Hong Kong – Makau

Volkan ACAR – İlkokul sıralarındayken, atlas karıştırmaya bayılırdım. Bize çok uzak coğrafyalardaki değişik ülke ve şehirler ilgimi çekerdi. Bazen kütüphane raflarında artık kimsenin okumadığı eski atlaslara uzanırdım. Bunlar, eskidikleri ve güncel olmadıkları için ders çalışmaya ya da ödev hazırlamaya hiç de uygun değillerdi. Ancak ben, çocuk dünyamın keşiflerini bu tozlu atlasların satır satır taradığım sayfalarında yapardım. Bu eski atlaslarda, örneğin Afrika’yı yeni atlaslarda olduğu gibi 30-40 parçaya bölünmüş halde görmezdim. Büyük büyük bazı ülkeler olur ve içlerinde, Avrupa ya da Amerika haritalarında rastlamadığım şeyler yazardı: Kongo (Bel.) ya da Kongo (Fr.) Aynı durum, Uzakdoğu haritalarını keşfetmeye çalışırken de karşıma çıkardı.

Volkan ACAR – İlkokul sıralarındayken, atlas karıştırmaya bayılırdım. Bize çok uzak coğrafyalardaki değişik ülke ve şehirler ilgimi çekerdi. Bazen kütüphane raflarında artık kimsenin okumadığı eski atlaslara uzanırdım.

Bunlar, eskidikleri ve güncel olmadıkları için ders çalışmaya ya da ödev hazırlamaya hiç de uygun değillerdi. Ancak ben, çocuk dünyamın keşiflerini bu tozlu atlasların satır satır taradığım sayfalarında yapardım.

Bu eski atlaslarda, örneğin Afrika’yı yeni atlaslarda olduğu gibi 30-40 parçaya bölünmüş halde görmezdim. Büyük büyük bazı ülkeler olur ve içlerinde, Avrupa ya da Amerika haritalarında rastlamadığım şeyler yazardı: Kongo (Bel.) ya da Kongo (Fr.)

Aynı durum, Uzakdoğu haritalarını keşfetmeye çalışırken de karşıma çıkardı. Çin’in güneyinde bulunan iki yerin adı diğer yer adlarından farklı yazılmış olurdu: Hongkong (İng.) ve Makau (Por.). Ama Afrika’dan farklı olarak, bu iki şehrin parantezli durumu eski atlaslar da yeni atlaslar da aynıydı, değişmezdi.

Bunlara ülke desem… Galiba değillerdi çünkü büyük harfle yazılmamışlardı. Peki şehir desem… O zaman yanlarındaki parantez içindeki harfler neyi ifade ediyordu?
Ne kendi tarihini ne dünya tarihini yeterince öğrenebilmiş, sadece antlaşma tarihlerini ve maddelerini ezberlemiş bir kuşağın üyesi, İngiltere ve Portekiz’den binlerce kilometre uzaklıktaki bu yerlerin bu ülkelerle ne ilgisi olduğunu çok sonraları kavrayacaktı.

Hong Kong

Hong Kong “güzel kokulu liman” anlamına geliyor. Gerçi limanından artık güzel kokular gelmiyor, ama yine de insanları kendine çekiyor. Çünkü, Hong Kong sadece Asya’nın değil dünyanın da en önemli finans merkezlerinden birisi. Kent, 1997’de “100 yıllık kira anlaşması” bittikten sonra yeniden Çin sınırları içine dahil oldu ve Makau ile birlikte “Özel İdare Bölgesi” statüsü altında yönetiliyor.

Yağmurlu bir Kasım gününde indiğimiz Hongkong havaalanı, yatay değil dikey büyüyebilen bu kentte, denizin doldurulması ile kazanılan bir alana inşa edilmiş. Birkaç yıldır da dünyanın en iyi havaalanı seçiliyor. Burada kargaşa yok, gürültü yok. Her yer tertemiz ve modern bir alışveriş merkezi gibi. Yolcuların rahatı için de herşey düşünülmüş. Hong Kong’un müzelerinde ve alışveriş merkezlerinde de göreceğimiz gibi burada da internete ücretsiz girilebilecek terminaller yolcuların hizmetinde. Gürültü kirliliğini azaltmak amacıyla, Aralık 2004’den itibaren artık havaalanı içinde sesli anons da yapılmayacak.

Havaalanından otele giderken şoförümüz ikaz ediyor: Artık Çin’de değilsiniz ve burada arka koltuklarda da emniyet kemeri takmak zorunlu. Hong Kong’da caydırıcı yükseklikteki cezalar nedeniyle yayalar ve araçlar trafik kurallarına büyük oranda uyuyor. Yollar çok geniş olmamasına, nüfusun da görece yüksek olmasına karşın trafik sıkışıklığı varmış gibi görünmüyor. Belki bunun nedeni toplu taşımacılığın çok gelişmiş olması. Çünkü neredeyse, özel araçtan çok toplu taşıma aracı görüyoruz. İki katlı otobüsler, iki katlı tramvaylar, raylı sistem ve “şehir hatları vapurları” insanların yaşamını epeyce kolaylaştırıyor.

Taşıma sistemlerinin birbiriyle bağlantısı iyi kurulmuş ve metro duraklarının çoğu da doğrudan alışveriş merkezlerinin içine çıkıyor. Dolayısıyla tramvaydan inip metroya geçebilir, oradan da açık havaya hiç çıkmadan vapur iskelesine ulaşabilirsiniz. Ancak, böyle bir sistem biz Türkler için bazı zorluklar da doğuruyor! Çünkü, sürekli tramvayların otobüslerin geçtiği caddelerde, kendimizi istediğimiz yerde karşıdan karşıya atamıyoruz. Aradaki demir parmaklıklar nedeniyle yaya geçitlerine kadar yürümek zorunda kalıyoruz. Bazen, bir kavşakta karşıdan karşıya geçmek için alt geçitti, üst geçitti derken 10 dakika zaman harcamak zorunda kalıyoruz!

Yarımadadaki vapur iskelesine açılan, alışveriş merkezlerinin ortasında olan ve otelimizin de bulunduğu Nathan Road, Beyazıt-Laleli gibi… Cadde üzerinde ve ara sokaklarda, hem müşteri hem de esnaf olarak yüzlerce Afrikalı ve Hintliyi görüyoruz. Bunların çoğu, yol kenarlarında bekleyip kendi aralarında sohbet ediyor, aylaklığın tadını çıkararak geleni geçeni seyrediyorlar. Aylak olmayıp esnaflık yapanlar ise olası müşterilerini belirlemeye çalışıyorlar. Bu esnaflardan Hintli bir genci, otelden her çıkışımızda kapının önünde buluyoruz. Otelin önünde sürekli bir aşağı bir yukarı turluyor, biz otelden çıkınca da arkamızdan yanaşıp usulca elimize bir kart tutuşturuyor:

Robin Farhad, Tailor.
Tel: …………

Ya bu işletme çok iyi bir haberleşme sistemine sahip ve kartı aldığımız halde verilen adrese gitmediğimizi haber alıyor, ya da bu kardeşimiz bu genç yaşta kısa süreli bellek bozukluğundan muzdarip. Çünkü Hongkong’da kaldığımız 5 gün boyunca bu durum yinelendiği için gezi sonunda ceplerimizden 5 adet Robin Farhad kartı çıkıyor. Ama, yine de bu pazarlama taktiği ile ismini birçok Türk’e duyurmayı başaran girişimciyi kutlamak gerek.

Terzilik sektörü anlaşıldığı kadarıyla, Tayland’da olduğu gibi burada da Hintlilerin elinde. Çünkü ayaküstü tanıtım ve kart tutuşturma işine yarımadanın diğer yerlerinde de sıkça rastlıyoruz. İnanılması zor fiyatlara, kadınlar ve erkekler için ayrı seçenekler sunan ve bazıları 12 saatte teslim garantisi veren bu sektör temsilcilerinin yaptığı bazı küçük oyunları önceden duyduğumuz için bunlardan uzak durmayı tercih ediyoruz.

Nathan Road’daki uzak durulması gereken bir diğer sektörün de elektronik eşya satıcıları olduğunu biliyoruz. Ancak burada Pekin’den olumlu yönde farklı olan ve gözlerimizin yaşarmasına neden olan durum ise bazı satıcıların dürüstüğü… Çünkü yarımadayı gezerken hemen her köşebaşında konuşlanmış olan satıcılardan duyduğumuz “Copy Rolex, Copy watch” seslerini, Pekin’de duymamız mümkün değil.

Burası, yarımadanın en işlek bölgesi. Oteller, iş merkezleri, alışveriş merkezleri, mağazalar ve binlerce insan… Her yer gece geç saatlere kadar açık olunca, gündüzleri çalışan insanlar, gece de mağazaları, Uzakdoğu ağırlıklı restoranları, barları dolduruyor.

“Oriental” Hong Kong bu bölgede geceleri de yaşıyor.

Hong Kong’da çoğunluğu oluşturan yerli halk Çinli olmasına, tabelalar, restoranlar, alışveriş mağazaları bize kendimizi hala Çin’de hissettirmesine karşın Çin’de olmadığımızı kısa sürede anlıyoruz: Çünkü kimse yerlere tükürmüyor, birbirleriyle bağıra çağıra iletişim kurma yolunu tercih etmiyor.

Kaldığımız otele bizden bir gün sonra kalabalık bir Çinli grubunun geldiğini farkediyoruz. Farkediyoruz sözü lafın gelişi… Yoksa onların geldiğini farketmemek mümkün değil. Sabahları erkenden uyanıp yüksek sesle konuşuyorlar, akşamları da oda kapıları açıkken odadan odaya sohbet ediyorlar ve bize Pekin’den uzaklaştığımızı unutturmamaya çalışıyorlar.

Ve bir sonraki gün kattaki asansörün yanına küçük bir duyurunun iliştirildiğini görüyoruz: Sayın konuklarımız, otel içinde tükürmek yasaktır. Böyle bir durumun saptanması halinde uygulanacak ceza miktarı azami 5000 Hong Kong Doları’dır. İmza: Otel yönetimi.

Bir yarımada ve çevresindeki onlarca adadan oluşan Hong Kong kentinde, kentin ekonomi merkezi yarımadanın hemen karşısındaki Hong Kong adası. Sıra sıra gökdelenler, dev alışveriş merkezleri, lüks butikler, bu kentte fiyatların niye bu kadar yüksek olduğunu açıklıyor.

Gökdelenler arasında dolaşırken birden kendimizi, yemyeşil bir parkın içinde buluyoruz. Cıvıl cıvıl hareketli bu park, küçük gölleri, rengarenk çiçekleri, altında oturanlara serinlik ve gölge sunan yüksek ağaçlarıyla, dev binalardan bunalanlar için ideal bir kaçış mekanı.

Hayatlarının en mutlu gününü yaşayan onlarca gelin-damat ve peşlerinde fotoğrafçılar, ışıkçılar, kameramanlar…
Banklara oturmuş karakalem çalışan küçük bir yaşlı grubu…
Bebek arabalarındaki özürlü çocuklarını gezdiren ve onların gözbebeklerinde mutluluğu görmek isteyen her yaştan anneler…
Öğlene doğru çantalarındaki sandviçleriyle yemekleriyle gelip, ofiste alamadıkları temiz havayı içlerine depolamaya çalışan genç beyaz yakalılar…
Bu park, hepsi için bir buluşma noktası.
Parkın içindeki Çay Müzesi’ne de girip hem biraz serinliyor hem de çayın memleketinde çayın tarihini öğreniyoruz.

Adanın en turistik yeri Victoria Tepesi. Kraliçe Victoria’nın adını taşıyan ve tüm kente tepeden bakan bu bölge, 70’lere kadar Çinlilere kapalıymış. İngiliz valinin ikametgahı dahil, onlarca lüks konuta evsahipliği yapan tepe ve çevresinin dünyanın en pahalı toprakları arasında yeraldığı söyleniyor. Kutu gibi dairelere binlerce dolar kiranın verildiği Hong Kong’da, en itibarlı ve en geniş alan yayılabilmiş villaları sadece burada görüyoruz. Tepenin en panoramik manzarasının izlenebileceği yere ise, kadeh şeklinde anlamsız bir restoran-bar kompleksi kondurulmuş. Biz de burada bir kahve içip gökdelenlere tepeden bakmanın keyfini yaşıyoruz. Ancak bahçede, fona gökdelenleri alıp bir Hong Kong Hatırası çektirmemiz mümkün olmuyor. Çünkü en stratejik köşe, özel bir girişimciye kiralanmış durumda ve çevresi demir parmaklıklarla örülü. Bu nedenle, turistik bir fotoğraf isteyenler, iki-üç metrelik tripotuna yerleştirdiği makinasıyla müşteri bekleyen fotoğrafçıya fahiş bir fiyat ödemek zorunda.

Dünyada kişi başına düşen en yüksek cep telefonu sayısı, en yüksek bilgisayar kullanım oranı ve dünyanın en yüksek 15 binasından 4’üne evsahipliği yapma gibi rekorlara sahip olan Hong Kong’da bir diğer “en” ise dünyanın en uzun yürüyen merdiveni.

Cumartesi akşamı birşeyler yiyip içmek için, sahile yakın bir yerden, yürüyen merdivene binip yavaş yavaş yükseliyoruz. Yaklaşık 40-50 metrede bir duraklar var, yani yollar merdiveni kesiyor. İngiliz usulü pubların sokağa taştığı, yemek yerken açık pencereden dışarıyı seyredebileceğiniz mekanların bulunduğu bu bölge, “Western” Hong Kong gece hayatının merkezi. Biz de ara duraklarda inip girecek bir yer bakıyoruz. Boş yer bulamayınca tekrar yürüyen merdivene atlayıp bir üst sokağa doğru yol alıyoruz.

Hong Kong Tarih Müzesi’nde, kentin hem tarihiyle hem de zaman içindeki günlük yaşamıyla ilgili çok şey öğrendik. Bir köşede, kentin ilk bankası HSBC’nin ilk şubesine girip ahşap banklarında oturduk. Yanındaki postanede, 1920’lerde Chicago ile yapılan bir telefon görüşmesini dinlerken döneme ait paraları ve resimleri inceledik. Başka bir köşede dar bir Hong Kong sokağından inerken, görüntüleri duvara yansıtılan seyyar satıcıların seslerini duyduk. Yoruldukça, küçük salonlarda soluklanıp gösterilen kısa belgesel filmleri izledik. Müzeyi gezen küçük öğrenciler de artık Çin’e ait olan Hong Kong’da, Afyon Savaşı’nı da İngiliz sömürgeciliğini de, 1997 öncesine göre farklı bir bakış açısından öğrendiler. Tüm görevlilerinin herkese nazik davranıp yardımcı olmayı angarya saymadıkları böyle bir tarih müzesi, kalitesiyle her kente örnek olmayı hakediyor.

İskeleden batıya doğru yürüyünce kendimizi, İstanbul’daki gibi bir kazıklı yolda bulduk. Lüks otellerin önünü boydan boya kaplayan bu yolun adı Holywood Road. Buradan gökdelenlerin süslediği Hong Kong adasını, boğazdan geçen gemileri, tekneleri ve yolcu vapurlarını hem gündüz gözüyle hem de gece karanlığında ışıl ışılken izleyip ılık bir Boğaz günü keyfini yaşama şansına kavuştuk. Yaya bölgesi olan bu yol boyunca Hong Kong’lu ünlü sanatçıların el izleri ve isimlerinin yeraldığı plakalar dizilmiş. Hong Kong sanat hayatına biraz yabancı olduğumuz için, doğal olarak bunların çoğunu tanımadık. Bunca yabancı ismin arasında sadece iki kişi bize aşina geldi: Jackie Chan ve Bruce Lee.

Makau

Yaklaşık 450 yıl Portekiz sömürgesi olarak yaşayan Makau 1999’dan bu yana yeniden Çin sınırları içine dahil olmuş durumda. Barok stil katolik kiliselerinde, kale kalıntılarında ve hemen her sokakta Portekiz etkisini gördüğümüz Makau her ay yaklaşık 1-2 milyon turist çekiyor.

Peki, Hong Kong’a göre fazla cazibesi olmayan ve sıkı bir turla, görülecek tüm yerleri bir günde gezilebilecek Makau’ya bu kadar turist niye geliyor dersiniz? Tabii ki kumar için… “Özel” statüsünü 50 yıl boyunca koruyacak olan Makau’nun günlük kumar kazancı 130 milyon dolar. 2003 yılında “anavatandaki” Çin vatandaşlarına da açılan Makau’ya gelen turistlerin yarısından çoğu, kumar turizmi yapan Çinliler. Zamanın Portekizli valisi tarafından, kötüye giden ekonomiye ilaç olsun diye 1800’lerin ortalarında yasallaştırılan kumar, bu tarihten sonra kentin kaderini her anlamda değiştirmiş. Kumardan kazanılan parayla kent gelişmiş, refah düzeyi artmış ama beraberinde sosyal yozlaşma da görülmeye başlamış.

Makau’ya, Hong Kong’dan saatbaşı kalkan feribotlardan biriyle 1 saatte ulaşıyoruz. Feribottan iner inmez elimize birer rehber tutuşturuluyor. Biz de (daha önce okumuş olsak da) tarihi yerler, ulaşım, yeme-içme, eğlence ile ilgili en son bilgileri alıyor, şehrin hangi bölgesine gitmek için kaç numaralı otobüse binmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Otobüste bilet mi yoksa para mı geçiyor, parayı nerede değiştirebilirim’ derdimiz de yok. Çünkü Makau’da artık Hong Kong doları da kullanılıyor ve parite eşit. Dolayısıyla, hem para değiştirme zahmetinden hem de her alışverişte fiyatların yuan, dolar ya da TL karşılıklarını düşünmekten kurtulmuş oluyoruz.

Yaklaşık yarım milyon nüfusu barındıran Makau’nun simgesi St. Paul katedrali. 16. yüzyılda inşa edilen katedralde 1835’de çıkan yangın, her tarafı yakıp harap etmiş. Günümüze kadar kalansa sadece katedralin ön cephesi olmuş. Böylece de ortaya, Holywood filmlerinin kasabalarındaki gibi bir yapı çıkmış: Ön cephesi ayakta, arka tarafı boş bir katedral.

Katedrale, eskiden “Makau Hükümet Konağı” olarak kullanılan binaya evsahipliği yapan Senado Meydanı’ndan geçerek ulaşıyoruz. Halen yaya bölgesi olan ve sömürge mimarisinin nadide örneklerini birarada gördüğümüz bu meydan ve meydana açılan kıvrımlı ara sokakları, katedrala çıkan binlerce turist kaplamış durumda.

Katedralin hemen yanındaki kale kalıntılarının içinde gezinmeye koyuluyoruz. Aslını isterseniz, önceleri sömürge valilerinin ikametine ayrılan, son dönemlerde de askeri garnizon olarak hizmet gören ve halen şehir müzesine evsahipliği yapan ye bu küçük kalenin fazlaca bir özelliği yok. Kalenin içindeki Makau Müzesi ise, bize hiç sıkılmadan kısa bir Makau tarihi turu yaptırıyor.

Makau, aslında küçük bir kara parçası ve güneyindeki 2 adadan oluşuyor. Ve bu 3 toprak parçasını 3 köprü birbirine bağlıyor. Yani, Makau’dan yola çıkıp hiç deniz yolunu kullanmadan ama denizin üzerinde yolculuk ederek birkaç saat içinde her 2 adayı da ziyaret edip dönme imkanınız var.

Kente adını veren A-Ma tapınağı ise küçük bir budist tapınağı. Eskiden bir balıkçı köyü olan Makau, adını A-Ma adlı bir Çinli tanrıçadan almış. Hikâyeye göre, uzun yıllar önce bir balıkçı teknesi açık denizde şiddetli bir fırtınaya yakalanmış. Teknede bulunan bir kız fırtınaya ‘dur’ diye emretmiş ve fırtına aniden durmuş. Balıkçılar bu olaya şaşıp kalmışlar. Balıkçı teknesi karaya vardığında da, kız A-Ma adlı bir tepeye çıkmış ve ortadan kaybolmuş. O günden sonra da onu bir daha gören olmamış. Bunun üzerine balıkçı aileleri bu kızın karaya çıktığı yerde onun için bir tapınak inşa etmişler.
16. yüzyılın ortalarında Portekizliler ilk defa bu topraklara ayak bastıklarında, köylülere bu yarımadanın adını sormuşlar. Ancak yerliler, onların tapınağın önünde teknelerinin bulunduğu koyun adını sorduklarını zannetmiş ve A-Ma-Gao yani A-Ma koyu diye yanıtlamışlar. Portekizliler de o nedenle buraya Macau adını vermişler.

Evet, Hong Kong-Makau izlenimlerimiz böyle… Hong Kong ve Makau, bir süredir artık İngiliz ve Portekiz sömürgesi değiller. Ama bu kadar kısa sürede Çinli de olmuş değiller. Bakalım anavatana dönüş bu 2 kente de Çin’e de, ne kazandırıp ne kaybettirecek. Zamanla göreceğiz.

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ

OKUMA ÖNERİSİ