İspanya’yı Madrid’le tanıyıp, Barcelona ile sevmiştim. Granada’nın Alhambra Sarayını, Cordoba’nın sütunlu camisini, Ronda’nın uçurumlarını gördüğümde bu topraklara hayran kaldım. Cadiz, Marbella, Sevilla, Valencia gibi kentler büyüleyiciydi. Ama ya kuzey sahilleri… Okyanusun dövdüğü dev kayalar, Bask’ın inatçı insanları, La Rioja’nın bağları, San Sebastian’ın lezzetlerini hep duyuyordum ama hiç görme fırsatım olmamıştı. 6 Ekim’de herşey değişti ve 9 günlük bir yolculuk planıyla Bilbao’ya gittim. Kuzey İspanya’nın tamamını olmasa da büyük bölümünü görme fırsatı buldum. Artık kimse bana Madrid, Barcelona ya da Sevilla demesin. Ben kalbimi Bask, La Rioja, Navvara, Cantabria ve Asturias’ta bıraktım. İspanya’ya yolum tekrar düşer mi bilmem ama gidersem biletimi Bilbao’ya alacağımdan eminim.
Sonbaharda Kuzey İspanya
Kuzey İspanya’yı keşfetmek için başladığımız gezimiz sona erdi. “Yolculuğunuzun anıları tazeyken yazın” derler, her gezginin bu nasihati dinlemesinde fayda var. İspanya hakkında bildiklerimi, gözlemlerimi tamamen değiştiren bu harika bölgeyle ilgili izlenimleri bu yazıda derlemeye çalıştım.
6 Ekim 2017’de Bilbao’dan başlayan yolculuğumuz yine aynı kentte sona erdi. 9 gün süren yaklaşık 1.400 km’lik yolculukta sırasıyla Bask, Navvara, La Rioja, Burgos, Cantabria ve Asturias bölgelerinden geçtik.
Gezi boyunca gördüğümüz kentlere, tarihi ve doğal güzelliklere yer verdiğimiz bu sayfalar bölgeye seyahat edeceklere fikir verebilir. Ancak bu yazı detaylı bir gezi rehberi değil. Daha çok güzergahımızda gördüklerimizin bir özeti.
Yazının sonunda yol güzergahımızı, fotoğraf ve kaynak bilgilerin yer aldığı linkleri bulabilirsiniz…
Bask Bölgesi ile ilk tanışma – Bilbao (6 Ekim 2017)
İstanbul’dan 6 Ekim’de havalanan TK1315 sayılı uçağımız gecikme olmadan tam zamanında Bilbao havaalanına indi. O günkü en büyük korkumuz hava durumuydu. Ekim ayında bölgeye sık sık yağmur yağdığı bilgileri keyifimizi kaçırmıştı. Uçak Bilbao üzerinde alçalırken herkesin sözünü ettiği o bulutları gördük. Gri, bulanık bir havada Bilbao havaalanına indik.
Bilbao havaalanı bu kente gelenleri karşılayan ilk sanat eseri. 2000 yılında açılmış. Mimarı dünyaca tanınmış bir isim; Santiago Calatrava. Dıştan bakıldığında uçan bir güvercini andıran bu ilginç havaalanından çıkıp arabamızı alacağımız alana gitmek için otobüs beklerken yağmur başladı. Bugünü Bilbao’ya uğramadan San Juan Gaztelugatxe ve Guernica üzerinden San Sebastian’a hareket ederek geçirecektik. Yağmur nedeniyle bir süre tereddüt etsek de plana sağdık kalıp ilk durağımız San Juan Gaztelugatxe’ye doğru yola çıktık.
Korsanların izinden San Juan Gaztelugatxe
Yola çıktığımızda başlayan hafif yağmur bir süre sonra durdu. Yerini güneşli bir havaya bıraktı. BI-631 nolu yolda manzara nefisti. Bu yol, bundan sonra göreceğimiz muhteşem manzaraların da açılış galası gibiydi.
Adını söylemeyi bir türlü beceremediğimiz Gaztelugatxe’ye vardığımızda aracı park edip bu ünlü adaya doğru yürümeye başladık. Yağmur nedeniyle zemin kaygandı ve patika yolda iniş ve çıkışlar tehlikeliydi. Gaztelugatxe’ye çıkan 241 basamak dar bir köprü üzerinden adaya bağlanıyor. Bir zamanlar korsanların durağı olan, ortaçağda cadıların yakılmadan önce bekletildiği bu ada günümüzde Game of Thrones dizisinin çekimlerinde kullanılmış. Haliyle oldukça popüler.
Tepede bulunan kilisenin çanını çalmak bizde dağ başıda bir ağaca bez bağlamak gibi birşey. Bunun için bunca yolu katedenler varmış. Santiago de Compostela’ya yürüyerek giden Hıristiyan hacıların da uğrak yeri olan bu adada turistlerin sayısı da oldukça fazla. Atlantik Okyanusu’yla karşılaştığımız bu ilk duraktan ayrılıp Guernica’ya hareket ettik.
Kutsal ağaç ve Guernica (Gernica)
Guernica ya da baskların dilinde Gernica, bu bölge görmeyi en çok istediğimiz yerlerden biriydi. Bu kasaba Bask halkının kalbinde çok özel bir yere sahip. Bask kültürünü tanımak, bu havayı solumak için görmeden geçilemeyecek bir yer. Herşeyin başladığı yer de diyebiliriz.
Kasabanın tarihi 14. yüzyıla uzanıyor. Aslında bir geleneğin tarihi de denebilir. O tarihte, Bizkaia olarak da bilinen bu bölgenin insanları kendi seçtikleri temsilcilerini buraya gönderirmiş. Gelenler bir ağaç altında toplanıp kendi sorunlarına çözüm arar, kararlar alırlarmış. Modern parlemento sisteminin Avrupa’daki ilk oluşumu da denebilir. Ağaç altı toplantıları zamanla yapılan meclis binalarına taşınsa da o ağaç yıllarca yerinde kalmış ve bugüne dek korunmuş. Artık kökleri olmasa da bu ağaç için yapılan özel bir anıt içinde korumaya alınmış. Bask Bölgesini ilgilendiren kararlar bugün bu ağacın yanında kurulan mecliste alınıyor. Yüzyıllar içinde kuruyup korumaya alınan ağacın yerine yenisi dikilmiş. Henüz çok genç ama toprağa saldığı sağlam kökler sayesinde yüzyıllara direnecekmiş gibi görünüyor. Ağacın fotoğraflarını çekerken bizi gören bir Basklı önce gülümsedi sonra gururla ağaçlarının ve geleneklerinin ne kadar eski olduğunu anlatmaya çalıştı. Parkta koşturan küçük çocuklar için bu gibi sembollerin anlamı nedir bilinmez ama parlemento meydanında bankta oturan, siyah şapkalı yaşlılar herşeyin farkında! Gelecek nesillerin de bu geleneği sürdüreceklerinden emin gibiydiler…
Bu kasabanın sanatla da güçlü bir bağlantısı var. Bu bağlantının yaratıcısı da ünlü ressam Pablo Picasso. Yaptığı Guernica tablosu dünyanın en ünlüleri listesinde. Aslında onu bu tabloyu yaratmaya iten nedenler oldukça farklı. Bu kasaba 1937 yılında Alman Nazi uçakları ve İtalyan Faşistlerin filolarınca yerle bir edilmiş. Bu kararı alan da o yıllarda İspanyayı yöneten ve adı tarihe diktatör olarak geçen General Francisco Franco.
Getaria’da akşam yemeği
Guernica’da acıkmıştık ama yemek hedefimiz Getaria’ydı. Guernica’dan ayrılmadan önce kasaba meydanında tesadüfen keşfettiğimiz dondurmacıda nefiz lezzetlerle tanıştık. Buranın dondurması yol boyunca tadacağımız diğer dondurmalar için bir örnek oldu ve bu tadı gezi boyunca hiçbir yerde bulamadık.
Getaria, Guipuzcoa körfezinde bir balıkçı limanı. Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra buraya vardığımızda hava kararmıştı. Kasabayı gezmeye fırsatımız olmadı ama limana tepeden bakan The Mayflower’da bölgenin ilk balıklarını taddık. Sonuç harikaydı.
Film gibi şehir: San Sebastian (7 Ekim)
Karnımızı doyurduk, saat de geç oldu, yorgunluk da var… Bu durumda San Sebastian’a girmedik ve şehir dışında bulduğumuz otele yerleştik.
Ertesi gün nefis bir hava bizi bekliyordu. San Sebastian’a geldiğimizde arabayı park etmeden önce kenti gezdik. Yürüyemeyeceğimiz uzaklıktaki yerleri önce arabayla görüp kısa bir şehir turundan sonra park edip San Sebastian’ı keşfe başladık. Sokaklar kalabalıktı, bunda havanın da etkisi büyüktü. Sahile indiğimizde kentin ünlü La Concha plajıyla karşılaştık. Sörf yapanları izleyerek okyanusun çekilen sularında yürümek keyifliydi. Bu mevsimde sahilde güneşlenenleri, okyanusta yüzenleri görmek de şaşırtıcı oldu. Havadan yana şansımız iyi gidiyordu.
Sahilde zaman geçirmek o kadar kolay oldu ki saatlerin nasıl geçtiğini anlayamadık. Heykeltraş Eduardo Chillida’nın “Güneş Tarağı” adlı eseri, Zurriola ve Ondarreta kumsalları, cafeler, barlar, köprüler bu kentin turistleri baştan çıkaran mekanları. Yolunuz bu kente düşerse bol bol yürüyün. Constitucion meydanı, köprüleri, Maria Cristina oteli, balıkçı limanı, Monte Urgull ve Monte Igueldo tepelerine uğramadan dönmeyin. Yorulduğunuzda dinlenecek ya da karnınızı doyuracak yerler oldukça fazla.
Tarihi kentin dar sokaklarında pintxo barlardan Michelin yıldızlı restoranlara kadar çok geniş bir yeme içme imkanı var. Gastronomik harikalar diyarında aç kalmayacağınızdan emin olabilirsiniz. Mimari özelliği ve büyüleyici doğasına yeme içme kültürü de eklendiğinde San Sebastian bütün övgüleri, iltifatları ve alkışları hak ediyor.
Pamplona sokaklarında boğa korkusu olmadan yürümek (8 Ekim)
San Sebastian’dan ayrıldık, Pamplona’ya gidiyoruz. Fransa sınırındaki Irun’dan güneye ayrılıp yaklaşık bir saatlik bir yolculuktan sonra boğa şenlikleriyle ünlü kente vardık. Boğaların insanları kovaladığı dar sokaklarda yürümek keyifliydi. Pamplona’ya girdiğimiz saatlerde sokakların bazıları trafiğe kapalıydı. Kentte bir koşu düzenleniyormuş. Bu sefer boğalar değil insanlar koşuyordu. Katedral ve tarihi kent merkezinde biraz dolaştıktan sonra Cafe Iruna’da kahvelerimizi içtik. Bu cafe yıllar içinde bizim gibi pek çok konuk ağırlamış. Bu konuklardan biri hem burası hem de İspanya için özel bir yere sahip. Bu kişinin adı Ernest Hemingway!
Pamplona ve Ernest Hemingway adı birbiriyle o kadar bütünleşmiş ki bu konuda belgesellere, filmlere, şarkılara rastlamak mümkün. Bugüne dek kimse bu bölge için onun yaptığını yapamamış. İspanyol kültürünü, halkını, günlük yaşamı yazdığı Güneş de doğar romanıyla dünyaya tanıtmış. Belki de bizim gibi duvar dibinde, dev aynanın hemen altında oturduğumuz masada oturdu, camdan baktığında muhtemelen gördüğü binalar bizim gördüklerimizle aynıydı… Yolunuz buraya düşerse gelmeden bu romanı okumakta fayda var!
Şarap kokulu yol: La Rioja
Pamplona’dan sonraki hedefimiz La Rioja bölgesiydi. Günün kalan kısmını bu bölgede geçirecektik. İlk durağımız Logroño kentiydi. Buradan Laguardia kasabasına uğradık. Yol uçsuz bucaksız bağların arasından geçiyordu ve bir tepe üstünde kurulan Laguardia’nın görüntüsü ve arkada yükselen Cantabria dağları büyüleyiciydi. Kasabanın etrafı surlarla çevrili. Küçük bir meydanı ve bu meydanı çevreleyen restoranlarda bölgede üretilen şaraplar tadılabilir. Geçmişi 10. yüzyıla uzanan kasabanın ana caddesinde onlarca şarap tadım mekanı var. Hepsinin birbirinden farklı mahzenleri eski zamanlarda kasabanın savunma tünelleri olarak da kullanılıyormuş.
Sadece Laguardia ve çevresi için en az bir haftalık tur gerekiyor. Yolumuz uzun ve zamanımız dar olduğundan istemeden de olsa bu kasabadan ayrıldık.
La Rioja bölgesi dünyanın ünlü şarap bağları ve mahzenlerine ev sahipliği yapıyor. Her biri gezmeye, görmeye değer yerler. Tadım odası ünlü İngiliz mimar Zaha Hadid tarafından Bodegas R. López de Heredia, meşe fıçılarıyla ünlü Bodegas La Rioja Alta, ünlü Bask mimar Iñaki Aspiazu tarafından tasarlanan ultramodern Bodegas Baigorri, mimar Santiago Calatrava’nın elinden çıkmış Bodegas Ysios, Frank Gehry’nin tasarladığı Marqués de Risca ve adını sayamayacağımız onlarca bağ ve şarap eviyle La Rioja başka bir dünya. Yolumuzun üstünde olduğundan Marqués de Risca’ya uğrayıp mahzenlerini ve Frank Gehry’nin tasarladığı çılgın binayı görmek istedik. Randevumuz olmadığından mahzenleri ziyaret edemesek de bu ilginç binayı yakından görme imkanı bulduk.
Buralara gelip Balcon De La Rioja’ya uğramamak olmaz. Vadiyi en iyi görebileceğiniz yer işte bu “balkon”. Manzara oldukça etkileyici. Samaniego köyü yakınlarındaki bu dağdan La Rioja’yı bir uçtan diğerine saatlece izleyebilir, şarabınızı yudumlayıp keyifli bir zaman geçirebilirsiniz.
Bağlar arasında uzanan kıvrımlı yollarda görmeye değer ortaçağ kasabaları var. Tepelerin aralarında gizlenen taş evler, yol kenarlarında sıralanan şarap mahzenleri , bağlar ve içlerinde birbirinden güzel evlerle La Rioja gezimizin unutulmayacak rotalarından biriydi.
La Rioja’ya veda etmeden önce Haro kasabasına uğradık. Siesta zamanına denk geldiğimizden yine her yer kapalıydı. Kasaba meydanında bulabildiğimiz bir cafede yorgunluk kahvelerini içtikten sonra gece konaklayacağımız Miranda de Ebro’ya ulaştık.
Cantabria’dayız! İlk durak Santander… (9 Ekim)
Santander’e öğle saatlerinde girdik. Şehir merkezi San Sebastian kadar süslü ve gösterişli olmasa da etkileyici bir güzelliğe sahipti. Tarihi binaları, plaj ve parklarıyla Cantabria bölgesinin bu en önemli şehrinde ilk durağımız Magdelena Sarayı’nın bulunduğu parktı. Kent plajlarını, okyanusu, deniz fenerlerini en güzel görebileceğiniz yer burası. Kent merkezi ve sahil yürüyüşleri sizi Renzo Piano’nun tasarladığı Centro Botín sanat galerisine çıkaracak. Sanata merakınız yoksa da bu bina ilginizi çekecek. Güzel bir balıkçı lokantasında karnımızı doyurduktan sonra Suances’e hareket ettik. Cantabria bölgesinin bu muhteşem okyanus köyünde güneşi batırıp geceyi burada okyanusa bakan, uçurum kenarındaki nefis bir otelde geçirdik.
Altamira mağarasının derinliklerinden Picos de Europa dağının zirvesine (10 Ekim)
Suances’ten Altamira mağarasına 15 dakikada ulaştık. Tarih öncesi döneme ait resim ve güzel sanatlar evreninde oldukça önemli bir yer tutan bu mağara gezimizin vazgeçilmez bir durağıydı. Tur otobüsleriyle gelen turist kalabalığına yakalanmadan mağaraya (aslının replikası, orjinal mağara ziyarete kapalı) girdik. 1875’te yörenin soylularından Marcelino de Sautuola tarafından bulunan mağarada hayvan kemiklerinin yanı sıra çakmaktaşından yapılmış çeşitli araç gereçler de keşfedilince bölgenin kaderi değişmiş . 1879’da mağaraya da “güzel görünüşlü” anlamına gelen Altamira adı verilmiş.
Mağara ziyaretimizi tamamlayıp Comillas’a doğru yola koyulduk. Comillas, İspanya’nın Atlantik Okyanusu sahillerinde küçük bir kasaba. Bir zamanlar balina avcılığıyla geçimini kazanan kasaba sakinleri bugün turizmin nimetlerinden yararlanıyor. Comillas’ı diğer sahil kasabalarından ayıran bir özelliği daha var. Gaudi’nin yaptığı El Capricho. Listemizde yer alan bu mekana öğleden sonra vardık. Bu masal evi gezdikten sonra kasabanın sokaklarında biraz dolaşıp bir sonraki hedefimiz Picos de Europa’ya yöneldik.
Picos de Europa, İspanya’nın en güzel manzaralarından birine sahip bir bölge. İspanyolların övündüğü bir milli park. Asturias, León ve Cantabria bölgelerine yayılan dağlara giden N-621 karayoluna bağlandıktan hemen sonra doğa da değişti. Dar ve virajlı ama bir o kadar da keyifli bir yolla Potes kasabasına ulaştık. Dağlarla çevrili bu kasabaya girdiğimizde sanki bir zaman tüneline adım atmış gibi hissettik. Yüzyıllarca el değmemiş, mimarisi hiç bozulmamış Potes bir film seti gibiydi.
Cantabria bölgesinin en ayrıcalıklı kasabalarından olan Potes’te konaklayacaktık. Ama önce Picos de Europa’nın zirvesine çıkmak için CA-185 yoluyla Fuente Dé gittik. Buradan bindiğimiz füniküler ile 4 dakikada dağların zirvesindeydik. Manzara muhteşemdi. Aşağıya inmek için son finükülere zor da olsa yetişebildik.
Oviedo, Gijon, Ribadesella (11 Ekim)
Okyanustan dağlara uzanan yolculuğumuzda Picos de Europa’yı da geride bıraktık. Tekrar okyanusu görme zamanı gelmişti. Akşam konaklayacağımız Gijon’a hareket ettik. Yolda Oviedo’da mola verdik. Oviedo, Kuzey İspanya’nın en önemli kentlerinden biri. 8. yüzyılda kurulmuş. Ovetum adıyla Asturia Prensliğinin uzun bir süre başkenti olmuş. Bölgenin ortaçağ karakterini en iyi yansıtan kentlerinden biri… Tarihi kent merkezinde görmeye değer çok sayıda bina, heykel, katedral, çarşı, pazar var. Restoran ve cafeler de ayrı bir güzellik. Her biri müze havasında. İç detayları incelemekten yeme içmeye zaman bulamayabilirsiniz.
Bu güzel kentten ayrılmak hiç kolay olmadı ama zamanımız azalmış dönüş yoluna çıkmaya sadece bir gün kalmıştı.
Gijon, bu bölgenin önemli kentlerinden… Asturia bölgesinin ortasında yer alan kent eski çağların önemli bir limanıymış. Mayor Bella meydanı, nefis kumsalları ve Roma kalıntılarıyla olduğu kadar Akdenizi andıran iklimiyle de İspanyolların önemli bir tatil merkezi.
Gijon bu yolculuğumuzda Kuzey İspanya’nın ulaşabildiğimiz en batı noktası oldu. Artık Bilbao’ya dönme zamanı gelmişti.
Sahil yoluyla giderken Faro de Lastres tabelasını gördük. Hesapta olmayan bir sürprizdi. Lastres fenerine ulaştığımızda manzara muhteşemdi. Bir uçtan diğerine uzanan Atlantik sahillerine tepeden bakıyoruk. Arkamızdaki dağlar, önümüzdeki okyanıs, dibimizde yükselen beyaz deniz feneri…
Bu geceyi yol üzerinde tesadüfen bulduğumuz bir otelde geçirdik. Colunga yakınlarında konaklayacaktık. Otelin adı Hotel Los Caspios. 8 odalı bu minik otelin hikayesini akşam otel görevlisinden öğrendik. Bina 1930’larda İspanyol iç savaşının ünlü bir generaline aitmiş. Torunları binayı otele çevirmiş. Bu özel otelde yer bulabildiğimiz için şanslıydık. Zaten gezinin en güzel tarafı da buydu. Sezon sonunda geldiğimiz Kuzey İspanya’da bizden başka turist yok gibiydi. Otel görevlisinin önerdiği bir mekanda akşam yemeği yedik. Sadece o kasabada yaşayanların bildiği tabelası bile olmayan ama oturacak yer de bulunmayan özel bir restorandı.
Bilbao’ya dönüş, yol üstünde sürprizler, okyanus köyleri (12 Ekim)
Dün gece kaldığımız Hotel Los Caspios’un resepsiyon görevlisi Bilbao yolunda mutlaka uğramamız gereken yerleri haritadan işaretleyip sabah bize verdi. Buraya yakın Ribadesella’lı bu kişinin tavsiyelerini dinleyip yola koyulduk.
İlk durak Mirador del Fito. Otelden 15 dakikalık bir yolculuktan sonra dağın tepesine ulaştık. Manzara muhteşemdi. Asturia bölgesinin neredeyse tamamını kuşbakışı izledik. Okyanus ile Picos de Europa dağları arasındaki vadilerde sabah sisi vardı. Tepelerin zirveleri sisin üstünden görünüyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla doğada nefis bir ışık şölenine tanık olduk. Buradan sahildeki Ribadesella kasabasına indik. Daracık sokakları, küçük meydanları ile sevimli bir balıkçı limanına sahip bu kasaba aynı zamanda Hristiyan’lar için kutsal sayılan Santiago de Compostela’ya yürüyüş yolunun bir güzergahı. Kasaba merkezinde yürüyüşe çıkan her yaştan hacı adayını görmek mümkün. Burası her yıl ağustosun ilk cumartesi günü düzenlenen kano festivaliyle de ünlüymüş.
Yol üstündeki bir başka durağımız Llames oldu. Okaliptus ağaçlarıyla çevrili nefis bir kumsal olan Guadamia’ya geldik. Bu plajın Kuzey İspanya sahillerinde ayrı bir yeri var. Plajda kum var, güneş var, okyanustan su var ama okyanusun kendisi yok. Doğanın bu bölgeye özel bir armağanı. Binlerce yıldır kayaları yaran dev okyanus dalgaları derin bir yarık oluşturmuş. Sular yarıktan geçip metrelerce içerdeki bu plajı oluşturmuş. Yani bu plajda yattığınızda karşınızda gördüğünüz manzara sadece dev kayalar. Plajı geçip bir başka doğa harikasıyla karşılaştık: Bufones de Pria. Okyanus dalgaları sahildeki kayalık bölgenin altını bir anlamda kazmış. Dev mağaralara giren dalgaların basıncı yeryüzünde geniş delikler oluşturmuş. Dalgaların bu mağaralara vuruşuyla oluşan basınç bu deliklerden yeryüzüne çıkıyor. Okyanusun dalgalarını görmeseniz de bu sivri kayaların üstünde yapacağınız bir yürüyüşle bu dalgaların korkunç sesini ayaklarınızın dibindeki deliklerden hissedecek, yeryüzüne çıkan bu basınçlı havada deniz suyunun serinliğini yüzünüzde duyacaksınız. 6 saniyelik bu video olayı özetliyor.
Okyanus boyunca ilerlerken birçok sahil köyü ve kasabasıyla karşılaşmak mümkün. Bir yanda okyanus diğer yanda dağlarla kaplı yolda sahil şeridi dev kayalıklardan oluşuyor. Yer yer geniş kumsallara sahip plajlar da var. Bunlar sırasıyla Playa Torimbia, Playa Toranda, Playa de Barro, Playa de Celerio. Yavaş yavaş gezilecek, her kumsalda mola verilecek bir güzergah. Eski çağlara ait kaya resimlerinin bulunduğu Cueva del Pindal mağarasını da unutmamak lazım.
Bugünkü yolculuğun hakkı en az bir hafta olmalıydı. Her kumsalda en azından güneşi batırmak isterdik ancak 8 günlük yolculukta elimizden daha fazlası gelmedi. Los Caspios’un resepsiyon görevlisinden aldığımız detaylı haritanın son durağı Llannes’ti. Playa de Barro’dan ayrılıp Llannes’e geldiğimizde yine siesta zamanına denk geldik. Yine her yer kapanmış, servisler 19:00’a kadar durmuş, görevliler uykuya çekilmişti. Karnımızı doyumak için fırından ekmek, marketten peynir zeytin alıp Llannes sahilinin en manzaralı ucunda karnımızı doyurduk.
Llannes’te sahil yolundan ayrılıp istemeyerek de olsa otobana çıktık. Hava kararmadan Castro Urdiales’i de görmek istiyorduk. Yaklaşık bir buçuk saatlik yolculuktan sonra Bilbao’nun 30 km batısında yer alan bu harika liman kasabasına ulaştık.
Günboyu devam eden sıcak hava güneş battıktan sonra yerini hafif bir serinliğe bırakmıştı. Bilbaoluların haftasonu akşamları okyanusu koklamak için buraya akın ettiklerini okumuştuk. Liman ve tarihi kent merkezi rahatsız etmeyen bir kalabalığı ağırlıyordu. Bölgeye özgü karakteristik ahşap balkonlu apartmanları, Roma kalıntıları, limanı, deniz feneri ve restorantlarıyla Castro Urdiales bölgeye gelenlerin görmeden ayrılmaması gereken yerlerden biri.
Son durak Bilbao (13-14 Ekim)
Uzun ve yorucu araba yolculuğu geride kaldı. Bugün Bilbao’dayız ve arabayı yarına kadar kullanmadan bu kenti gezeceğiz. Yaklaşık 1400 kilometrelik yolculuğun son iki gününde sadece yürüyeceğiz.
İlk durak Guggenheim Müzesi. Bu müze ile ilgili çok şey yazıldı, söylendi. Guggenheim’i ayrı bir yazıda anlatmakta fayda var. Bu yazıda uzun uzun anlatmak yerine sizleri fotoğraf galerisine bekliyoruz.
İki buçuk saat süren müze gezisinden sonra kentin sokaklarına daldık. Müze etrafında görülmesi gereken ilginç yerler var. Müzenin hemen önündeki çiçeklerden yapılmış Puppy heykeli, Louise Bourgeois’in dev örümcek heykeli Maman, La Salve köprüsü, Santiago Calatrava’nın çalışması olan Nervion nehri ve üzerindeki Zubizuru köprüsü bu bölgenin yıldızları.
Küçük bir kent olduğundan yürüyerek her yere ulaşmak mümkün. Yorulduğunuzda otobüs ve tramvaylardan faydalanabilirsiniz.
Alışveriş meraklılarının Gran Via’ya sanat tutkunlarının Teatro Arriaga ve güzel sanatlar müzesi Museo del Bellas Artes’e, mimarlıkla ilgilenenlerin Philippe Starck’ın yarattığı Plaza Arriquibar meydanındaki Alhóndiga’ya ya da İngiliz mimar Norman Foster’ın Fosteritos adı verilern metro girişlerine uğramasında fayda var. Yorulduğunuzda Cafe Iruna’da soluklanıp birşeyler yiyebilirsiniz. Yemek molası için o kadar çok yer var ki hangi birini sayalım. Yürüyerek her birini görüp, gözünüze kestirdiğiniz mekana girmenizi tavsiye ediyoruz.
Bilbao’yu anlatıp kentin kokteyl ve ‘pintxos’larına değinmeden olmaz. Her biri sanat eseri olan pintxoslar ayrı bir ilgi bekliyor. Yemekten yorulana kadar farklı barlarda bu lezzetlerin tadına bakın. Jardines de Albia parkı ve çevresinde bu tür yerlerden fazlasıyla var. Bütçeniz uygunsa Michelin yıldızlı restoranlara da gidebilirsiniz.
Bilbao’yu da özetledikten sonra yazımızın sonuna geldik. 6 Ekim’de Bilbao’dan başlayan yolculuğumuz 14 Ekim’de aynı kentte son buldu.
Bu sayfalarda geziden geriye kalan notları özetlemeye çalıştık. Gittiğimiz her kent, gördüğümüz her yer uzun uzun yazmayı anlatmayı gerektiren çok özel mekanlardı. Başta da belirttiğimiz gibi bu yazı detaylı bir Kuzey İspanya rehberinden çok yolculuğu gelecek yıllarda unutmamak, dönüp okurken o anları hatırlamak için hazırladığımız küçük notların toplamıydı.
Yolu bu coğrafyaya düşecek şanslı gezginlere keyifli yolculuklar dileğiyle…
Remzi Gökdağ
Fotoğraflar
- San Juan de Gaztelugatxe
- Guernica
- San Sebastian
- Pamplona
- La Rioja
- Cave of Altamira
- El Capricho – Comillas
- Santander
- Suances
- San Vicente de la Barquera
- Lastres
- Los Picos de Europa
- Bufones de Pria
- Oviedo
- Llanes
- Castro Urdiales
- Gijon
- Mirador el Fitu
- Ribadesella
- Playa de Gulpiyuri
- Guggenheim Bilbao
- Bilbao
Kaynak – Okuma Listesi
1- Bilbao Havaalanı
Bir Mimarın Sorunlu Geçmişi – arkitera.com
Come fly with me – theguardian.com
The Scandalous History Of Architect Santiago Calatrava – TheCultureTrip.com
Santiago Calatrava: Life Story – enforex.com
2 – San Juan Gaztelugatxe
The real Dragonstone! – dailymail.co.uk
241 steps, rocks, sea and wind – euskadi.eus
Travel in Basque Country – anepiceducation.com
3 – Guernica
The Assembly House of Gernika, Europe’s oldest parliament – euskadi.eus
Guernica, 1937 by Pablo Picasso – pablopicasso.org
Pablo Picasso’s biography, works and related articles about him. artsy.net
Understanding Picasso’s Guernica, 80 years later – bbc.com
15 Fascinating Facts About Picasso’s Guernica – mentalfloss.com
The story of a painting that fought fascism – guernica37.org
4 – Getaria
The Mayflower – Deniz ürünleri
5 – San Sebastian
San Sebastián, Film City – euskadi.eus
Things Not to Miss in San Sebastian – travelandleisure.com
Welcome to San Sebastián – lonelyplanet.com
San Sebastian, Spain: a cultural city guide
The big weekend, San Sebastian
10 of the best restaurants and bars in San Sebastián – chosen by the experts
6 – Pamplona
Güneş de doğar (Ernest Hemingway)
7 – La Rioja
Weekend travel special: Tapas and wine in Rioja
Navarre and La Rioja travel guide
Beyond the Vines in Rioja, Spain
8 – Santander
Renzo Piano completes stilted art gallery on Santander waterfront
9 – Altamira Mağarası
Back to the Cave of Altamira in Spain, Still Controversial
Cave of Altamira and Paleolithic Cave Art of Northern Spain
Temperature rises by almost one degree at ancient Altamira cave
Did cave acoustics influence palaeolithic paintings?
Altamira cave paintings to be opened to the public once again
A few reasons why seeing the replica is as good as the original
10 – Comillas – El Capricho
Guide to Comillas with places to visit
Visit El Capricho de Gaudi in Comillas
El capricho de Gaudí: an authentic treasure in Comillas
11 – Picos de Europa
Spanish steps: family hiking in the Picos de Europa
Adventure Holidays to Picos de Europa
The Picos de Europa are a range of mountains in northern Spain
Things to do in the Picos de Europa
12 – Oviedo
Travelling to Oviedo in Northern Spain
Oviedo – The hidden gem of Spain
Why unspoilt Asturias is a secret I just have to share
13 – Gijon
Kuzey İspanya yolculuğu öncesi okuduğumuz faydalı bilgiler!
- 12 Highlights for a Road Trip across Northern Spain
- Northern Spain road trip itinerary
- How to spend a day in Bilbao
- Enjoy a genuine taste of Basque creativity in Northern Spain
- 100% Basque experiences
- Slow train through Spain: a narrow-gauge ride through España Verde
- Cantabria: free things to do
Anahtar Kelimeler:
Kuzey İspanya, Bask, Navvara, La Rioja, Burgos, Cantabria, Asturias, Bask Bölgesi, Bilbao, Bilbao havaalanı, Santiago Calatrava, San Juan Gaztelugatxe, Guernica, San Sebastian, Bask halkı, Bask kültürü, Pablo Picasso, Guernica tablosu, Getaria, Guipuzcoa körfezi, The Mayflower restaurant, Eduardo Chillida, Güneş Tarağ, Zurriola, Ondarreta sahili, Constitucion meydanı, Maria Cristina oteli, balıkçı limanı, Monte Urgull, Monte Igueldo tepesi, pintxo barlar, Michelin yıldızlı restoran, Gastronomik harikalar diyarı, Mimari özellik, San Sebastian, Pamplona, Cafe Iruna, Ernest Hemingway, Güneş de doğar, La Rioja bölgesi, La Rioja vadisi, Logroño kenti, Laguardia kasabası, Cantabria dağları, Zaha Hadid,Bodegas R. López de Heredia, meşe fıçıları, Bodegas La Rioja Alta, mimar Iñaki Aspiazu, Bodegas Baigorri, mimar Santiago Calatrava, Bodegas Ysios, Frank Gehry, Marqués de Risca, Balcon De La Rioja, Samaniego köyü, Santander, Suances, Centro Botín, Renzo Piano, Cantabria bölgesi, Altamira mağarası, Picos de Europa dağı, Marcelino de Sautuola, Comillas, Gaudi El Capricho, Potes, Fuente Dé, Oviedo, Gijon, Ribadesella, Faro de Lastres, Lastres feneri, Hotel Los Caspios, Mirador del Fito, Asturia bölgesi, Santiago de Compostela, Llames, Guadamia, Bufones de Pria, Cueva del Pindal, Playa Torimbia, Playa Toranda, Playa de Barro, Playa de Celerio, Castro Urdiales,Llanes,Guggenheim Müzesi, Puppy heykeli, Louise Bourgeois, dev örümcek heykeli Maman, La Salve köprüsü, Gran Via, Teatro Arriaga, Museo del Bellas Artes, Philippe Starck’ın yarattığı Plaza Arriquibar, Alhóndiga, İngiliz mimar Norman Foster, Fosteritos, Cafe Iruna Bilbao, pintxos