5.Gün
2 Mayıs: Ver elini Istria Yarımadası
Zadar’dan sonra başlayan sahil şeridini izleyip Starigrad’a kadar durmadan devam ediyoruz. Burada iklim ve bitki örtüsü bir anda değişiyor. Yeşiller kayboluyor, kurak, çıplak tepeler manzaramız oluyor. Starigrad’ta verdiğimiz kahve molasından sonra Senj’e kadar sahilden hiç ayrılmadan devam ediyoruz. Büyük bir kent olduğunu tahmin ettiğimiz Rijeka’dan geçip Opatija’da yemek molası veriyoruz. Opatija’nın sahil caddesindeki Roka adlı bir pizzacıda gezi boyunca yediğimiz en lezzetli pizayla karşılaşıyoruz. Dönüşte buraya ve Opatija’ya daha fazla zaman ayırmayı dileyip bugünkü hedefimiz Pula’ya doğru ilerliyoruz.
Pula’ya vardığımızda önce Booking.com’dan kiraladığımız apartmanı bulup eşyalarımızı bıraktıktan sonra kent merkezine iniyoruz ve daha önce okuduğumuz, fotoğraflarını gördüğümüz ve yarımadada en çok merak ettiğimiz yapıyı aramaya koyuluyoruz. Aslında gözden kaçması söz konusu değil aradığımız şeyin. Pula’nın dev arenasını buldup karşısında sessizce dikiliyoruz.
Pula’nın geçmişinde ve kentin mimari çizgisinde Roma İmparatorluğunun payı büyük. Kentin her köşesinde o dönemin mimarisiyle karşılaşmak mümkün. Ancak bir tanesi var ki diğerlerinden kolayca ayırt edilebiliyor. Arena, Pula’nın en önemli yapısı. Romalıların dünyada inşa ettiği altıncı büyük arena olarak da kayıtlara geçmiş. Sadece arena değil o döneme ait pek çok tapınak ve şehir kalesi de görmeye değer. Güneşi Pula’ya hakim bir tepeden batırdıktan sonra kendimizi Pula’nın karanlık sokaklarına atıyoruz.
6.Gün
3 Mayıs: Rovinj, Porec, Opatija
Rovinj
Hırvatistan gezisi boyunca en etkilendiğiniz yer neresi diye sorulsa vereceğimiz yer hiç düşünmeden Rovinj olur. Burada karşılaştığımız kenti dünyanın bir başka yerinde bulmak kolay değil. Dalmaçya sahilleri boyunca çok sayıda tarihi kentle karşılaştık. Her biri özenle korunmuş, göze batan her çıkıntıdan ayıklanmış ama Rovinj hepsinden farklı. Karşımızda sanki gerçek bir kent değil kartpostal var. Bir film seti değil, çünkü günlük yaşam alabildiğine devam ediyor. Yaşayan bir kartpostal yani. Venedik, Roma ya da Dubrovnik’in turistik virüsleri bu sakin kasabaya henüz bulaşmamış gibi. Ya da biz bahar ayında uğradığımız için yazın o kalabalık kitlesini göremiyoruz. Bazen bütün şartlar birleşir ve bir şey gözünüzde en yüksek mertebeye ulaşır ya işte Rovinj’in bizdeki izlenimi de bu oldu.
Tarihi kent merkezindeki evler denizin bittiği ya da başladığı noktadan yükseliyor. Evlerle sahil arasında yürüyüş yolu yok. Her bina kendi adına bir kale gibi. Yan yana gelmişler ve kenti koruyan doğal mimariyi bir anda oluşturmuşlar gibi. Bazı sokaklardan denize açılan dar koridorlar var. Bu koridorlardan kafanızı uzatıp sağa sola bakabilirsiniz ama ileri doğru adım atamazsınız.
Pekçok seyahat dergisi tarafından defalarca yılın en güzel sahil kenti seçilen Rovinj, bu ünü fazlasıyla hakediyor. Sadece yaza değil dört mevsime hükmeden bir havası var. Dar sokakların her biri sizi alıp bir başka yöne götürse de sonunda hiç şaşmadan tepedeki katedrale ulaşıyorsunuz. Kentin buradan görünümü de harika ama sahilden gördüğümüz Rovinj kadar büyüleyici değil.
Rovinj’de sürprizler peşinizi bırakmıyor. Sadece tarihi kent merkezi , katedraler, anıtlar, sokaklarla değil Rovinj balıkçılarıyla da ünlü ve bu balıkçıları her zaman limanda teknelerini onarırken ya da ağlarını tamir ederken görmek mümkün.
Rovinj sunduğu lezzetlerle de ünlü. Yarımadada Trüf mantarlarının en iyisi, kaşar peynirlerinin en lezzetlisi bu yöreye ait. Şaraplarıyla, bağlarıyla da ünlü bu kent Hırvatistan’ın incisi gibi.
Hiç istemesek de gördüğümüz bu güzelliğe yine veda etme zamanı geliyor ve biz aklımızı ve kalbimizi Rovinj’de bırakarak tekrar yola koyuluyoruz.
Porec
Yarımada’daki ikinci durağımız Porec. Rovinj’e yarım saat uzaklıktaki bu kasabada yeterince zaman harcayıp gece konaklayacağımız Opatija’ya doğru yola çıktık. Bu yol aynı zamanda Istria yarımadasından ayrılışımızın hattıydı ve Opatija’ya geldiğimizde akşam olmuştu.
Geceyi bu tatil kasabasının sırtlarında ıssız bir köşede bulduğumuz bir pansiyonda geçirdik. Yolu bulmak çok zordu. Haritalarımızdan umudu kesip ev sahibini aradığımızda gelip kaybolduğumuz yerden bizi aldı. Sessiz, parlak ve serin bir Adriyatik akşamına Milenij Oteli’nin bahçesinde dondurmalarımızı yiyerek veda ettik.
7.Gün
4 Mayıs: Dönüş başlıyor
Dubrovnik’ten kuzeye yaptığımız yolculuk Istria Yarımadası’nın Opatija kentinde bu sabah son buldu. Artık geri dönüş zamanı gelmişti. Önümüzde uzun bir yol ve kısıtlı günlerimiz vardı. Daha görmemiz gereken Karadağ ve tadına doyamadığımız Dubrovnik de bulunuyordu.
Günün büyük bölümünü yolda geçirdik. Dönüş zor olmadı. Bu sefer tek şeritli, virajlı sahil yolundan ayrılıp kuzeyi güneye bağlayan otobana çıktık. Yiyecek konusunda uygun fiyatları olan Hırvatistan otoyollar konusunda çıldırmış. 3 saatlik normal bir otobana 75-80 TL öderken Türkiye’deki yollarda neredeyse bedava araba kullandığımızı düşünüyoruz.
Yolda yağmur başladı ama kısa süre sonra hava yine düzeldi. Yaklaşık 3 saat sonra Krka Parkı’na vardık. Burası şelaleleriyle ünlü bir park. Aynı zamanda Dalmaçya sahillerinin en güzel doğal fenomenlerinden birini gizliyor. Park içindeki şelaleler kartpostal görünümünde. Hafta içi olsa da gelen ziyaretçi sayısı az değildi. Parkın girişinde aracımızı bırakıp, giriş biletlerimizi aldıktan sonra (kişi başı 150 kuna yaklaşık 75 TL) otobüsle aşağıdaki nehire indik.
Nehir üzerindeki yürüyüş yollarıyla parkın tamamını gezme imkanı var. Kimse kimseyi rahatsız etmeden, kimse kimseye çarpıp nehire düşürmeden bu kalabalık yürüyüş yolunu takip ederek parkın tamamını gezdik. En derin noktaya ulaştığımızda mola verip karnımızı doyurduktan sonra farklı bir yol izleyip giriş kapısına geri döndük.
Akşamı Sibenik’te geçirdik. Yolculuğumuza başlarken uğradığımız bu kenti buralardan ayrılmadan önce bir kez daha doya doya gezdik. Güneşi batırırken sahilde kuğuları seyretmenin ayrıcalığını yakaladık.
Devamı: Kotor ve Budva’dan sonra yolculuk bitiyor!
Pula – Rovinj– Porec – Opatija – Krka Fotoğrafları
Yazı ve Fotoğraf: Remzi Gökdağ