Sevim Onuralp – Büyük Şef Kırmızı Bulut’un “bize bir çok söz verdiler, hatırlayamadığım kadar çok; bir teki dışında tutmadılar; topraklarımızı alacaklarını söylediler ve aldılar.” Ellerinde okları ve baltaları… Uzun saçları ve tüyleri ile henüz dans safhasındalar!… Tamtamların eşliğinde ateşin eşiğinde dönüyorlar. Savaş boyalarını çekmediler. Demokratik ve verilen sözler çercevesinde toprakları için savaşıyorlar.
Gün, soluk benizli kafa derisi yüzme zamanı değil!… Henüz değil.
8. yüzyıl Amerika’sında, Ontario Eyaletinde (Günümüzün Kanada’sı Eyaletidir) geçen ve İngiliz askerlerinin despotluğundan kurtulmak isteyen kolonilerde vatansever hareket içersinde yer alan bir grup, zaman içersinde efsaneleşir. Adları “Ontario Kurtları”dır. Başlarında ise olağanüstü bir kişi vardır. Kaptan Swing…
Dostları Mister Blöf ve Ulu Bilge Gamlı Baykuş ve Puik adlı köpeğiyle verdikleri mücadeleler nefesimizi keserdi. Bir sonraki maceralarını okumak ve devamı haftaya yazıların ardından kitabın geleceği günü iple çekerdik.
1955 yıllarında Türkiye’ye geldiğini tahmin ediyorum bu Amerikanvari kitapların. Sizleri bilmem ama ben o dönemlerde Texas, Tommiks, Kaptan Swing’in gibi kitapların müdavimlerinden idim. Bana yeni dünyaları tanıtmak, ülkemin dışındaki ülkelerde olanları bilmem açısından bu tür kitapların günümüzde akıl zenginliğinin bizlere verdiği coğrafi ve tarihi bilgileri gördükçe, bu kitapların okuma alışkanlığını sağlaması açısında yararlı olduğunu anlıyorum.
Kendi dönemimin yazarları Kemalettin Tuğcu, Reşat Nuri, Ahmet Haşim, Fuzuli gibi onlarca yazar ve şairimizin kitaplarını okumak, Goethe, Balzac, Dostoyevski, Homerus gibi yine, onlarca yabancı ünlü yazarlarıda okumuş olmanın da sevincini okuma alışkanlığını bana veren bu çizgi romanlarına bağlıyorum.
Günümüzün okumasını, hatta kitabı sevmeyen gençliğine bakarak bunca şeyi okumuş olmaktan keyif duyuyorum. Işte o dönemlerde, içimde oluşan bu büyük ve verimli toprakları görme isteğini yakaladığım günlerde, içinden çıkılmaz bir problemi yaşayan Beyaz Adamla Kızılderilerin savaşımı hızlanmış durumda. Tarih yeniden tekerrür eder durumda. Üstelik burnumun dibinde.
Ziyaret ettiğim Kızılderili köyleri ve konuştuğum Kızılderili liderleri, topraklarının dışında, kendilerini dışlayan ve körelten Kanada politikalarına tepkililer. Atalarının başına gelenleri, kendileride yaşamak istemiyorlar. Açıkcası soluk benizlilerin sözlerinde durmaları ve beyazlara tanınan hakların kendilerine de verilmesini istiyorlar. Okumak gibi. Şehir hayatındaki çocuklarının beyazlar gibi eşit şartlarda muamele görmesi gibi. Topraklarına dokunulmaması gibi. Yüzyıllardır biriken sorunlara, aydınıyla, sanatçısıyla, kendi radyo ve TV’leri ile, üniversitelerde okuyan gençleriyle sokaktalar.
Güneyde Büyük Göller’in kıyılarından kuzeyde Hudson Koyu’na kadar uzanan Ontario adını, İroke Kızılderilileri’ne ait “su kenarında yükselen kayalar” anlamına gelen bir kelimeden alır. Bu muhtemelen Ontario tacındaki mücevhere işaret etmektedir. Yani Niagara Şelaleleri etrafında yükselen kayalar.
Niagara Şelalesi’nin yakınında uzun zamandır adı yerli Kızılderilerle, özellikle de Şef Joseph Brant ve Altı Yerli Kabilesi ile birlikte anılan, “Mohawk, Oneida, Onondaga, Cayuga, Seneca, Tuscarora” Branford kasabası yer alır. Bugün, Brantford’un doğusunda bulunan Altı Yerli Kabilesine Ayrılan Bölge (Six Nation Indians Reserve) ülkede en çok bilinen Iroke Kızılderililerinin korunağıdır ve Kızılderililerin yazları gerçekleştirdiği Grand River toplantısı burada gerçekleşir.
Tarihi olarak biraz bilgi vermem gerekirse, Kanada’ya ilk yerleşenler, Bering Boğazını geçerek, Kuzey Amerika’ya gelen Kızılderililer (genellikle güney kesimde) ve Eskimolar (kuzeyde) olarak bilinir. 16.cı yüzyılda (1534-1536) ise Fransız Jacques Cartier , Kanada topraklarını keşfeder ve bu toprakları Fransa’ya dahil eder. O yıllarda maden bulunmadığı için ülke Morino avcıları ile tüccarların uğrak yeri olur. Oysa Fransa’nın istediği avcılığı, orman ve maden işletmeciliğini geliştirmek, Fransa’nın ihtiyaç duyduğu hammaddeleri tedarik etmek ve misyonerleri aracılığıyla Hiristiyanlığı yaymak idi.
1629 yılında İngilizler gelir. 1632 de Fransa, Kanada’yı geri alır. Ülkeye yerleşmeyi desteklemek için her yıl göçmen ve paralı gönüllüler gönderir.
18.ci yüzyılda yapılan anlaşma gereğince Kanada İngiltere’ye bırakılır ve büyük bir hızla İngilizlerin Kanada’ya yerleşmesiyle ülkede İngiliz rejimi hakim olur. Bütün bu savaşlar esnasında Kızılderililer kendilerine kötü davranan Fransızlara karşı kendilerine topraklar vaad eden İngilizlerle birlikte hareket eder.
Bugün söz konusu olan, o yüzyıllarda verilen sözlerin ve 6 millik Grand Nehri kıyısında sağlı sollu yer alan verimli toprakların, bakir alanların, ormanların, hayvanların ve doğanın olduğu gibi korunduğu alanların, vaad edilen yerlerin, devlet tarafından özel sektöre satılmasıyla başlayan kavgadır.
18.ci yüzyıldan bu yana, Kızılderililer toplumdan soyutlanmak, nesilleri yok edilmek, gelenek ve kültürlerinden arındırılmak için devlet tarafından vergiden muaf edilmekten tutun, çalışmadan para ödemeler, Kızılderililer bölgesinde 3 dolardan alınan sigara ve ucuz benzinin yanı sıra uyuşturucuya bile ses çıkarmayan devletin , yeni ve okumuş genç nesil Kızılderililer ile görünen o ki, başı bir hayli dertte.
Haziran ayının 22-23 ve 24’ünde, üç gün boyunca kutlanan Aborijinal Day Hamilton’da renkli sahnelere neden oldu. Hamilton’un diğer bölgelere nazaran önemi Branfort ve Caledonia bölgelerine yakın olması ve yıllardır toprak mücadelesi veren Six Nation olarak anılan yerlilerinin çokluk oluşturmasından kaynaklanır.
Son olarak 29 Haziran da bütün Kanada çapında gerçekleştirilen protestolar, barış içersinde yaşayan Kanada’yı oldukça sarstı. Son zamanlarda şiddete dönen mücadelelerinde kendilerine vaad edilen toprakların korunması ve geleneksel yaşam şartlarının değişmemesinden yana olan kızılderililer, taviz vermeyen, beyaz adamlarla barış çubuğunu içmekte zorlanıyorlar.
Tutucu ve ırkçı bir hükümetin iş başında olması kızılderilileri oldukça zorluyor. Yinede onlar gelenekleri, kıyafetleri, dansları, müzikleri ile sokakları dolduruyorlar.
Imageİşte bu üç gün boyunca yanlarında yer alan beyazlarla dans edip, şarkılarını söylediler. Geniş kitlelere kendilerini ve mücadelelerini anlattılar. Ateş yakıp ellerinde okları, baltaları, tamtam sesleri ile çember oluşturdular.
1857 yılında “Duwarmish” Kızılderililerinin reisi Seattle tarafından Washington’daki Büyük Beyaz Reis Amerikan Cumhurbaşkanı Franklin Pierce’ye ithafen yazılan mektubu okuyorlar.
Mektubun bir yerinde diyor ki;
“bilesiniz ki;
derelerin ve ırmakların içinden geçen sular, sadece su değildir.
Atalarımızın kanıdır o.
Babalarının mezarını geride bırakır beyaz adam, toprağını çocuklarından çalar.
Açlığın dünyayı saracak beyaz adam ve ardından koskoca bir çöl bırakacaksın.
Sabahın sisi dağların karnında doğan güneşi görür ve kaçar.
Demir at (lokomotif), öldürüp çürümeye bıraktığınız binlerce buffoladan nasıl kıymetli olabilir, nasıl? Anlamıyorum.
Hayvanlar insanları bıraksa, insanlar ruhlarının yalnızlığından ölmez mi?
Hayvanların başına gelen, insanın da başına gelecektir.
Toprağın başına gelen, oğullarının da başına gelecek…
Çocuklarınıza bizim öğrettiğimiz şeyleri öğretin.
Toprak bizim anamızdır.
Ve toprağa tükürülmez.
Toprak insana değil, insan toprağa aittir.
İnsan hayat dokusunun içindeki bir liftir sadece…