Kotor ve Budva’dan sonra Dubrovnik! (5)

9 dk okuma

8.Gün

5 Mayıs: Dubrovnik

Sibenik’te kaldığımız pansiyonun hemen yanında börek ve pasta fırını vardı. Gezi boyunca bu mekanlara sık sık uğradığımızdan ilk hırvatça kelimemiz “pekara”yı öğrenmiştik.  Bizdeki fırın pastane karşımı. Çeşitler bizimki kadar çok olmasa da lezzetler yarışır. Vitrindeki görüntüye dayanamayıp karnımızı burada doyurduk. Yola çıktığımızda saat 11’i gösteriyordu. Yaklaşık 1.5 saat sonra Bosna-Hersek sınırına geldik. Hırvatistan’ın kuzey bölümünü güneyden ayıran bu sınırı aşıp kısa bir süre Bosna-Hersek topraklarında devam ettikten sonra tekrar Hırvatistan’a girdik. Aslında güneye giderken deniz yolunu kullanıp sınırda zaman harcamadan yola devam edebilirdik ancak feribotların kalkış saatlerine denk gelemeyeceğimizi de hesaba katıp kara yoluyla Dubrovnik’e ulaştık.

Önce otelimize yerleşip biraz dinlendikten sonra, kenti keşfetmeye başladık. Gezimizin başında bir gece kaldığımız Dubrovnik’e bugün daha fazla zaman ayırma şansımız vardı. İlk ziyaretimiz kent surlarına oldu. Dubrovnik’i yaklaşık 800 yıllık bu surlar üstünde yaptığımız uzun bir turla yüksekten seyrettik. Kentin mimarisini, binaların özelliğini daha iyi anlamak için bu tur neredeyse zorunlu. Mayıs başlarında, henüz tatil sezonunun başlamadığı bir döneme denk gelen Dubrovnik gezisinde şanslıydık. Bu mevsimde bile oldukça kalabalık olan sokakların halini yaz aylarında tahmin etmek zor değil.

Peri masallarını andıran sokaklarda uzun uzun yürüdük. Bugün boyutları küçük gibi görünse de 500 yıl önce Adriyatik kıyılarının en önemli kentlerinden birinde dolaşmanın keyfini doyasıya yaşadık. Bu kent için “Adriyatik Denizi’nin İncisi” deniyormuş. Bu ünvanı fazlasıyla halkediyor. Stardun yolunda turist kalabalığına çarpmadan yürümeyi başarabilirseniz zaman zaman başınızı kaldırıp etrafınızdaki binaları incelemekte fayda var. Duvarlarında her birinin yüzlerce yıllık tarihi ve gizli bir hikayesi gizli. Zamanınız varsa sarayların, katedrallerin, manastırların içine girip her birinin hikayesini öğrenin. Zamanınız bizim gibi darsa sokak aralarında kaybolup kentin genel atmosferini hissetmek de yeterli olacaktır. Yorulduğunuzda kendinizi surların dışına atın ve deniz kenarında, Adriyatik esintisinde kenti, kaleleri, katedralleri izleyin. Biraz serinleyip gelatolar eşliğinde dinlendikten sonra kaldığınız yerden yürümeye devam edebilirsiniz. Dışardan bakıldığında küçük gibi görünse de içine girdiğinizde günlerce yürüyüşün yetmeyeceğini ve ne yapsanız da bu kenti tam olarak keşfedemeyeceğinizi anlayacaksınız.

9.Gün

6 Mayıs: Kotor ve Budva

Yolculuğumuzun son günü, yarın sabah saatlerinde dönüş var. Bu nedenle bugün önemli bir karar vermemiz gerekiyor. Kalıp Dubrovnik turumuzu detaylandırmak ya da Karadağ’a gidip ününü çok duyduğumuz Kotor ve Budva’yı ziyaret etmek. Karar verirken zorlansak da Kotor ve Budva fikri cazip geldi. Aracımızı otelin parkından alıp bu sefer güneye, Karadağ’a yöneldik.

Havaalanına kadar olan bölümü trafik nedeniyle ağır alsak da yolun geri kalan kısmı boştu. Güneye yani Karadağ’a fazla trafik yoktu. Sınıra geldiğimizde yavaş işleyen bir gümrükle karşılaştık. Yoğun olmayan bir günde uzun uzun bu kuyrukta Karadağ’a geçebilmek için bekledik.

Sınırı geçtikten birkaç kilometre sonra Karadağ girişi için tekrar kuyruğa girdik. Her iki gümrükte yaklaşık iki saat zaman harcayıp “Keşke gelmeseydik!” düşüncesiyle Karadağ’a ulaştık. Hırvatistan’da bir haftada alıştığımız düzen, kent manzaraları, trafik ışık ve işaretleri Karadağ’da yoktu. Haftasonuna denk gelen bu yolculuğumuzda herkes yollarda bir yerlere gitme telaşındaydı. Tek şeritli yollarda hız yapmadan dura kalka Kotor’a yol aldık.

Kotor’a iki güzergahtan gitme imkanımız vardı. Biri feribotla Kotor boğazını geçip kente güneyden girmek diğeri de körfezi boydan boya dolaşıp sahili izleyerek Kotor’a kuzeyden girmek. Biz uzun fakat bir o kadar da keyifli olan ikinci ihtimali seçtik. Kotor Körfezi bu bölgenin en önemli doğal güzelliği. Biribirine dar boğazlarla yaklaşan sonra birden genişleyip uzaklaşan kıyılar, göl mü deniz mi olduğunu hissedemediğimiz eşsiz bir doğa harikası. Körfez boyunca birbirinden güzel küçük kasabalardan geçtik. Ancak yol boyunca yüreğimizi sızlatan görüntülerle de karşılaştık. Körfezde aşırı bir yapılaşma çılgınlığı başlamış. Yol boyunca onlarca inşaatın yanından geçtik. Bunlar görebildiklerimiz. Durup göl manzarasını izlerken karşı kıyılardaki beton kuşatması bizim Boğaziçi’nin 25-30 yıl önceki haline benziyor. Bodrum’un tükenmeden önceki bir benzeri sanki. Zaman geçmeden buraların ciddi bir korumaya ihtiyacı var. Aynı kıyı şeridi Hırvatistan’da da olmasına karşın buradaki yapılaşma çılgınlığını açıklamak zor. Alışkanlıklar, kültürel farklar, etnik yapı, Avrupa Birliği gibi pek çok etken geliyor aklımıza ama bu cenneti yok etmenin bu kadar kolay olmaması gerekiyor.

Kotor’a geldiğimizde aracımızı park edecek yer bulma konusunda biraz zorlandık. Trafik işaretleri Hırvatistan’da alıştığımız gibi değildi. Kent limanında duran 2 dev yolcu gemisinin kalabalığıyla aynı anda kente girmemiz karmaşayı bir hayli arttırdı.

Eski kent surlarının içine girmeden önce biraz kapıda zaman geçirdik. Tarihi kentin hemen duvarlarından başlayan bir dağ vardı tepemizde. Kent yaz sezonuna hazırlık yapıyordu. Harıl harıl inşaat çalışmaları devam ediyordu. Sokak aralarında dolaştık. Tarihi kentin içinde kısa bir tur atıp meydanında biraz dinlendik. Kotor harika bir kent ama eksikleri de çok. Gözümüze çarpan en önemli problem kent içindeki sokakların tabela sorunu. Her dükkan, her cafe doğal olarak tanıtımını yapmak ister ama bunları yapmanın farklı yolları var. Tabelalarla bu güzelim sokakları boğmanın hem kendilerine hem de kente yarardan çok zarar verdiğini farketmek bu kadar mı zor. Türkiye’deki tabela çılgınlığının bir benzeri, belki biraz daha küçük ölçekte Kotor’da var.

Kotor’un hemen yanı başında yükselen dağ kentin üst balkonu gibi yükseliyordu. Kotor’un savunma duvarları da Lovcen dağına doğru yükseliyordu. Bu merdivenleri tırmanıp kente tepeden bakmak çok uzun zamanımızı alabilirdi. Bunu yapmanın bir başka yolu vardı. Arabayla bu dağın zirvesine çıkıp en yüksek noktadan yani terastan aşağıdaki manzarayı izlemek. Danışmaya sorduğumuzda bunun mümkün olduğunu ancak çok dar ve virajlı bir yolun bizi beklediği cevabını aldık. Herşeye rağmen bu tehlikeli yolu göze alıp dağa tırmanmaya başladık.

Yol önceleri iyi görünüyordu. Hatta “Tehlike bunun neresinde, abartmışlar” diye düşündük. Tek şeritli ve dardı ama sonuçta dağa tırmanıyorduk daha iyisini beklemek olmaz. Asıl sürprizle birkaç kilometre sonra karşılaştık. Viraj değil daireye yakın kıvrımlara girince ve iki aracın yan yana geçebileceği mesafeyi kaybedince derin bir endişe başladı. Zaman zaman karşı şeritten bir araçla karşılaştığımızda duruyorduk. Kimin kime yol vereceği belli değil. İnsiyatif sürücülerde. Bazen yol aldık bazen bu uçurumlu dar yollarda geri gidip uygun bir kaya arasına girip yol verdik. İmkan olsa dönüp bu yolculuktan vazgeçeceğiz ama arabayı ters yöne çevirecek genişlik yok. Aşağıda uzanan uçuruma bakmamak için tüm dikkatimizi yola verdik. Keskin virajlarda yolun ucu görünmediğinden araçların korna çalarak viraja girdiğini gördük. Bundan sonra karşılaştığımız her virajda biz de bu yöntemi uyguladık. Birkaç kilometre devam eden bu korkunç yolda sanki saatlerce araba kullanıyor gibiydik. Zirveye geldiğimizde bu tehlikeli yolculuğun ödülünü aldık. Aşağıdaki Kotor Körfezi’ne kuşbakışı bakıyorduk.

Lovcen dağından inişimiz çıkış kadar zor oldu. Virajlı yoldan ayrılırken geriye baktığımızda bu dik yolu, gizli tehlikeyi kazasız belasız atlatmanın rahatlığını hissettik.

Budva’ya girdiğimizde yine trafik işaretleri ve navigasyonun azizliğine uğradık. Kısa bir kayboluştan sonra Budva’nın tarihi merkezine adım attık. Adriyatik kıyısının bu bölgesindeki yıldızı olarak bilinen Budva uzun kumsallarıyla ünlü. Kente giriş ve çıkışlarda bu sahilleri ve hemen dibindeki otelleri görmek mümkün. Budva’nın eski kent denilen bölümü Kotor’a göre daha küçük. Minik bir yarımada üzerine kurulmuş ve etrafı yine diğer Adriyatik kentlerinde olduğu gibi surlarla çevrili. Burada da Kotor’da olduğu gibi tabela kirliliği gözümüze çarptı.

Budva’nın bizde yarattığı etki büyük olmadı. Hırvatistan’ın bütün sahillerini görüp buraya gelmemizin bunda etkisi büyük. Gezimize buradan başlasaydık belki farklı bir izlenim edinebilirdik ama Budva özensiz restoranları, kumsalları işgal eden beton binalarıyla anılarımızda yer etti. Sahil boyunca uzanan parklar henüz turizm sezonunun başlamaması nedeniyle boştu. Bu da bizim en büyük şansımız oldu. Burayı yaz aylarında hayal etmek bile zor. Birkaç saatlik eski kent turundan sonra araca atlayıp Dubrovnik yoluna koyulduk. Girişte yaşadığımız gümrük ve pasaport kontrollerinde yine değerli zamanımızı harcayıp hava kararırken Dubrovnik’e vardık.

10.Gün

7 Mayıs: Dönüş

10 günlük Adriyatik maceramız bugün noktalanıyor. Bavulları hazırlayıp araca indirdikten sonra güzel bir kahvaltı yaptık. Gezi boyunca ilk kez nereye gideceğimizi planlamadan, haritaya bakmadan yapılan bu kahvaltıdan sonra aracı havaalanında aldığımız yere geri götürdük. 10 gün boyunca yaklaşık 2 bin kilometre yapmıştık. Aracı teslim alanlar biraz şaşırdı, detaylı bir incelemede, ön tampon altına çarpan bir taşın düğme büyüklüğünde bir darbesini keşfettiler. Darbe de değil aslında küçük bir çizikti ama bunu kayıtlara geçmek zorunda olduklarını söylediler. Aracı kiralarken yaptırdığımız sigorta bu çiziği karşıladı. Sonuçta ek bir masraf ödemeden bu uzun ve yorucu yolculuğu tamamlayıp bize 10 gün boyunca eşlik eden yol arkadaşımız Wolksvogen Up’tan ayrıldık.

Hırvatistan, Bosna Hersek ve Karadağ. Birbirinden farklı, her biri çok güzel üç hayal ülkesi. Bu güzellikleri doyasıya keşfetmek için çok fazla zamanımız olmadı. 10 günde tadı tamağımızda kalan bir gezi oldu.

Bu bölge uğramayı, tadına bakmayı, görmeyi istediğimiz yerlerden biriydi ve seyahat listemizde “Gezildi” olarak işaretlendi. Bir daha yolumuz düşer mi? Belli olmaz, öncelik her zaman görmediğimiz mekanlarda. Keşfettiğimiz birbirinden güzel manzaralar, masalllardan çıkıp gelmiş ortaçağ sokakları, mavi koylar, yemyeşil dağlar bize bildiğimiz bir sözü bir kez daha hatırlattı. İstanbul uçağına yapılan anons başladığında biz bu sözü tekrarlıyorduk:

“En güzel yer henüz keşfedilmedi, en güzel kente henüz gidilmedi.”

KotorBudva Fotoğrafları

Yazı ve Fotoğraf: Remzi Gökdağ

Adriyatik Kıyılarında

Remzi Gökdağ gazeteci, yazar ve yayıncıdır. 1989 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde muhabir olarak çalışmaya başlayan Remzi Gökdağ, İstanbul konulu haberleriyle çeşitli gazetecilik ödüllerine sahiptir. Remzi Gökdağ'ın Başka Şehirler, Sevgili İstanbul, Amerikan Medyası’nda 11 Eylül ve Park Otel Olayı adında dört kitabı vardır. Remzi Gökdağ hakkında ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Önceki Yazı

Istria Yarımadası: Pula, Rovinj, Porec, Opatia (4)

Adriyatik Kıyılarında son yazılar

Akşama kadar Zadar! (3)

4.Gün 1 Mayıs: Hedef Zadar Yolculuğun temel kuralı kuralsızlıktır demiş bir gezgin. Bu temel kuralı gezinin

Önce Mostar sonra Split (2)

2.Gün 29 Nisan: Kuzeye yolculuk Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yola koyulduk. Hesaplarımıza göre kuzeye, Split’e akşam