır pazar gezmeye başlamışken meydandaki halk pazarına bakmadan olmaz. Burası az önce girdiğimiz merkez pazarın biraz daha salaş ve içi birahane dolu olanı. Tezgahlar arasına 3-4 sandalye bir buzdolabı atan başlamış bira satışına, nerdeyse her on tezgaha bir birahane düşüyor; domates, balık ve ayakkabıların hemen yanında çakırkeyif yüzler. Halk pazarından çıkıp hemen sola dönünce bu kez tavuk pazarına giriyoruz. Mozambik’in altyapısı iç savaşta yok olduğu için ulaşım çok yavaş ve buzdolaplı kamyon yok gibi bir şey. Peki inek eti, tavuk eti nasıl taşınacak; etlerin bozulmasını engellemek için hayvanlar canlıyken tabii. Pazarda adına yakışır biçimde tavuktan başka bir şey yok, mehter marşıyla girip İzmir marşıyla çıkıyoruz. O hızla katedrali geçip Jardim Tunduru botanik bahçesine yönleniyoruz.
Bahçenin kapısındaki satıcılardan açlığımızı yatıştırmak için bir şeyler alırken 5-6 minibüs kornalar çalarak geliyor; düğün alayı. Gelin-damat önümüzden geçip giderken, şarkılar söyleyip dans ediyorlar. Sonra yine minibüsler geliyor, yeni damat-gelinler önümüzden geçiyor. Biz şaşkın bir şekilde bakınırken düğün alayındakilerden biri durumu açıklıyor: ” Bizim kabilede evlilik töreni sabah başlar, gelini evden alırız, sonra kilisede evlenmeye gideriz. Bu bitince belediyede resmi olarak imza atarız, sonra açık havada bir yere gelir şarkılar söyleriz, siz şu anda bunu görüyorsunuz. Şarkılar bitince yemek yeriz, gelin ve damat tarafı birbirine hediyeler verir. Hediye faslı bitince hep beraber bira içeriz. Ertesi sabah ayılınca tekrar öğlen yemeği yer ve dağılırız”. Anlaşılan bütün düğünler bu takvime sıkı sıkı uyduğu için düğün alayları aynı anda şehir merkezindeki tek bakımlı yeşil alana aynı anda varmaya başlamıştı. Etraf ana baba günü oldu, oturduğumuz yerden ağaçlar izin verdiğince şarkı söyleyip dans eden dört ayrı grubu görebiliyoruz ama gerideki ağaçların arasından başka grupların sesleri de gelmeye başlıyor. Cumartesi akşamüstü Maputo’da ağaçların altında sekiz ayrı Afrika şarkısını aynı anda dinleyip, dört ayrı düğün grubunu seyrediyoruz. Gezmeyi seviyorum!