Çiğdem Ülker – Bir On Kasım sabahı, dördüncü katın penceresinden bakıyorum Manastır’a . Karşıdaki boş, taş evin tül perdeleri aralanıyor. Beyaz elbiseli, dalgalı sarı saçlı, incecik bir genç kız silueti beliriyor.
Bakıyor sokağa. Onun baktığı noktaya çeviriyorum bakışlarımı. Gencecik bir lise öğrencisini , Mustafa’yı görüyorum yüzünde tutkuyla.
Kısacık bir an, Manastır’da bir kasım sabahı, güneş sisi delmeye çalışırken görüyorum onları.
O gün , Manastır’ın eski sokaklarında dolaşıyorum. Atatürk’ün ölüm yıl dönümünde , bu kentte yapılacak tören için buradayım.
Gerçek bir Manastırlı’yla tanışıyorum ilkin. Manastır Türk-Makedon Dostluk Derneğinin kurucularından Mithat Cemal Bey’le. Kentin eski evlerini gösteriyor bana, heyecanla, gururla. Her taşı tanıyan, her balkonu seven sesi bazen durgunlaşıyor.. “Bütün ailem İstanbul’da, yazları ben de gidiyorum, Boğaz’a bakıp ağlıyorum” diyor, “Ama ben gitmeyeceğim, burada öleceğim, bu şehrin bekçisiyim, Atatürk’ün hatırasının nöbetçisiyim” diye ekliyor. Tüylerim ürpererek dinliyorum Mithat Bey’i.
Şehir akıp gidiyor yanımızdan Büyük Cadde’de.
Yapımına 1910’da Osmanlı idaresince başlanılan ve bitirilemeyen Ordu Evi’ni geziyoruz.. Karşıdaki büyük kapı açılıyor. Heybetli bir yaşlı paşa yâverine bir şeyler anlatıyor, eli , hâki renkli üniformasının cebinde. Beni görüyor, elimi nasıl güçlü sıkıyor. “Hoş geldiniz Hoca hanım, Dersaadet’ten bir nefes getirdiniz.” “Hoş bulduk efendim” diyorum “Ankaralı’yım ben, Cumhuriyet’in kızıyım”
Gülümsüyor bana, hem sevinç hem hüzün dolu gözlerle.
Çıkıyoruz, taş evler, dantelalı balkonlar,Gotik,Türk,Venedik, Grek tarzı mimarîleriyle öyle duruyorlar.
Ancak çok eski şehirlerde hissedilen o duygu karmaşası içindeyim. Sokak çok kalabalık. Otuz beşinci Osmanlı padişahı V. Sultan Reşat , bayraklar alkışlar arasında Dragon Boyu’nda yürüyor. Kameraman Milton Maniki filme çekiyor bu tarihî sahneyi. Yıl 1909, insanların arasındayım. Askerî İdadî’nin müdürü Mehmet Tevfik Bey’i görüyorum, elinde bir kitap var, Padişahın Manastır’a gelişi şerefine yazılmış bir kitap bu. Okuyorum, “Manastır Vilayetinin Tarihçesi”. Mehmet Bey’in solmuş bir resmini ve eserinin Sırpça çevirisini bir kez daha göreceğim, on gün sonra.
Fahri Kaya Bey, mavi gözlerinde derin bir hüzünle Glişa Elizoviç’in çevirisini gösterecek bana. Resim, Fahri Bey’in kütüphanesinden bize bakıyor. Biz, Manastır meydanındayız. Eski Cami’nin yanı başındayız, geçmiş ve gelecek günlerin tanığı Saat Kulesine bakıyoruz.
Mithat Beyin bazen bulutlanan gözleri, kırk yıllık hemşehrisi, çocukluk arkadaşı, Sotir Glavinçe’ye bakarken ışıldıyor. Bu iki eski Manastırlı, birbirlerine nasıl içten ve temiz gülümsüyorlar. Kentte kurulan “Türk-Makedon Dostluk Derneği”nin mimarları onlar. Atatürk’ün dört yıl okuduğu Askerî İdadî’ nin bir odasını onun hatırası için hazırlamışlar. Ata’nın bir büstü de var. Saat 9.05’te Ata’nın büyük elçisi, Ata’nın bir askeri ve Ata’nın bir öğretmeni, ben, selâmlıyoruz onu. İçimiz titriyor, kalplerimiz dopdolu. Anıt Kabir’e iki bin kilometre uzaktayız ama Ata’ya ne kadar yakındayız. Aynı anda gürül gürül akan bir suyun sesini duyuyoruz. Atatürk Barajının suları Harran’a akıyor. Suyun sesini bu odada duyuyoruz, dağları, yolları, yılları aşıyor bu ses.
Manastırlılar da selamlıyor Ata’yı. Bu 10 Kasım sabahı, saat 9.05’te çağı değiştiren, bir milletin kaderini değiştiren Ata’nın dostu olmaktan, onun dört yıllık hemşehrisi olmaktan onlar da gurur duyuyorlar. Makedonca’da hâlâ yaşayan yüzlerce Türkçe sözcük havada uçuşuyor.
Nizamettin Asım Bey, Ata’ya niçin Kemal adının verildiğini anlatıyor, titreyen sesiyle. Pelister Dağında bir serin rüzgâr, tepeye tırmanıyoruz.
Kökü derinde bu ağaçların ve dalları gökte serin.
Türk milletine adanmış elli yedi yıllık bir ömür. Lokantanın müziğini dinliyorum. Duyuyorum. Hayır, “Tamburî Cemil Bey çal(m)ıyor eski plâkta”. “Bir zamanlar, Manastır’da vardı” denilen bin iki yüz piyano, bir Rumeli türküsüne eşlik ediyor. Bozkır’da bir Çankaya akşamında Atatürk mırıldanıyor.
“Manastır’ın ortasında var bir havuz/Canım havuz
Manastır’ın ortasında var bir çeşme/canım çeşme.”
Üsküp’e dönüyoruz. Davut Paşa Hamamının, yüzyıllara meydan okuyan kubbesi, Bitpazarının eski ve dertli dükkânları bizi dostlukla karşılıyor.
Kurşunî bir yağmur yağıyor Üsküp’e.