Keşmekeş ve Nijerya

Başar KURTBAYRAM – Sıcaklık en az 30 derece, arabada havalandırma yok ve camları açmam yasak. İleriye doğru bakıyorum, yoğun eksoz tabakası ancak bir kaç kilometre ötemi görmeme izin veriyor; her yer araba ve trafik kımıldayacak gibi değil. Siren sesi diğer arabaların kornalarını bastırıyor, tamamıyla durmuş olan trafikte kendimize yol açarak ilerliyoruz. Önümüzde bize eşlik eden beyaz açık kasalı Toyota dört çekerle aramızda en fazla bir metre mesafe olmasına özen gösteriyoruz, Toyota şoförünün aynadaki terli yüzü ve arka camlardan dışarı çıkmış iki tüfek namlusu gözüküyor. Trafik hafif kıpırdıyor, Toyota birden boşluğu bulup sola dalıyor, aramıza siyah bir araba girmeye çalışıyor. Toyota’nın

Başar KURTBAYRAM – Sıcaklık en az 30 derece, arabada havalandırma yok ve camları açmam yasak. İleriye doğru bakıyorum, yoğun eksoz tabakası ancak bir kaç kilometre ötemi görmeme izin veriyor; her yer araba ve trafik kımıldayacak gibi değil.

Siren sesi diğer arabaların kornalarını bastırıyor, tamamıyla durmuş olan trafikte kendimize yol açarak ilerliyoruz. Önümüzde bize eşlik eden beyaz açık kasalı Toyota dört çekerle aramızda en fazla bir metre mesafe olmasına özen gösteriyoruz, Toyota şoförünün aynadaki terli yüzü ve arka camlardan dışarı çıkmış iki tüfek namlusu gözüküyor. Trafik hafif kıpırdıyor, Toyota birden boşluğu bulup sola dalıyor, aramıza siyah bir araba girmeye çalışıyor. Toyota’nın arka koltuğundan bir baş dışarı uzanıyor, koyu renkli üniforması alaca karanlıkta zor seçiliyor. Araya giren araca bağırıyor;

– Dur. Orada hemen dur. Heyy.

Siyah araç durmuyor, Toyota’daki üniformalı adam kapıyı hışımla açıp, kendini yola atıyor. Silahının emniyetini açıyor, gecenin karanlığında namludan ateş fışkırıyor.

– Bammmmm, bammmmmm.

DALGA MI GEÇİYOR?

İki hafta kadar önce bir bölüm toplantısına girdik sunum yapacak arkadaşlardan biri gecikince onu beklerken, patronla sohbete daldık. Bana şimdiye kadar çalıştığım en kötü yerin neresi olduğunu sordu. Bende ona 10 sene önce çalıştığım Nijerya’yı anlattım. Neyse toplantı bitti, iki saat sonra patron gelip hafif gülerek Nijerya’da yeni proje aldığımızı ve bazı sorunların olduğunu bir gidip bakmamı söylediğinde dalga geçiyor sandım, ciddi adamdır halbuki.

Okulu bitirip çalışmaya başlayalı henüz 6 ay falan olmuştu, o zamanki müdürüm telefon edip ” Haftaya Nijerya`ya gitmen lazım, aşı olman lazım mı git doktora bak” dediğinde ilk iş bir harita bulup ülkenin yerine bakmıştım. 1993 yılının Haziran ayından, Ağustos ortalarına kadar bu karışık Afrika ülkesinin iç bölgelerinde montaj yapmıştık. Ülkede o sıralar seçimler olmuştu ve sonuçların hileli olduğu ileri sürülüyordu, bu yüzden yer yer halk ayaklanmaları vardı. Montaj için çalıştığımız kırsal alanda elektik kesintileri, otel yokluğu, temiz su bulunmaması bir yana en büyük sorun güvenlik idi. Yol kesip adam soyma, saldırı ve kaçırma olaylarının olağan sayıldığı bu ülkede birde seçimlere hile karıştırıldığı haberi çıkınca yerel ayaklanmalar günlük yaşamı daha da zorlaştırmıştı. On sene sonra bir kere daha Nijerya ya yola çıkmadan bir hafızamızı tazeleyelim; Nijerya 120 milyon nüfusu ile Afrika’nın en kalabalık ülkesi, dünyanın altıncı büyük petrol üreticisi ( ama ülke içinde petrol karaborsa), Birleşmiş Milletlere göre dünyada yolsuzlukta bir numara, konuşulan diller bakımından Afrika’nın en karışık ülkelerinden (250 ayrı dil ve 600 lehçe var). Benim 10 günden beri çalıştığım Lagos 16 milyon nüfusu ve sürüsüne bereket yabancı firma temsilcilikleri ile Nijerya’nın ekonomik başkenti. Lagos’ta altyapı sorunları o kadar karışık bir hal almış ki hükümet sorunları düzeltmek yerine yeni bir başkent inşa etmenin daha kolay olacağını düşünmüş ve öyle yapmış, başkent 10-15 sene önce Lagos’tan Abuja’ya taşınmış. Neyse biraz günlük hayata dalalım.

LİSELİM

Lagos’ta trafiğin içinden çıkılmaz hale gelmesi için iki aracın bir araya gelmesi yeterli, hemen yol sıkışır. Bizim şirketin şoförüne burada ehliyet sınavı nasıl oluyor dedim, anlamadı. Normal yollardan ehliyet almak uzun sürdüğü için, bir polis tanıdığına biraz para ve iki fotoyu vermiş bir hafta sonra ehliyeti gelmiş. Trafikte tamamen durmuşken sağda soldaki şoförler yan arabadaki beyaz adamı seyredip eğleniyorlardı, o beyaz adam (yani ben) etraftaki araçlara bakıp ” kaç vuruğu var, hangi minibüsün kapısı hangi cins iple tutturulmuş, şu kamyonun kapısı olsa fena olmazmış, tampondaki yazı ne yahu” demekte idi. Taa ki soldaki bir aracın arkasındaki “Liselim” yazısını görene kadar????? Hemen aracı kullanan tipe baktım, bildiğiniz siyah Afrikalı bir bayan kullanmakta. Bir bayanı, hemde Afrikalı bir bayanı arabasının arkasına “Liselim” yazmaya iten sosyal, ekonomik ve ailevi durumları düşündüm. İşin içinden çıkamadım. Şoföre sordum. Ne yazdığını anlamadığını söyledi, durumu açıklayamadı. Ofise dönünce oradaki Türk arkadaşlara heyecanla “Liselim” olayını anlattım. Onlarda kendi “Canısı” ve “Fenerbahçem Şampiyon” vakalarını anlattılar, sonrada durumu aydınlattılar: Nijerya Almanya’dan kullanılmış araba ithal etmekte imiş, bizim gurbetçilerin arabaları bir şekilde buranın yolunu bulmuş, yoksa Afrika’da henüz Türk kültürünü kimse taklit etmeye çalışmıyormuş.

KARARLILIK ABİDESİ

Nijerya 1960’ta İngilizlerden bağımsızlığını kazandıktan sonra her üç-dört senede bir darbe yaşamış. O ara kim genelkurmay başkanı olursa eski cumhurbaşkanını tutuklayıp yerine geçmiş ta ki ondan sonraki genelkurmay başkanı onu tutuklayana kadar. 1995’ten sonra darbe olmamış, kendilerinin de anlamakta zorluk çektiği bir kararlılık durumuna girmişler. Herkes kendi kabilesinin adamını yönetimde görmek istediği için ve her gelende milleti göz göre göre soyduğu için çok sık ayaklanmalar çıkmakta. Benim burada geçirdiğim 10 gün boyunca Port Harcourt’ta iki kez, Kano ve Igbe bölgelerinde ise birer ayaklanma çıktı, Pazartesi genel grev var. Bütün bunların yanında kararlılık abidesi olarak duran ve hiç bozulmayan kurumlar da var; bunlardan biri benim otele çok yakın: o bir trafik lambası, 10 günden beri kırmızı yanıyor, hiç değişmiyor, kimse onu takmıyor mu yoksa o kimseyi takmıyor mu karar veremedim ama daima kırmızı, bizim araba şoförüne göre onu geçen sene boyunca hiç yeşil görmemiş. Burada bazı şeylere güvenebileceğinizi bilmek gerçekten rahatlatıcı.

FAKİR OLMAK PAHALI BE KARDEŞİM

Afrika ülkeleri genelde fakir olduğundan ucuz olmasını beklersiniz ama kesinlikle değil. Altyapı tam olmadığından evde alıştığımız standartlara yakın yaşayabilmek burada bazen çok pahalı olabiliyor; elektrik her gün 5-6 saat kesiliyor, ofiste bilgisayarlar çalışsın hemde sıcakta pişmeyelim dersen jeneratör lazım, otelde bile su kırmızı renkli aktığı için diş fırçalamak için su almanız lazım (yada ishal olmanız), sokakta tek başınıza yürümek tehlikeli çünkü beyaz olduğunuz için sizde para olacağını düşünüp gelen dilencisi, satıcısı, soyguncusu ile başa çıkmanız zor, sokakta yemek yerseniz 1 dolar falan tutuyor ama temizlik diye bir şey yok ( yine ishal olayı karşımızda), illa midem bozulmasın derseniz batılı tarzda yemek hazırlayan bir yerde yemeniz lazım onlarda pahalı. Yani fakir Afrika’da çalışmak gerçekten çok pahalı.

Burayı iş dışında ziyaret eden pek adam yok (yani aklı başındayken). Nijerya2da çalışırken en büyük önceliğiniz güvenlik oluyor, Lagos’un en güvenli bilinen bölgesi Victoria Island ; burası ana karaya 14 kilometrelik bir köprü ile bağlanmış. Birçok yabancı şirket burada, yani beyaz adam bölgesi. Bu da doğal olarak fiyatları yukarı çekmiş, hani bir gün buraya gelirseniz falan otelin geceliği 230 dolar + kahvaltı ve yemekler (üç öğünü otelde yerseniz 100 USD falan tutuyor). Bir polis memurunun 60 dolar bir şoförün 100 dolar kadar maaş aldığını düşününce bir zenci olarak canım birden beyaz soymak istedi. Yani soyulsam adamlara hak verecem, ama bizim şirket işi sağlama alıyor güvenlik olmadan adım attırmıyor. Bazen durumu abartıyorlar ama ne yapalım?

Bütün bunlara rağmen Nijerya’da iş yapılır; bir kısım insanda çok para var, ülkede birçok mal ve hizmet yok veya çok pahalı. Buraya malzeme satan Türklerle karsılaştım, çok memnunlar; kar oranları tavanı delmiş.

HAVAALANINDAN TRANSFER

– Dur. Orada hemen dur. Heyy.

Siyah araç durmuyor, Toyota’daki üniformalı adam kapıyı hışımla açıp, kendini yola atıyor. Silahının emniyetini açıyor, gecenin karanlığında namludan ateş fışkırıyor.

– Bammmmm, bammmmmm.

İki el ateş sesi. Ne yaptı bu herif?? Siyah arabanın şoförünü görmüyorum, ne oldu?? Etraftaki araçlardaki insanlar donmuş durumdalar hareketsiz bize bakıyorlar. Üniformalı adam siyah arabaya koşuyor ve hızla arabanın ön camına vuruyor. Arabanın şoförü halen gözükmüyor.

– Şimdi hemen ikile buradan, hadi.

Siyah arabadaki adam yattığı araba koltuğundan doğruluyor ve direksiyonu sağa kırıp Toyota ile aramızdan çıkıyor. Üniformalı elindeki otomatik tüfeği tek eliyle tutuyor, dişlerinin arasından ıslığa benzer bir ses çıkarıp, bizim şoförüne sertçe “gel” diye işaret ediyor. Sonrada Toyota’nın kasasına atlıyor. Telsizini ağzına oturuyor, bizim arabanın on koltuğundaki adamın telsizi hışırdıyor.

– ” Hedef sağlam mi?”
– “Sorun yok, hedef iyi , devam”

Havaalanından beri benim öteki adım “hedef”, iki haftalık bir iş gezisi için ne güzel bir başlangıç değil mi? Bunlar bizim şirketin misafirlerini havaalanından otele transfer için anlaştığı özel güvenlik şirketinden, otele gidince öndeki adam teşekkür ediyor , “bugün trafik çok sıkıştığı için normalden biraz daha tetiktelermiş , geçenlerde aynı yerde 6 batılı kaçırılmış birde benim için uğraşmayalım demişler, o kadar”.

Bu geziden sonra Nijerya’ya en yirmi kere daha gittim. Neler gördüm, neler öğrendim: ikinci bölüm yakında.

Geçen yazımda biraz Lagos’u anlatmıştım. Sonra baktım ki Nijerya’yı anlatmadan Lagos’u tam anlamanın imkanı yok. Onun için bu kez Nijerya’yı genel olarak anlatacağım, Lagos’a gelecek yazımda geri döneceğim. İlk önce Nijerya’nın “en”‘lerinden başlayalım;

Afrika’nın en nüfuslu ülkesi (nüfus tahminleri 120 ila 133 milyon arası)
Afrika’nın en büyük ikinci ekonomisi (Burada başa Güney Afrika ile güreşiyor)
Afrika’nın BM’ye en fazla asker veren ülkesi (Bosna, Kosova, Ruanda, Togo, Liberya vb yerlerde halen Nijerya ordusu görev yapıyor).
Afrika’nın en tehlikeli şehri Lagos’un sahibi
Dünya’nın en büyük siyah -ırk- demokrasisi
Dünya’nın en büyük altıncı petrol üreticisi
Dünya’da yolsuzluğun en fazla yapıldığı ülke (BM kayıtlarına göre Bangladeş’le birlikte)
Dünya’nın en mutlu insanlarının ülkesi (Bütün olumsuzluklara rağmen Nijeryalılar kendilerini mutlu sayıyorlar, yine BM kayıtlarına göre)
Afrika’nın en kabile/dil karışımı en yüksek ülkesi (250’den fazla kabile, lehçeleri ile birlikte 600’lere varan dil sayısı)
Afrika’nın ikinci en büyük orta sınıfına sahip ülkesi ( Güney Afrika dan sonra)
Afrika’nın ikinci en büyük eğitilmiş işgücüne sahip ülkesi (tahmin edin hangi ülkeden sonra? Size ipucu: Güney ile başlıyor)
Afrika’daki en yüksek ikinci Müslüman nüfusuna sahip (Mısır’dan sonra)
Afrika’daki en yüksek Hıristiyan nüfusuna sahip (Etiyopya’dan sonra)
Afrika’da içtiğim en garip çorbanın (kurutulmuş balık-tavuk ciğeri-dana eti-kassava karışımı) anavatanı (evet, şahsi bir “en ” )
……………………………….

Nijerya’nın sıfatları uzayıp gidiyor. Başka bir sıfatını daha eklemeden geçmeyeyim: Afrika’nın -siyah- abisi. Nijerya büyük nüfusunun ve bunun yarattığı genişçe ekonomisinin verdiği güçle “Afrika’nın abisi” rolüne Güney Afrika ile birlikte soyunmuş durumda ama iç sorunları sebebiyle tam ağabeylik yapabildiğini söylemek zor. Yine de son beş senedir Afrika’daki barış girişimleriyle Nijerya adı birlikte anılmaya başlamış durumda. Şimdi Afrika’nın bu önemli ülkesine biraz daha yakından bakalım.

İNSANLAR-DİLLER

Ülkede 250’den fazla etnik grup yasıyor. Bu grupların içinde Hausa ( Kuzey Nijerya), Yoruba (Bati, Güneybatı Nijerya), Igbo (Güneydoğu Nijerya), Fulani (Orta, Kuzey Nijerya) çoğunluğu oluşturuyor. Geri kalan kabileler içinde Efik (Orta, Güneydoğu Nijerya ) ve Ijaw (Güneydoğu Nijerya) adından söz ettirenlerinden. Parantez içinde verdiğim bölgeler bu kabilelerin geleneksel olarak yaşadıkları bölgeler. Zaman içinde ticaret, seyahat ve diğer amaçlarla yer değiştiren kabileler özellikle şehirlerde karışık olarak yaşıyorlar. Ama bu birbirlerini sevdikleri anlamına gelmiyor; Nijerya gazetelerinde sık sık kabileler arası çatışma haberlerine rastlamak mümkün. Çatışmalar son yıllarda din ve etnik köken ekseninde çıkıyor. Müslümanlar ülkenin kuzeyinde Hıristiyanlar ise güneyinde çoğunlukta. Müslümanlık kuzeyde yayılmasını, sahra çölünü aşarak gelen ticaret ve köle kervanlarının etkisine borçlu. Güney Nijerya’da Hristiyanlik İngilizlerin gelmesi ile yayılmaya başlamış. O zamana kadar güneydeki kabileler animist (doğaya tapan) olarak, toprağa bağlı bir yaşam sürmüşler. Nijerya’nın sosyal yapısı 19.yüzyılın ikinci yarısında bölgeye İngilizlerin gelmesi ile değişmeye başlamış. İngilizlerin bölgedeki etkileri kıtanın içerilerine yol olmaması nedeniyle uzun sure kıyılarla sınırlı kalmış. Misyonerler bu bölgeye Hıristiyanlık ve eğitim getirmişler. Özellikle Igbo kabilesi eğitim konusunda çok istekli davranmış ve kısa zamanda İngilizlerin yönetimde imtiyazlı ortakları arasında girmişler. Kuzeyde ise misyonerler pek kabul görmemiş. Bunun sonucunda Kuzey Nijerya Müslüman ve eğitimsiz, Güney Nijerya Hıristiyan ve (görece) eğitimli bir topluma sahip olmuş. Bu fark halen devam ediyor; ülkenin kuzeyi daha geri kalmış, güneyi daha refah bir durumda.

BİRAZ TARİH

Nijerya kıyılarında ilk beyaz adamlar Portekizli gemicilermiş. Burayı 15. yüzyıl sonlarından itibaren erzak tedariki için kullanmışlar. Daha sonra palmiye yağı, fıstık ve köle ticareti önem kazanmış. Portekiz’in denizlerdeki etkisi giderek azalmış. İngilizler ilk defa 1850’lerde ülkeye yerleşmek için girmişler ve ülkedeki yerel liderleri zorla yada ikna ederek kendilerine bağlamışlar. Bağımsızlık dalgası Afrika’yı sarıp çıkan isyanlarla baş edemeyen İngilizler 1960’ta ülkeye bağımsızlığını verip ayrılmışlar. Bağımsızlığını kazanan Nijerya, kendini yönetmek için hazır olmadığını kısa zamanda görmüş. Karışıklıklar çıkmış, ekonomi kötüleşmeye başlamış. 1967’de çıkan iç savaşta ülke ikiye ayrılmış, yeni kurulan devletin adi: Biafra. 1970’de iki milyon kişi iç savaşta öldükten sonra Nijerya ordusu Biafra’nın tamamına hakim olup yeniden Nijerya topraklarına katmış. 1967-1999 arasında tam 7 askeri ihtilal olmuş. Nijerya iç karışıklıklar, dinsel çatışmalar, büyük yolsuzluklar arasında bağımsızlığının 45.inci yılına birçokları için şaşırtıcı bir şekilde; halen tek parça olarak girdi.

KABİLE VE ULUS

Ülkenin nüfusunun 120 ila 133 milyon arası olduğu tahmin ediliyor demiştim. Tahmin çünkü en son nüfus sayımı 1991’de yapılmış. Bu sayımı birçok kabile sayılarının rakip kabilelerden az çıkacağı korkusuyla boykot etmiş. O tarihten beri acaba ne zaman sayım yapsak, sayımda etnik köken ve din sorsak mı tartışmaları hız kesmeden sürüyor. Bazı kabileler eğer din ve etnik köken sorulursa 2005’in sonlarına doğru yapılması gereken nüfus sayımını da boykot edeceklerini bu yılbaşında açıkladılar. Bakalım ne olacak?

Kabilelerin birbirinden korkması boşuna değil son beş senede kabileler arası çatışmalarda on binden fazla insan öldü. Hükümet bu çatışmaları durdurmak için çok hızlı ve sert biçimde önlem alıyor ama bu şimdiye kadar fazla işe yaramış gözükmüyor. Tedbirlerin işe yaramamasının sebebi, sokaktaki Nijerya’lının önem sırasına göre önce ailesi, sonra klanı, sonra köyü, sonra kabilesine bağlı olması ve onların çıkarlarını korumaya çalışması. Tipik bir Nijeryalı eğer bu çıkarların hiç biriyle çatışmıyorsa ancak o zaman diğer Nijerya’lıların haklarını korumaya çalışıyor. Henüz ulus olamayan Nijerya’lılar kabile toplumundan ulus-devlet toplumuna geçmek için çaba harcıyor ve bunun ağır sancılarını çekiyorlar.

AFRİKA’NIN PAYLAŞILMASI VE BUGÜNKÜ ETKİLERİ

Ulus olamamak bugün Afrika’nın gelişmesini olumsuz etkileyen nedenlerin başında geliyor. 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa devletleri Afrika’yı kağıt üzerinde paylaşmadan önce kıtada 10,000 nin üzerinde kabile varmış. Bu kabileler kıtanın koşullarından dolayı diğer kabilelerle fazla karışmadan kendi bölgelerinde küçük topluluklar halinde yaşamışlar. Bu kabilelerin iyi geçindiği diğer kabileler olduğu gibi yüzyıllar boyunca devam eden düşmanlıkları da varmış. Batı dünyası Afrika’yı haritada 48 parçaya bölüp aralarında paylaşırken sadece coğrafi koşullara, liman olarak kullanılabilme özelliklerine ve hemen paraya çevrilebilir zenginliklerine (madenler, fildişi, pamuk vs) bakmış. Bölgede yaşayan kabilelere ve onların sosyal yapılarına, kiminle geçinip kiminle savaş halinde olduklarına bakmamış. Bunun sonucu olarak bazen birbirinden nefret eden kabileler aynı ülkede yer almak zorunda kalmışlar, ya da aynı kabile üç-dört ülkeye bölünmüş (örneğin Fulani’ler Nijerya, Benin, Togo ve Gana’da yaşıyorlar). Sosyal yapı darmadağın olmuş. 1960’lardaki özgürlük dalgasında Afrika ülkeleri birer birer bağımsızlıklarını almışlar. Ama ne eğitim bakımından ne de sosyal bakımdan hazır olmadıkları hemen ortaya çıkmaya başlamış. Kara kıta, ancak 1990’ların ikinci yarısında biraz yavaşlayan askeri ihtilal- iç savaş- etnik katliam çemberine bağımsızlıkla birlikte adım atmış.

AFRİKA’DA DİKTATÖR OLMAK İÇİN HIZLANDIRILMIŞ KURS

Demin anlattığım gibi tipik bir Afrika’lının dünya görüşünde diğer kabileler için iyi bir şey yapmak son sırada yer alır. Bundan dolayı son kırk senede başa gelen Afrikalı liderlerin (şimdi değişmeye başlayan) tipik yaklaşımı şaşmaz bir sırayla şöyledir;
1) Ülkeyi senden başka kimsenin yönetemeyeceğine inan, askerken ihtilal yap, başa geç, kendini omur boyu başkan seç. Unutmadan ana şart megolaman olmaktır. (Zaire’yi -Demokratik Kongo- 30 sene yöneten Joseph Désiré Mobutu, başa geçince ilk iş kendi ismini değiştirmişti , yeni ismi? Mobutu Sese Seko Koko Ngbendu Wa Za Banga , anlamı: dayanıklılığı ve devamlı kazanmak isteyen bükülmez iradesi sayesinde zaferden zafere koşan ve geçtiği yerlerde ateş bırakan güç timsali savaşçı ).
2) Orduyu arkana al, onlara iyi maaş bağla. En üst kademelere kendi kabilenden -mümkünse kendi ailenden- insanlar koy (Nijerya’yı Hausa kabilesi, Kenya’yı Kikuyu kabilesi bağımsızlıktan beri yönetiyor. Tabii onlara bağlı ya da yakın kimseler de hep iktidarda. Hausa’ların desteği olmadan secimle iktidara gelen Nijerya’lı Moshood Abiola ilk önce darbeyle devrildi ve hapsedildi. Sonra onu deviren General Abacha ölünce serbest bırakılacak zannedildi. Ancak esrarlı bir şekilde hapiste cesedi bulundu)

3) Önemli ve etkili kişileri öyle bir paraya boğ ki senin gitmeni hiç bir şekilde istemesinler. Peki bu parayı nasıl bulacaksın? Tabii ki ülkenin kaynaklarını çalarak. Zaten ülke nedir ki? Senin için önemli olan sadece sana yakın olanlar. Ülkede rüşvet vermeden yapılacak hiçbir iş kalmayana kadar uğraş ( Mobutu’nun Zaire’de kurduğu yönetim sekline Kleptokrasi -çalarak yönetim- adı verilmesi boşuna değil. Nijerya’nın eski diktatörlerinden Abacha öldüğünde İsviçre bankalarında 3 milyar doları olduğu ortaya çıktı, bu sadece izi bulunabilen miktar).

4) En ufak bir muhalefeti demir yumrukla sustur. Ses çıkaran olursa, içeri tık, as. Muhalefeti destekleyen bölgelere yatırımı durdur, üzerlerine asker gönder, topluca öldür, sustur. Herkesten kuşkulan, senin yerine geçme fikrini aklından geçirme olasılığı olan herkesi yakından takip ettir ve en ufak bir kuşkuda öldür (ve bazen düşmanlarını ye! Bkz Uganda’nın eski başkanı Idi Amin. Zimbabwe’li Mugabe bu stilin yasamakta olan bir temsilcisi, Kenya’da Dantel Arap Moi’de aynı şiddette olmasa da bu tur uygulamalara hayır demiyor).

5) Kendine batıdan destek bul onlara bir çıkar sağla ve sırtını sağlama daya ( Orta Afrika Cumhuriyeti başkanı Bokassa, halkı açlıktan olurken Fransa’dan aldığı dış borç sayesinde kendini kral ilan edip ülkenin bütçesinin yarısını taç giyme töreni için ayırmıştı ama Fransa çıkarlarını korumak için buna ses çıkarmamıştı. Mobutu Zaire’de yüz binleri rejime tehlike olabilecekleri korkusuyla öldürürken Amerikan yardımı silahları kullanıyordu. Amerikan elçiliğinin Washington’a geçtiği şifreli mesajlarda Mobutu’nun kod adı “Kongo’daki adamımız” idi).

Bütün yukarıda anlattıklarım hepsi Batılıların suçu mu? Sosyal yapının bozulmasında suçlu Avrupalı devletler, ama bağımsızlık sonrası kötü yönetimin tek sorumlusu kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen Afrika’lı liderler. Bugün Afrika bağımsızlığını kazandığı 1960’lara göre daha kötü durumda: yeni altyapı yatırımları yok, eski koloni devrinden kalanlar bakımsızlıktan yıkılacak durumda, kişi başı gelir koloni devrine göre en az 20% daha az. Halen Afrika yeraltı zenginlikleri bakımından çok zengin, kendi insanlarına çok daha iyi bir yaşam sağlayabilecek durumda. Tek şart, daha iyi yönetim. İyi yönetimin temel taşlarından biri herkese eşit davranıp kendi kabileni kayırmamaktan ibaret. Bu yola girmiş gözüken Afrika’lı devletler de var: Gana, Güney Afrika, Tanzanya gibi. Nijerya’nın şu anki başkanı Obasanjo (ve sonra yerine geçmesi muhtemel Hausa kabilesinden eski ihtilalcilerden general Babangida), yolsuzluk ve adam kayırmanın Nijerya’ya ne kadar zarar verdiğini anlamış gözüküyorlar. Obasanjo zamanında yolsuzlukla ve kabilecilik ile mücadelede az da olsa yol alındığında herkes birleşiyor. Umarım bu anlayış yayılarak tüm Afrika’yı içine alır.

Köle Kıyısı’ndan Ticaret Kıyısı’na

16. yüzyıla ait Afrika haritalarına bir şekilde rastlarsanız, gözleriniz kıtanın içlerine doğru kayar. Çünkü haritalarda kıtanın içleri tamamıyla boştur, oralara gidip geri gelebilen hiçbir beyaz olmadığı için harita çıkarılamamıştır henüz.

Kıyılarda ise sadece, beyazlara açık bir kaç liman ve ufak ticaret kolonisini görürsünüz. Bu limanlara çoğu zaman limandan taşınan malların isimleri verilmiştir. Örneğin Níjer Deltası’nın eski ismi Palmiye Yağı Sahili, Gana`nın eski ismi Altın Sahili imiş. Uzun sure seyahat ettiğim Lagos ve çevresinin eski adı ise Köle Kıyısı’dır.

KÖLE TİCARETİ

Afrika, Avrupa’nın uzun sure boyunca fildişi, palmiye yağı ve altın ihtiyacını karşılamış. Avrupalılar getirdikleri süs eşyaları, bakır teller ve barut karşılığında fildişi ve palmiye yağı satın almışlar. Altın almak için ise daha dolambaçlı bir yol izlemek zorunda kalmışlar; getirdikleri malları ilk önce Köle Kıyısı’na (bugünkü Lagos ve kuzeyi) getirip burada Afrika’lı tüccarlardan köle satın almışlar. Aldıkları köleleri Altın Kıyısı’nda (bugünkü Gana) zengin Afrika’lılara altın karşılığı satmışlar. Bu ticaretin çalışabilmesi için köle ticaretinin altyapısının hazırlanması gerekmemiş ; zaten yüzyıllardır Afrika’da kölelik günlük yaşamın bir parçası olarak sürüyormuş. Bazı tahminlere göre çok eski tarihlerden beri Afrika’lıların 30%’u ile %60’i köle olarak yaşamışlar. Kölelik, Afrika sosyal yapısında yeri olan bir kurummuş, yeteri kadar ürün alamayan ve dolayısıyla aç kalan bir köylü elindeki tek şeyi; özgürlüğünü satarak hayatta kalmayı başarabiliyormuş. Bunun yanında çok çocuklu ailelerde büyük erkek çocuklardan biri evlenmek isterse ve gerekli başlık parası yoksa kardeşlerinden birini ya da birkaçını köle olarak zenginlere rehin verebiliyormuş. Borcunu ödeyebilirse kardeşini geri alabiliyormuş, yoksa kardeşi köle olarak kalıyormuş. Bunun yanında günlük işlerde çalıştırmak için köle kaçıran kabilelerde her zaman var olmuş. Örneğin Nijerya’lı Igbo’ların komşu kabilelere sadece köle almak için saldırdıkları da oluyormuş. ihtiyaçlarından fazla köleleri olduğunda bunları pazarda satmaları da normal bir durummuş. 11.yüzyıldan kalma kayıtlar 1000’den fazla kölesi olan ve bunun ticaretini yapan Afrika’lılardan bahsediyor. Bu ticaret günümüze kadar sürmüş; Orta Afrika ülkelerinden Nijer köleliği 2003 yılında kaldırdığında ülkede en az 6000 köle olduğu sanılıyordu.

Avrupalıkların köle ticaretiyle ilgileri ilk başlarda çok sınırlı olmuş. Kayıtlara göre 1441-1600 arasında yılda 2500 Afrika’lı köle olarak taşınmış. Amerika’nın kolonileştirilmesi ve Avrupa’nın dizginlenemeyen şeker ihtiyacı 1600’lardan sonra köle ticaretinin çok büyümesine yol açmış. 1600-1870 yılları arasında 8.5 ila 13 milyon arası Afrika’lının köle olarak Amerika kıtasına gönderildiği sanılıyor. Köle ticaretinin bu kadar büyük rakamlara çıkması Afrika’da sosyal yapının bozulmasına ve nüfusun düşük kalmasına yol açmış. Köle ticaretinin eskiden ana merkezlerinden olan Lagos ve hemen yakındaki Bagadry şehirlerinde köle pazarları bugün müze olarak korunuyor. İngilizler 1807 yılında köleliği yasaklamışlar. Lagos halkı da İngilizlerin bölgeye yerleştiği 1820 sonrası köle ticaretinden kurtulmuş. Şehir İngilizlerin Bati Afrika’daki ticaret üssü haline gelmiş. Bugün eski geleneklere göre Lagos’a isim versem ona Ticaret Kıyısı derdim.

YÜRÜYEN PAZAR

16 milyonluk Lagos’un yolları aslında 500binlik bir nüfus için planlanmış. Trafiğe yakalanma olasılığınız neredeyse 100%. Nijeryalılar trafik sıkışıklığına bir de isim takmışlar: “yavaş giden”. Bugün Viktorya adasından yola çıkıp depomuzun olduğu Ikorodu bölgesine gidiyoruz. Adayı ana karaya bağlayan köprüde trafik sabahın altısından akşamın sekizine kadar tıkalı. Bu sıkışıklık satıcılar için yeni bir fırsat yaratmış: trafikte bekleyenlere yönelik “Yürüyen Pazar”. Trafik iyice yavaşlayıp sonunda duruyor. Nijerya gazetelerini ve birkaç aylık eski dışarıda basılmış haber dergilerini zorlukla taşıyan çocuk, arabada beni görünce koşturup cama Newsweek’i dayıyor. Gazetelerini de kaputa koyuyor. Trafik biraz açılır gibi oluyor. Ne kadar ilgilenmediğimi söylesem boşuna, illa ki bana eski dergilerden birini satmaya uğraşıyor. Görünen o ki yükün altında yorulan gazeteci, yükünü biraz bize taşıtacak. Kaputta gazeteler, camda dergi, yanımızda satıcı yavaş yavaş ilerliyoruz. Yandaki arabalardan biri gazete istiyor, bizimkisi hemen veriyor. Üzerinde sadece şort bulunan kısa boylu bir diğer satıcı kafasının üzerinde dengelediği kıymalı börek tepsisine dikkat ederek koşturuyor. Kucağında taşıdığı ekmeklerden önünü göremeyen yaşlıca biri yan yürüyerek alıcı arıyor. Bir kolu omzundan itibaren olmayan kör bir özürlü ufak bir çocuğun elinden tutmuş, dileniyor. Çocuk beni görünce adamı hızla çekiştirip arabanın sol yanına geliyor. Para istiyor. Gazeteci çocuk yeterince dinlenmiş olmalı ki, gazete ve dergilerini kaputtan alıp arkamıza doğru yürümeye başlıyor. Dilenci bir kaç dakika sonra benden para çıkmayacağını anlayıp başka arabalara seğirtiyor. Sakız ve bisküvi satıcıları kümelenmişler, 6-7 si ayni yerde. Malları az ama hepsinin sattıkları markalar ayrı, arada Saray ( Karaman’dan) bisküvileri dikkatimi çekiyor. Toz almak için birbirine sıkı sıkı tutturulmuş tüyler satan iki kişide ard arda yanımızdan geçiyorlar. Sonra elinde yam (bir çeşit çok büyük patates) torbaları olan bir kadın küçük bebeği sırtında olduğu halde arabaların arasından bize doğru ilerliyor. Bebeğine beyaz adamı (beni) gösteriyor. Bebek ağlamaya başlıyor. Şoför atlıyor “bizde çocukları seni beyaz yamyamlara veririm diye korkuturlar, ağlaması ondan herhalde” diyor. Birkaç dakika durmadan hareket ediyoruz, tam yol açıldı derken yeniden duruyoruz. Arka tekerlekleri havada ön kısmı büyük bir su birikintisine gömülmüş olan minibüs trafiği tıkıyor. Yağmur suları yoldaki büyük delikleri doldurmuş, minibüslerden biri deliği sığ sanarak geçmeye çalışmış, o kadar. Yolcuların bir kısmı minibüsü çukurdan çekmeye çalışıyor, diğerleri bekliyor. Tam o sırada diğerlerinden farklı bir satıcı yavaş yavaş arabamıza doğru geliyor. Bir elinde fare kapanları, diğer elinde fare zehirleri var. Onu diğerlerinden ayıran özelliği, sattığı malların çalıştığını da göstermesi; boynuna ipe dizdiği ölü fareleri asmış. Minibüsün yanındaki kalabalığı görünce boynundaki fareleri eline alıp sallamaya ve bir yandan da fare zahirinin ne kadar güçlü olduğunu bağırmaya başlıyor. Kimse etkilenmişe benzemiyor. Ayrana benzeyen tatlı bir yoğurt içeceği satan adam, yanımızdan geçen arabadan kaçmak için kendini bizim arabanın önüne atıyor. Bizim şoför kızıyor, atışıyorlar. Trafik açılıyor, yürüyen pazarın canlı reyonları arasından bir şey satın alamayacak kadar hızla geçiyoruz.

HASAN ŞAŞ

Paşabahçe…Nereye gitsem karşıma çıkan iki Türk Markasından biri (diğeri Ülker). Şimdiye kadar gördüğüm 60 kadar ülkede Paşabahçe ile karşılaşmadığım hiç olmadı. Ama Lagos’ta trafikte bunalmış yolun açılmasını beklerken yoldaki yüzlerce satıcıdan biri burnuma Paşabahçe bardak takımını dayayınca şaşırdım.
– Arkadaşım bardak ister misin?
– İhtiyacım yok.
– Ama bunlar iyi,hem İtalyan bak.
– Ne İtalyanı? Bunlar benim ülkemden, Türk malı.
– Türkiye’den misin?
– Evet?
– Sizin takımı Dünya Kupasında seyrettim. Sonra Galatasaray, Hasan Şaş. Okocha’yı bilir misin?
——

Nijerya halkı yediden yetmişe futbol tutkunu. Sokakta biriyle konuşmak isterseniz futboldan söz açın hemen ortak bir nokta bulursunuz. Nijerya’lılar Türkiye’nin yerini bilmeyebilir ama Türkiye’den üç ismi çok iyi biliyorlar; Galatasaray, Türk Milli Takımı, Hasan Şaş. Diğerlerini geçelim bir kalem. Hadi Galatasaray’ın ve Türk Milli takımının tanınmasını anladım (ki bir Fenerbahçe’li olarak GS’ yi kıskandım), Hasan Şaş’ı neden ve nasıl tanıyorlar, ben çözemedim. Hatta bir kaç yerde arkasında Hasan Şaş yazan formaların satıldığını gördüm.

LAGOS’TA HAYATTAN BİR KESİT

İşyerimizin olduğu bina Viktorya adasının en gözalıcı ve en çağdaş binası. Çevredeki binalara tepeden bakan yüksek ve bütün yüzü ayna gibi parlayan cam kaplı bir iş merkezi.

Lagos’ta 10 kilometrelik bir mesafeden trafikte üç saat boğuşup tam sıcak ve nemden boğulacak bir halde işyerinden içeri adım attığınızda bir an kendinizi başka bir ülkede sanıyorsunuz. Dışarıda hayat ne kadar karışık ve zorsa içeride herşey o kadar düzenli ve kolay görünüyor: ama merak etmeyin bu his çabuk geçiyor. Lagos’ta günde 8-10 saat elektrik kesintisi Tanrı’nın emri, olmazsa olmaz. Bazen elektrik kesintilerinin bir kaç gün sürdüğü de oluyor, işte o zaman binanın jeneratörü iflas ediyor. İşyerinde bilgisayarlar elektrik olmayınca kesintisiz güç kaynaklarıyla 6 saat daha çalışabiliyor ama havalandırma hemen duruyor. Havalandırma durunca ilk bir iki saat çalışmaya çalışan ve beceremeyen ter içindeki insanların çaresizliğine tanık oluyorsunuz. Sonraki 3-4 saatte sadece ter içinde sohbet eden ve çalışır gibi gözükmeye dahi uğraşmayan insanların giderek artan Afrikalılara özgü neşesi sizi de sarıyor. Sıcağı takmıyorsunuz. Tabii bir de yağmurlu mevsimde iseniz ve dışarıda yağmur yağıyorsa ohh değmeyin keyfinize.

Yağmur yağdığında hiç bizim Turkiyedekine benzemiyor gerçekten de gök deliniyor,. Lagos gibi altyapısı olmayan bir şehirde her yeri su basıyor. Trafik iyice duruyor, delirtici bir hal alıyor. Elektrik kesintileri artıyor. Kaldığınız yer kullanım suyunu artezyen kuyusundan çektiği için yağmurların yağışına göre suyun renginde mevsimsel değişiklikler olabiliyor. Yağmurlarla birlikte kaldığım otelde suyun rengi kahverengi/kırmızı bir ton aldı, yıkanınca temizlenmek bir yana kirlendiğimi hissediyordum ama yapacak bir şey yok.

İşyerimizin olduğu caddenin iki kenarında lağım kanalları var. Bulunduğumuz yer iyi bir semt olduğu için kanalların üzerine ızgaralar koymuşlar ama bu kokuyu kapatmıyor. Diğer semtlerde sokakta yürürken lağım kanallarının içindekileri istemediğiniz kadar çok görmek zorunda kalıyorsunuz. Bir sure sonra alışıyor takmıyorsunuz. Hatta sokakta arkadaşı ile oturmuş sohbet ederken bir taraftan hacet görüp doğrudan kanala gönderen vatandaşlar bile normal gelmeye başlıyor. Ama yağmur mevsimi farklı. Yağmur yağınca lağım kanallarında bulunan “şey”ler caddede yüzmeye başlıyor. Cadde zaten kirli buna bir de “şey”leri ekleyin. Akşam olunca binamızdaki işyerlerinden çıkan takım elbiseli tayyörlü kalabalık sanki dünyanın en doğal işini yaparmış gibi ayakkabı ve çoraplarını çıkarıp, paçalarını dize kadar sıvayıp kirli suyun içine dalıyorlar. Yağmurdan sonra tamamıyla durmuş trafikte sinirlenen ve yol açmak için araçlarından çıkan şoförlerin uzağından geçmeye çalışarak araçlarına doğru yürüyorlar. Bütün bu resmi, işten çıkanlara satış yapma umudu ile binanın önünde açık havada hangi hayvanın olduğunu anlamadığım şekilsiz et parçalarını mangal yapan dizine kadar su içindeki seyyar satıcıların bağırtıları ve mangallarından çıkan dumanlar tamamlıyor. Tek yapmam gereken beklemek, bir kaç saat içinde sokaktaki bu geçici delilik geçecek. Yol açılacak. Otelimin (renkli su dışında) dışarıdan izole dünyasına döneceğim. Ve herşey sabaha yeniden başlayacak.

LAGOS’A GIDECEKLERE

Lagos dünyanın en tehlikeli şehirlerinden biri bu nedenden dolayı hiç kimsenin turist olarak gideceğini zannetmiyorum. İş için gideceklere bir kaç pratik bilgi vermek istiyorum. İlk önce kuralları koyalım:

Kural 1: Nijerya’da sizden bahşiş, rüşvet, yardım, yemek parası, bira parası adı altında birileri sık sık para isteyecek. Hiçbir şey vermemek işinizi geciktirebilir, piyasa genelinden fazla vermek bu istekleri tekrarlatabilir.
Kural 2: Bekleyeceksiniz. Nijerya’da herşey daha yavaş, sinirlenmeyin. Size hiçbir faydası olmaz. Sabredin, geçecek.
Kural 3: Nijerya sahtekarların cennetidir. Dikkatli olun, her şeyi güvendiğiniz birkaç kişiye birden onaylattırın.
Kural 4: Dikkatli olun ama abartmayın. Burada uzun yıllar kalıp başına hiçbir şey gelmeyen birçok kişi var.

Havaalanına indiğinizde gümrük görevlileri size pasaportunuz sahte, vizeniz geçersiz ya da fotoğrafınız eski der ve bir kenara çekerlerse sizden iyi bir para koparmadan bırakmazlar. Bunu önlemek için sizi almaya tercihen Nijerya’da iş yapacağınız şirketten birinin gelmesi önemli. Eğer kimse sizi karşılamazsa ve başınıza böyle durum gelirse yanınızda Türk Büyükelçiliğinin telefon numarası olsun, işe yarıyor. Havaalanından çıkmadan pasaporttaki damgaya dikkat edin, bazen basmıyorlar. Çıkışta size 20-30 dolara mal olur. Havaalanında bavul taşıyıcılardan yararlanın, onların tanıdığı taksiler havaalanında uzun sure iş yapanlardır. Bazı fırsat taksiler gibi sizi ıssız bir yere götürüp soymaya çalışmazlar.

Ülke içinde seyahat edecekseniz, arabayı kendiniz kullanmayın. Yereller hem yolları bilir ( trafik işaretleri çalındığı için sizin yolu bulmanız çok daha zor olacaktır) hem de kaza olursa linç edilme şansınız düşer ama ortadan kalkmaz. Şoförünüzü iyi seçin. Şehirlerarası yollarda gece yolculuk yapmayın. Soyulma riski yüksek. Gündüzleri yolculuk ederken polis kontrol noktalarında abuk subuk nedenlerle sizi alıkoymak isteyenlerin tüm derdi aslında sizden koparacakları 25-50 kuruştur. Onlar işi uzatmadan daha konuşmanın başında bunu verip yola devam edebilirsiniz. Bir de üstüne polisten “Tanrı sizi kutsasın” duası alırsınız, fena mı?

Otelinize gelip ben polisim deyip belgelerinizi kontrol etmek isteyen herkese inanmayın. Resepsiyondan en az iki kişiye onaylatın. Çünkü kendine polis diyen kişi sahtekar olabilir ve belgeleriniz aldıktan sonra geri vermek için fahiş paralar isteyebilir.

Yılda en az 3-4 kez olan genel grevlerde sokağa çıkmamaya çalışın, çıkmak zorundaysanız üzerinizde işi çağrıştıran giysiler olmasın (gömlek, kravat vs.), arabanızın camları boşuna kırılmasın.

Arabanız bozulursa siz durmayın, bırakın şoför ilgilensin. Başka bir araçla hemen yolunuza devam edin. Unutmayın siyahlar için beyaz biri olarak alnınızda “bu adamda çok para var ” yazmakta. Alnınızdaki yazıyı okuyup tahsilata gelenler olacaktır, beklemeyin.

İyi yolculuklar…

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ

OKUMA ÖNERİSİ