Kensington’daki dapdaracık sokaklar arasına sıkışmış viranelerden birinin önünde gördükleri ufacık pazar arabasının başında kapkara giysilerine inat beline kadar uzamış bembeyaz sakalları ile dikilen ihtiyar Yahudi esnafa rasladıklarında, bunun bir tür dinsel ya da etnik görüngü olduğunu düşündüler. Oysa üzerinde eski ceketlerin, cam kavanozların, yaprakları sararmış kitapların sergilendiği o ahşap tezgah, ileride Kensington Market adını alarak Toronto’nun incilerinden birine dönüşecek olan Yahudi pazarının müjdecisiydi…
Kensington Market, kendisine New York’tan başka rakip tanımayan ve pek çok ‘New York filminin’ çekimine evsahipliği yapan Toronto’nun göbeğinde, Kuzey Amerika alışveriş kültürüne yüzyılı aşkın bir süredir kafa tutan bir cennet köşesi. Kıtanın kuzeyinden güneyine, megapollerinden en küçük kasabalarına kadar her köşesine birer ahtapot gibi kollarını yaymış olan devasa ‘Walmart’lara, klavyenizin enter tuşuna dokunmanızdan itibaren en çok birkaç gün içinde istediğiniz herşeyi kapınıza getirmeyi garantileyen ‘Sears’lara karşı Kensington Market, fındık içi dükkanları, açık isporta tezgahları ve sokak satıcılarıyla Torontolulara bir ‘alternatif pazar’ sunuyor.
Kensington tarih boyunca Toronto’nun fedakar sütannelerinden biri olmuş. Dil, din, renk ya da ırk farkı gözetmeksizin Toronto’ya yeni göçen bütün uluslara bağrını cömertçe açmış, onları besleyip büyütmüş ve kendi ayakları üzerinde durabilecekleri hale geldiklerinde de daha kuzeydeki zengin semtlere uğurlamış. Doğu Avrupa’dan gelen Yahudiler, İngiliz göçmenlerden devraldıkları ve bazıları bugün dahi ayakta olan Viktorya tarzı mimariyi titizlikle koruyarak, dahası sinagogları ve okullarıyla bu dokuya kendi çizgilerini de katarak, 1950’lerde Toronto’nun yeni sakinlerine, İtalyan, Macar, Ukraynalı ve Karaip Adalarından gelen göçmenlere emanet etmişler.
Kensington bugünkü parlak ve canlı renklerini, geçen yüzyılın ikinci yarısında Salazar yüzünden ülkelerini terketmek zorunda kalan ve kaderlerini her yeni göçmen ulus gibi Kensington’un şevkatli kollarında arayan Portekizlilere borçlu. Portekizli boyacılar, Torontolulara, Kensington’ı, baktıkça insanın içini açan ılık renklerle gökkuşağına boyayarak, ‘hoşbulduk’ demişler. Durumlarını düzeltip şehrin kuzey mahallelerine taşınırken, Yahudilerden devraldıkları evlerin alt katlarını ‘dükkan’ olarak kullanma geleneğini kendilerinden sonra gelen Çinlilere ve Viet-Namlılara miras bırakmışlar.
Her mevsim –aslında pek bahar yaşamadığımızı ve birkaç haftalık belli belirsiz bir geçiş dönemiyle yaz ile kış arasında gidip geldiğimizi itiraf etmeliyim- başka kimliğe bürünür Kensington. Dünyanın bütün iklimlerinden gelen, adını dahi duymadığınız yüzlerce çeşit taze meyva ve sebzenin kaldırımlardan taştığı yaz ayları kuşkusuz favori mevsimdir. Havalar soğuyup Kensington’a ‘inmenin’ biraz fedakarlık gerektirmeye başladığı Aralık sonlarında, pazar Torontoluları yüreklendirmek için muhteşem bir karnaval düzenler. Kuzey Amerika kültürünün ‘resmi geçit töreni’ tarzı kutlama formu ile geleneksel İngiliz folklorunun bir karışımı olan karnaval, müşterilerini yeryüzünde konuşulan bütün dillerde tezgahlarına davet eden satıcıların çığlıklarıyla tam bir festivale dönüşür.
Hangi mevsimde olursa olsun Kensington sizi eliniz boş döndürmez. Kaldırımları yayalar için dar geçitler bırakarak dolduran dükkanlarda Avrupa’dan Karaib’lere, Ortadoğu’dan Uzak Asya’ya, Afrika’dan Güney Amerika’ya, dünyanın her bucağından ürünler bulabilirsiniz. Ancak Kensington’ı Kensington yapan yalnız bunlar değil elbette. Kuzey Amerika’da Quebec dışında hiçbir yerde bulamayacağınız, Avrupa tarzı, bir arkadaşınızla saatlerce oturup sohbet edebileceğiniz ‘cafe’lere burada raslayabilirsiniz. Hele bir de yakınlarda bir sokak müzisyeni kemanı ya da akordiyonuyla konser veriyorsa, felekten bir gün daha çalmayı başardınız demektir. ‘Drive-Through’ beslenme tarzını reddedenler için Mandarin mutfağının tadı damakta kalan deniz ürünlerinden, İran’ın leziz, safranlı çeşnilerine kadar geniş bir yelpazede ‘gerçek’ öğünler yeme şansı var.
Kensington’dan bahsederken o binbir çeşit talıları ve çörekleriyle Torontoluların hayatına tad katan pastaneler, ekmeğin her türlüsünü pişirmekte mahir fırınlar unutulur mu? Ya da içine girdiğinizde aromaları birbirine karışmış yüzlerce çeşit peynirin, sosisin, salamın, üzerlerine kırmızı ışık vurulmadan camekanların arkasında sergilenen kasaplık şaheseri etlerin, yeşilin ve siyahın bütün tonlarını biraraya toplamış zeytin barlarının bulunduğu şarküteriler? Jamaikalı, Çinli balıkçıların dev akvaryumlarını dolduran türlü çeşitli okyanus balıkları, istakozlar, istiridyeler…
Kensington Market Torontolulara sunduğu ürünleriyle, kendisine tepeden bakan ‘Bay Street’e’ -Toronto’nun Wall Street’i- inat, Toronto’nun merkezinde bir sınıflararası ‘ateşkes’ alanı da oluşturur. Buraya Toronto’nun en kalburüstü aileleri aradıkları ateş pahası organik gıda ürünlerini bulabilmek, ‘welfare’den aldığı yoksulluk yardımıyla ayın sonunu getirmeye çabalayan fakir-fukara ise ikinci el, az kullanılmış bir kaban aramak için gelir. Ancak, Kensington bu… Ateşkesle yetinir mi hiç? Patronu da, işçisi de, eğer balığın tazesini kendileri seçmek istiyorlarsa, aralarındaki uzlaşmaz çelişkileri bir kenara itip Taiwanlı teyzenin önünde kuyruğa girmek zorunda kalırlar.
Baharatçı bu yazıda kendisine özel bir paragraf ayrılmasını kesinlikle hakediyor. Yabancısı olduğunuz bir ülkede karşılaşabileceğiniz en ciddi zorluklardan biri, alışık olduğunuz lezzeti yakalayabilmek için kullandığınız baharatlara ulaşabilme sorunudur. Bunun nedeni dünyanın her yerinde baharatların, folklorun bir parçası olmaları nedeniyle, yalnız bölgeye, ya da ülkeye değil, ülkelerin yörelerine göre de değişik isimler alması ve genellikle bu isimlerin karşılıklarının sözlüklerde bulunamamasıdır. Kensington’ın baharatçısı bu sorunu yerkürenin bütün kuytuluklarından toplanmış baharatları ‘latince’ etiketleyerek çözmeye çalışmış. Artık size kalan tek şey internetten ya da ansiklopedilerden resimlere bakarak baharatınızı bulmak ve latince ismini alışveriş listenizin bir köşesine kaydetmek. Gerisi mi? Hiç merak etmeyin, Kensington’daki baharat evinde aradığınızı mutlaka bulacaksınız. Ayrıca Habeşistan ve Uzakdoğu baharatlarında uzamnlaşmış dükkanları da ziyaret etmekte fayda var.
Kensington bugün de Toronto’ya yeni olanlara sütannelik yapmaya devam ediyor. Şimdilerde Kensington’ın yeni misafirleri İranlı, Sudanlı ve Somalili göçmenler. Kuşkusuz onlar da her ulus gibi Kensington’a kendi renklerini katarak borçlarını ödediler, fakat ne yazık ki yerlerini yeni göçmenlere değil, Kuzey Amerika’nın biricik açık pazarını kendilerine ‘mekan’ yapmayı akıllarına koymuş sanatçılara bırakıyorlar ve Kensington, eski kişiliğini korumakla birlikte, yirmibirinci yüzyıla bir sanat merkezi kimliği ile giriyor.
Kışın tükürüğü ağızda donduran soğuğunda, Torontoluları paşa paşa en yakın plazalardan birine gidip, SUV’lerini katlı otoparklara güvenle parkederek alışverişlerini yapmak, dünyanın bütün mutfaklarını biraraya getiren ‘food-court’larda birşeyler atıştırdıktan sonra haftanın en iyi fılmlerinden birini izlemek yerine, College caddesine açılan kargacık burgacık bu sokaklara getiren dürtü ne olabilir? Kensington’da alışveriş daha mı hesaplı? İyi bir pazarlıkçı değilseniz normalin iki katını dahi ödeyebilirsiniz. Kensington’da bulunmaz Hint kumaşları mı var? Pek öyle de denemez. O zaman buna Torontolu naifliği mi demeli?
Bu sorunun yanıtını verebilmek için bu kıtada birkaç aydan fazla yaşamış olmak gerekiyor. O zaman Toronto’nun meşhur ‘wind-chill’inin katkısıyla ‘hissedilen ısının’ eksi 30’lara vurduğu günlerde dahi Kensington sokaklarından yükselen İNSAN SICAĞININ yalnızca Torontoluları değil, New Yorkluları, Chicagoluları nasıl bir miknatıs gibi kendisine çektiğini anlayabiliyorsunuz.
Not: Aşağıdaki linkte Kensington Marketten görüntülere ulaşılabilir.
http://www.toronto.com/feature/7892/Kensington.html
Akif AKALIN