Kosta Rika

Takılalım Kolomb efendinin peşine, bakalım neler göreceğiz? Yıl 1502. Biz “Akdeniz Türk gölü” diye göğüs gererken, elin oğlu uluslararası ticareti abartmanın yollarını arar okyanuslarda.
Kolomb 4. yolculuğundadır ve Atlantiğin “ben ettim sen etme” dedirten dalgaları tüm ekibi canından bezdirmiştir. 8 Eylül günü, Kosta Rika’nın Atlantik sahillerinde sakin denize kavuşan İspanyollar derin bir “oh!” çekerler ki bu oh, memurluk hayatı boyunca bir numara küçük ayakkabı giyip, sadece akşam evde ayakkabılarını çıkarttığında oh çekebilen dar gelirli Ahmet efendinin oh’undan bile daha değerlidir. Neyse biz şimdi bu sızlanmaları bir yana bırakalım, zira biraz sonra yerliler ahlar vahlar içinde kestane kebap olacaklardır.

Bölgede yaşayan bir avuç yerli, sahillerine demirlemiş İspanyolları görüp, meraklar içinde köşe kapmaca oynamaktadırlar. Biraz sonra yerliler meraklarına esir düşecek (işte esaretin ilk damlaları göründü) ve gemilere doğru yüzmeye başlayacaklardır. İspanyollar yerlilerin nezaketlerinden, misafirperverliklerinden, ama ille de altın ve bakır takılarından ziyadesiyle hoşlanırlar ( kalpleri altın-altın diye atan insanlar için bu doğal olsa gerek), bölgeye zengin kıyı anlamında “Rich Coast” adını verirler (İspanyolca’sı Costa Rica’dır).

İspanyol istilacıların maceralarını burada kesip, tarihin numaratörünü hızlandıralım ki biraz da yakın tarihe yer kalsın.

Ey meraklı okur, şimdi sıkı dur tarih içinde uzun atlayacağız, bu arada “yerliler ne alemde?” diye soracak olursan, diyebileceğim tek şey “onlar 1700’lerin başında ayaklanmaya kalkarlarsa da sonuç başarısızlıktır”.

Ülke 1821 yılında İspanya’dan bağımsızlığını kazanır. Bağımsızlık dedimse zaten bölgede yaşayanların çoğu İspanyol kökenli olmak üzere beyazlardır. Sayıca az olan yerliler ise, dünyanın diğer köşelerindeki yerliler gibi ağızları var, dilleri yok insanlardır. Ülkede bağımsızlıkla birlikte kölelik kaldırılır. 1840’larda da ülke kahve, şekerkamışı ve muz ile tanışıp çok uluslu şirketlere baş üstünde yer gösterir. Bakın tarihin ve talihin şu garip cilvesine ki kahve Arabistan’dan, şekerkamışı da Hindistan’dan gelip tüm Güney Amerika’yı kaplar bir anda. Ve Kosta Rika 1949’da çağdaş bir anayasaya kavuşur. Bununla birlikte ordu lağvedilir. O gün bu gün de ordusu olmayan ender ülkelerden biridir. Üstelik Güney Amerika’da! İnanılır gibi değil.

Latin Amerika denilince her ülkenin özgün simgeleri var. Arjantin tangolarıyla, Brezilya futbolu, festivaliyle, Peru yerlileriyle, Şili Allende-Neruda-Pinoche üçlüsüyle, Meksika tekilası, Panama kanalı ve Nikaragua Sandinistleriyle tanınıyorlar, ya Kosta Rika?

“Sulakalanlar ve ormanların korunması konusunda Kosta Rika dünyaki en başarılı ülke” bir gün yurtdışındaki bir sulakalan toplantısında bu cümleyle tanıdım Kosta Rika’yı. Sonra da Ramsar toplantısı dolayısı ile gündemimize girdi.
Şayet ormanlara, sulakalanlara, kuşlara, böceklere ilginiz varsa, hiç düşünmeyin gidin, Kosta Rika adını fazlasıyla hak eden, zenginler zengini bir ülke bu açıdan. Yazının bundan sonrasında, bu zenginliğin nasıl züğürdün çenesini yorduğunu göreceksiniz.

Doğa ve doğa koruma

“Kosta Rika, dünyada birim alanda en çok tür çeşitliliğini, en yoğun biçimde barındıran ülke” diyor National Geographic. Yalan da değil hani, flora ve faunası 500 bin ile 1 milyon arasında tür içeriyor (bizde 50-80 bin arasında). Bunların çoğunluğunu böcekler oluşturuyor, 9.000 bitki türü (2 bini orkide), 208 memeli, 220 sürüngen, 850 de kuş var. Bu rakamlar dünyadaki bitki ve hayvan varlığının %5’i anlamına geliyor ki, avuç içi kadar bir ülke için çok!
Kosta Rika’lılar bu zenginliklerinin farkındalar. Bu nedenle de ülkenin %27’si koruma alanı ilan edilmiş. Koruma dedimse, öyle bizdeki gibi “saldım bayıra, mevlam kayıra” koruması değil. Her bir koruma alanının iyi yetişmiş koruma görevlileri var, yönetim planları hazırlanmış, bilimsel araştırmalar tam gaz sürüyor. Halkın korumaya katılımlarını artırmak için yerel birlikler kurulmuş, bu insanlara eko-turizm yöntemleri öğretilmiş, krediler verilmiş. Diğer taraftan pek çok kişi ve kuruluş araziler alıp koruma alanı ilan ettiriyorlar. Örneğin bin hektarlık bir ormanı çok uluslu bir girişim satın alıp koruma alanı ilan ettirmiş, ormanın üzerine de teleferik hattı döşemişler. Her gün binlerce turist gelip, teleferikle yağmur ormanının üzerinden gezinti yapıyorlar, o kadar. Daha ne olsun, hem para kazanıyorlar, hem ormana dokunmuyorlar (her teleferikte bir rehber var, yapraklara dahi dokunmanıza izin vermiyorlar), hem de alan korunuyor. Parkların içinde otel kesinlikle yasak. Ancak bazılarında izne bağlı olarak, tahtadan, ortama uyum sağlayan kulübeler inşa edilebilmiş. İnanıyorum ki Kosta Rika doğa koruma çalışmalarında eko-turizm modellerinde ve pek çok ülkeye örnek oluşturacak.

Ne görmek istiyorsunuz?

Kosta Rika her ne kadar küçük bir ülkeyse de doğa delisi bir turist için büyük bir müze. Onun için önceden bilgi edinip gitmeniz gerek. İlk gününüzde iyi bir rehber bulup, sıkı bir plan yapmazsanız yandınız. Önce amacınızı iyi belirlemeniz gerekiyor. Neden gidiyorsunuz? Kosta Rika’ya insanları çeken bence iki ana neden var. Kısa dönem gelen turistler için, yaban hayatı ve deniz sefası. Uzun dönem gelenler için de sakin, huzur dolu bir hayat, güler yüzlü insanlar (bu nedenle bir yığın kuzey Amerika emeklisi Kosta Rika’ya yerleşiyormuş).

Biz uzun dönemcileri şimdilik bir kenara bırakalım. Kısa dönem için gidenler dikkat! Burası bir tropik ülke, sadece iki mevsim var: Islak ve kuru. Islak mevsim Nisan sonu başlıyor ve Kasım ayında sona eriyor. Bu dönem içinde her gün, her gün, her gün (bir süreklilik var yani) öğleden sonraları yağmur yağıyor. Ama nasıl bir yağmur? Su gökyüzünden “cup” diye aşağı düşüyor, tut tutabilirsen. Bu döneme “kış” diyor kış görmemiş cahiller. Yıllık yağış ortalaması 4700 mm. Bizim Doğu Karadeniz’in 3-4 katı. Yağmur yağmadığı saatlerde hava sıcak ve rutubetli. Kurak mevsim ise bizdeki kışa karşılık gelen dönem (onlar için yaz). Turistler de bu dönemi seçiyorlar. Özellikle sahilde güneşlenip, sörf yapmak, mercanlarda dalmak, diskolarda coşmak isteyenler kuru dönemde gidiyorlar ülkeye. Diğer taraftan pek çok kişi de yağmur dönemini seçiyor. Çünkü, kalabalık olmuyor ve oteller ucuz. Bir de yeşil daha yeşil. Sıcaklık mevsimler arasında pek değişmiyor. Sadece iç bölgeler kıyılara göre biraz daha serin (240C), kıyılar ise ortalama 300C. Bu arada Atlantik sahilinin, Pasifiğe göre her zaman daha yağışlı olduğunu söylemem gerek.

Diğer ziyaretçilere gelince. Yaban hayatı uğruna üç salvo bir burgu atıp hâla yere inmeyenler, kuş peşinde hayat çürütenler, kurbağa sevdalıları, kelebekçiler, tarzanlar, yetiler. Sizedir anlatacaklarım, iyi açın gözlerinizi. Ülkenin en ünlü doğa parklarının başında Monteverde Bulut Ormanı Rezervi geliyor. Bulut ormanı da nereden çıktı derseniz? Yüksek irtifalarda, bulutlar içinde, sürekli nemli ortamda bulunan farklı bir yağmur ormanı ekosistemi bulut ormanları. Pek çok ziyaretçinin bu parka geliş amacı tropiklerin en cazibeli kuşu olarak kabul edilen Resplendent Quetzac’ı görebilmek. Türkçe bir isim uydurma yetkim ve de bilgim olmadığı için bu isimle sunmak zorundayım ne yazık ki. Güvercin büyüklüğünde, yeşil ve kırmızının al takke ver külah oldukları bir hayvan. Mayalar bu kuşa “hayat kuşu” adını vermişler. Yaklaşık bin çift quetzal Monteverde de ürüyor. Bunun dışında parkta 400 tür kuşu, 490 tür kelebeği, 100 tür memeliyi ve 2500 bitki türünü görebilmek olası, ancak giriş zor. On binlerce ziyaretçi geldiği için, parkı artık ziyaretçilerden korumanın yollarını arıyorlar. Giriş için sabahın köründe kapıda olun ki akşama hayal kırıklığı ile geri dönmeyesiniz. Bir de botlarınızı ve hatta varsa çizmelerinizi almayı unutmayın.

Mangrov görmek isteyenler (ben onlardan biriyim), okyanusun gel-gitlerinin sihrini bilmeyenler için güneydeki Osa yarımadası ve çevresindeki parkları şiddetle öneririm. Sierpe nehrinden tekneyle Sierpe-teraba sulakalanına gidebilirsiniz. Ancak tekne tutmanız şart. Oradan ver elini mangrovlar arasında bin bir labirent sokağında haliç içi gezintiye. Dikkat! Gezinti sırasında sakın kaçırmayın, okyanus yükseldiğinde deniz suyu neredeyse 30 km nehirden içeri giriyor. Böylelikle mangrovların altında su seviyesi 4 metre kadar yükseliyor. Sonra da okyanus hazretleri geri çekiliyor, su hızla ayaklarınızın altından giderken, mangrovların kökleri dışarıda kalıveriyorlar öylece. Bizim gibi gel-git olayını kitaplardan okuyan insanlar için görülmesi gereken başlıca şeylerden biri bence. Hele de mangrovla okyanusun birleştiği kıyıda izlerseniz tadı bir başka oluyor.

Burada size nerede ne varı anlatmak olanaksız. Çünkü o kadar çok yerde, o kadar çok şey var ki anlatmayla biter gibi değil. Yalnız tüm bu doğal güzelliklerin içinde bir şey var ki beni düşüncelerden, düşüncelere yolladı. Bu tropiklerde ağaçlar yapraklarını neden dökmezler? Bu insanlar kurumuş yaprakların üzerine “çıtır çıtır” yürüme zevkinden neden mahrumdurlar ve bu bitkiler her daim nasıl yeşil kalırlar?

Bunun yanıtı da bilmişler sultanı Bilgi Buluş’dan geldi. Diyor ki Bilgi: “Bitkilerin iki önemli kaygısı var. Sıcak havada aşırı sıcaktan korunmak ve soğukta da ısılarını muhafaza etmek. Çöldeki bitkileri düşünün. Genelde ince (dar) ve uzun olurlar (kaktüsler gibi). Öyle yaylım yaylım yayılmazlar. Çünkü mümkün olduğunca az yüzeyin güneş ışığıyla temas etmesi, yaprakları aracılığıyla buharlaşmayı önleyeceginden, onların sıcaktan korunmasını sağlar. Eğer genis yapraklı çöl bitkileri olsaydı, bir süre sonra hiçbiri içindeki suyu muhafaza edemeyerek güneşten yanardı. Şimdi gelelim bazı ağaçlar neden yapraklarını dökme gereği duyarlar. Yine ısı meselesi. Bitkiler kışın ısılarını muhafaza etmek zorundadırlar. Oysa genis yaprakları varsa ısı kaybı yüksek olur. Tüm ısılarını yapraklar aracılığıyla kaybediverirler. Ama eğer iğne yapraklıysalar böyle bir dertleri olmaz çünkü iğne yapraklarda yüzey ince olduğu için ısı kaybi hızlı olmaz. Bunun için de yapraklarını dökme gereği duymazlar ve baharın güneş ışınlarını hazır ve nazır beklerler. Ama genelde geniş yapraklı ağaçlar yapraklarını dökerek ısı kaybını önlemeyi tercih ederler. Şimdi gelelim yağmur ormanlarındaki o gepgeniş yapraklar neden kış gelir de yerlere yayılmazlar? Çünkü yukarıdaki açıklamalardan da tahmin edilebileceği gibi ne ısıyla ne de soğukla dertleri yoktur. Isıyla ilgili proplemi içlerinde bol bol su döndürerek yaparlar, tıpkı arabalarda oldugu gibi…

Soğuk nedir bilmedikleri için de yapraklarını dökmeye gereksinim duymazlar.” Nasıl ama? Gezi yazısı değil, ekoloji araştırması mübarek!

Ne yiyebilirsiniz?

Giderken “Kosta Rika orta ve güney Amerika da en güvenli yemek yiyebileceğin yerdir, ne istersen çekinmeden ye, zehirlenmezsin.” dediler. Haydi bakalım, hayalin bini bir para. Neler yiyeceğiz kim bilir? Ancak, bir süre sonra anladım ki ülke meyve düşkünleri için bir cennet olmakla birlikte, et gibi bir asil yiyeceğin peşinde maraton koşanlar için “eh aç kalmadım” dedirtiyor. Yine de deniz ürünleri sevenler doyurucu olanaklar bulabilirler. Her türlü deniz ürününü kıyı lokantaları ve Çin lokantalarında yiyebilirsiniz. Meyveleri de soranlara rezil olmamak amacıyla tattım(!). Bir tek mango’yu ikinci kez ısırdığımı söylemek bilmem çok şey ifade eder mi? Sabah kahvaltısında fasulye-pilav ikilisini masanızda görünce yadırgamayın, çok yaygın bir gelenek. 5 yıldız otellerden, köylerdeki pansiyonlara kadar fasulye pilav kahvaltılarda hep baş üstünde. Kosta Rika’nın kendine özgü yemeği yok. Ya da, var da benden sakladılar.

Nerelerde kalabilirsiniz?

Her yerde. Yağmur mevsiminde otel fiyatları biraz daha ucuz. Örneğin San Jose’de orta kalitede, merkezdeki bir otel gecesi 30-40 dolar. Kent dışında, parkların çevresindeki yerler ise sunduğu konfora göre değişmekle birlikte, günlük 40 dolara tam pansiyon, yağmur ormanının göbeğinde, papağanlar, tukanlar ve maymunlar arasında kalabilirsiniz.

Bir de ailelerle kalma olanağınız var. Otellere göre daha ucuz, ben denemedim ama Kosta Rika’lıların misafirperverlikte bizde aşağı olmadıklarını söyleyebilirim. Elbet çadır ve pansiyon olanakları her zaman mevcut ve en ucuzu.

Sunay DEMİRCAN

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Önceki Yazı

Wales’te Satılık Manzaralar

Sonraki Yazı

Fransa’nın Loire Vadisi