Gurur ve Cesaret: Madrid

BAHAR GİDERSOY – BAĞAN GİDERSOY   İspanya denildiğinde Madrid, Madrid denildiğinde flamenko, fiesta, boğa güreşleri akla ilk gelenlerdir. Bu yaz tatilinde İspanya’ya gitmeye karar verdiğimizde İspanya ile ilgili bugüne kadar duyduklarımızdan büyük bir medeniyet ile karşılaşacağımızı  biliyorduk. Ama günümüzde ispanyolcanın dünyada 350 milyon insan arasında konuşulduğunu, 21 ülkede resmi dil olduğunu öğrendiğimizde büyük bir medeniyetle  karşılaşacağımızdan daha da emin olmuştuk. Tatile rehberli bir turla gitmek, gidilen ülkede insanı yabancı olma halinden çıkardığı ve şehir için göstereceği çabayı ortadan kaldırdığı için tatilimizi kendimiz planlamak istemiştik. İlk önce Madrid’e arkasından Barselona’ya gidecektik. Seyahatımızın ilk durağı Madrid’e inmeden önce Madrid ile ilgili aklımızda dolaştırdığımız

BAHAR GİDERSOY – BAĞAN GİDERSOY   İspanya denildiğinde Madrid, Madrid denildiğinde flamenko, fiesta, boğa güreşleri akla ilk gelenlerdir. Bu yaz tatilinde İspanya’ya gitmeye karar verdiğimizde İspanya ile ilgili bugüne kadar duyduklarımızdan büyük bir medeniyet ile karşılaşacağımızı  biliyorduk.

Ama günümüzde ispanyolcanın dünyada 350 milyon insan arasında konuşulduğunu, 21 ülkede resmi dil olduğunu öğrendiğimizde büyük bir medeniyetle  karşılaşacağımızdan daha da emin olmuştuk. Tatile rehberli bir turla gitmek, gidilen ülkede insanı yabancı olma halinden çıkardığı ve şehir için göstereceği çabayı ortadan kaldırdığı için tatilimizi kendimiz planlamak istemiştik. İlk önce Madrid’e arkasından Barselona’ya gidecektik. Seyahatımızın ilk durağı Madrid’e inmeden önce Madrid ile ilgili aklımızda dolaştırdığımız bazı isimler, caddeler vardı. Barajas havaalanından otelimizin bulunduğu  Reina Cristina caddesine onbir hatlı Madrid metrosuyla gelmiştik. Avrupanın bütün şehirlerinde olduğu gibi Madrid’te de ulaşım sorunu  çoktan çözülmüştü. İstediğiniz yere çok kısa zamanda ve hiç kimseyle muhâtab olmanıza gerek kalmadan kolaylıkla gelebilirdiniz. Bugün hemen hemen herkesin ismini bildiği dünya şehri dediğimiz İstanbul’da herhangi bir açık adresi bulabilmek için kaç kişiye kaç defa soru sormanız gerektiğini düşünürseniz yabancı bir ülkede bir  yabancı için adres bulma hiçbir dil bilmeseniz bile karşılaşacağınız sorunlar listesinde en alt sırada olacaktır. Paris, Londra, Viyana gibi Avrupa şehirlerinin ortak noktalarından biri budur. Yani ulaşım sorununu çözme ortaklığı. Atocha metro istasyonunda indiğimizde tren istasyonunun içinde karşılaştığımız büyük ağaçlardan oluşan botanik bahçesi etrafındaki kafeleri, restoranlarıyla çok etkileyiciydi. Gördüğümüz bu ilk resim bizi etkilemişti.Metro istasyonundan çıktığımızda ise  önümüzde  büyük bir bulvar vardı.Cadde  o kadar büyüktü ki bir  anda  ellerimizde  bavullarla hangi yöne gideceğimizi  düşünürken   karşımızda bir  tabela otelimizin  bulunduğu  caddenin yönünü  gösteriyordu.Bu tabelayı  ve apartman  numaralarını takip  ederek otelimize  15  dakikada  varmıştık.  İspanya’da bir yabancı  olmak çok  kolaydı.

Otelimize  yerleştikten sonra  hemen dışarı çıktık. Elimizde  Madrid  haritasıyla  kendimize   bir  yol çizdik  ve  yürümeye  başladık.Madrid’te  sürekli yapacağımız tek şey  yürümek saatlerce yürümek olacaktı.Uzun yürüyüşler gerekliydi.Çünkü  şehirlerde insanlar gibidirler.Tanımak , anlamak için çaba  gerekir , sabır gerekir, emek  gerekir.Bir şehride anlamak  sakin uzun yürüyüşler ,  kafelerinde  zaman sıkıntısı  olmadan  geçen  telaşsız  sohbetleri  gerektirir.Bunun için  otelimizin bulunduğu  Reina  Cristina  caddesinden Madrid’in  göbeği  sayılan ve  oldukça etkileyici bir mekan olan  Plaza  Mayor’a  kadar  yürüdük.Atocha  tren istasyonuna geldiğimizde  Corlos  V  meydanını  ve   tren istasyonuna yakın   Reina  Sofia müzesini gördük.. Paseo del  Prado  boyunca ise  medeniyetlerin buluştuğu  yer  Prado müzesi , müzeye  giderken  geniş yol boyunca Paris’te  Seine  nehri kıyısındaki kitapçılar gibi  kitapçılar  bulunuyordu.Bu kitapçılarda İspanyolca  bilmememize rağmen  İsponyalca kitaplarda dahil  kitaplara  bakarak yürüdük.Burada  gördüğünüz kitapların  kapaklarındaki  resimlerden  Madrid’te  nelerle  karşılaşacağını anlıyabiliyordu insan ve göreceği, keşfedeceği şeyler içinde  heyecan duyuyordu. Prado  müzesinden  biraz daha ileriye doğru gittiğimizde karşımıza bir  meydan çıkmıştı. Lealtad  meydanı  ve  Ventura  Rodriguez’in  muhteşem eseri Neptune  çeşmesi. Bu meydanın etrafında dört yöne açılan  geniş caddeler , simetrik  evler , otobüs yolları  ve geniş yaya yolları , yol boyunca  42 derecede serinlik  veren ağaçlar size  eşlik ediyordu. Bu manzara karşısında hissettiğimiz ilk şey  huzurdu. Neptune  Çeşmesinin  karşısında San Jeronimo  yolunun  köşesinde   medeniyetlerin  buluştuğu diger bir  nokta  Muse Thyssien Bornemisza  bulunuyordu.Hava  kararmaya başlamıştı.Ve  bizim için ertesi  gün  sabah  programımız belli olmuştu: Reina  Sofia , Prado   ve  Thyssien  Bornemisza…

Hemen otele  geri  dönmeyip  Madrid’i  gecede  görmek  istedik  ve Neptune  çeşmesinden  Jeronimo  yolunu  takip ederek   Sol  meydanına  ve  Plaza  Mayor’a geldik.Plaza  Mayor  özellikle  gece  ışıklar içinde  çok etkileyiciydi.Burası etrafında 136  binadan oluşan  ortasında  geniş  avlusu  bulunan  bir meydandı.Bu  meydan  1619  yılında III. Philip  zamanında krallığa  itibar  kazandırmak için yapılmış  canlı bir  alışveriş merkeziydi.Meydanda atın üzerinde III Philip’in heykeli vardı.Zamanında kraliyet  ailesine  ait  törenlerin , yerel festivallerin , alışverişin ,ticaretin yapıldığı  bir  meydandı.İnsanın burayı gördüğünde  ilk  edindiği izlenim  canlı  alışveriş merkezi , zenaatçilerin  mesleklerini  icra ettikleri  bir  çarşı ,  festivallerin yapıldığı  bir  meydan olmasının  yanında toplumsal hayat, iş hayatı   ve siyasal hayat için  gündelik  bir  sahne  olduğuydu.İnsanların bir araya geldikleri  ortak  bir  dünyayı  somutlaştırıyordu.Böyle  bir ortak  dünyanın varlığı , insanların mutluluğu , başarıyı  sadece  özel  hayatlarında  arayarak kamusal alandan , ortak dünyadan kopmamaları ve  bir  problemin  herkes tarafından  farkedilir  olmaktan çıkmaması için önemlidir.Bir  problemin herkes tarafından fark edilir olmaktan  çıkması demek  insanların kendi  özel hayatlarına  çekilip toplum hayatına  ilgisiz kalmasını getirecektir.Tarihinde   eski  Yunan’da bize gösterdiği bu olmuştur.Plaza  Mayor   Atina’daki   Akropolis  ve etrafında  bulunan kamusal  alanın , ortak dünyanın en somut  örneği olan  hem  ticaretin , hem sanatın  özellikle  siyasi hicivlerin  yer aldığı   tiyatronun  yapıldığı ve insanların yüksekçe bir yere çıkıp  konuşma yapabilecekleri ,dinleyenlerin rahatça  müdehale edebilecekleri, tüm  vatandaşların kentle ilgili  önemli kararları  aldıkları  toplantı yeri olan ‘Agora’ lara  benziyordu.En azından herkesçe paylaşılan ortak bir dünyayı  somutlaştırıyordu.Ortak  mutlulukların, acıların yaşandığı  dünyayı. Günümüzde de   Plaza  Mayor’da  bu  ortak hayatı  hissetmek  mümkündü.Meydanın etrafında  meydana doğru  uzanan kafeler, restoranlar , kenarlarda resamlar , gitar çalan gençler , insanların kendilerini  ifade ettikleri , kendilerini  herkese  açtıkları  canlı  bir meydandı.Ve  Madrid’de  bu  meydan hiç bir şey  yapmasakta  yorulduğumuz zamanlarda taştan oturma yerlerine oturup insanları izlediğimiz sürekli  mekanımız  olacaktı.

Plaza Mayor

Plaza MayorMeydanda kahvemizi içtikten sonra   artık  otelimize dönme  zamanımız  gelmişti.Ve  yine yürüyerek  Plaza  Mayor’dan  Paseo  del  Proda’ya çıkan  canlı müziklerin yapıldığı  gece kulüplerinin bulunduğu  Madrid’in canlı sokaklarından  geçerek  otelimize  geri döndük.Yorulmuştuk    ama  Madrid’le  tanışmamızın ilk günü bizi  heyecanlandırmıştı. Dahası  meraklandırmıştı.

Ertesi gün  erkenden  yaptığımız ilk iş  Madrid’de seyahatiniz  boyunca size  bazı önemli müzelere  ücretsiz  girmenizi  , restoranlarda indirim  kolaylığı sağlayacak , hayvanat  bahçelerine , eğlence parklarına ücretsiz olarak girmenize  yarayacak Madrid belediyesi tarafından çıkartılmış  iki, üç, beş  günlük  Madrid karttan almak oldu.ImageBiz  üç günlük  Madrid  kart  aldık  ve  bu kartla üç gün boyunca istediğimiz  müzeyi  gezebilecek , sunduğu ayrıcalıklardan  yararlanacaktık.Bu kartla ilk önce Prado  müzesine  girdik. Madrid  kartınız yoksa müzeyi  6 euro  ödeyerekte  gezebilirsiniz. Prado  müzesi 18. yy  neoklasik tarzda yapılmış bir yapıydı. Juan   de Villanueva  tarafından  1785  yılında doğal tarih  müzesi olarak planlanmıştı.Kraliçe tarafından 1818 yılında sanat  müzesi  haline getirilmişti.İspanya   monarşisinde  özellikle  Charles V , Philip  II  ve Philip IV  iyi  birer  sanat  koleksiyoncusuydular. Ve  müze  günümüzde  monarşinin  koleksiyonlarıyla birlikte  11.yy’ dan  19 .yy’a kadar   7000 kadar  sanat eserini sergilemekteydi.Greco,Goya, Vélasquez gibi 11yy-17yy  İspanyol  ressamları  ,  Corrain , Poussin gibi 17- 19yy Fransız ressamlar  ,  Bosch , Brueghel gibi 15yy- 18 yy flaman  ressamlar , ,Dürer , Mengs gibi 16yy-19yy  alman ressamlar , 14yy – 19 yy  İtalyan  ressamlar  , Raphaël , Titien , Caravaggio, Boticelli gibi 14yy – 19 yy  İtalyan  ressamlar  ,17 yy Hollandalı ressam Rembrandt. Adeta tüm medeniyetler  bir  noktada buluşuyordu. Burada bizi en çok etkileyen  ressamlardan  biri  flaman  Brueghel ve ölümün zaferi adlı eseri oldu.16. yy’da vebadan ölen  insanların  ölüm  karşısındaki  çaresizliğini , ölümüm zaferini   çizmişti  Brueghel.Ölümden kaçmak için  masanın altına saklanan insanlar, masada  kart  oynayan  kralın kılıcıyla iskeletler ve kurukafalar ile yaptığı  ümitsiz savaş, arka planda kurumuş topraklar ,ağaçlar , ortada yanan  cehennem  ateşi , insanların  kapısında haç  işareti  bulunan  kasalara  sığınmak için  koşmaları , ama  adeta birer kapan gibi çizilmiş  kasalara  koşmaları. Aslında düşünüldüğünde  kilisenin  tüm söylemlerinin  yada kilise doğmalarının  ölüme  çare  olmadığını  ve  ölümün  her şey üstünde  zaferini  gösteren  ne  güzel bir  başkaldırı  resmiydi  ölümün  zaferi. Resmin sadece  resim olmadığını  bir kere daha anlamıştık.Bizi etkileyen ikinci ressam ise IV  Philip’in  korumasında olan  Vélasquez olmuştu.Vélasquez  saray ressamıydı.100  kadar  eserinden  51  tanesi  bu  müzedeydi. Nedimeler saray asaletini anlatan çok güzel bir tabloydu.Diğer bir ressam da Bosch idi. Bosch  müthiş  hayal gücüyle  döneminin  Dali’si gibiydi. Resimleri insanı inanılmaz  dünyalara götürüyordu.Sadece  kitaplarda gördüğümüz   bu resimlerin orjinallerini görmek  muhteşemdi.Bu tıpkı yabancı bir  yazarı kendi  kilimize tercümesinden değil de   yazarın kendi dilinde  okurken aldığımız  zevk gibiydi.

Brueghel  ‘Ölümün Zaferi’

Brueghel ‘Ölümün Zaferi’Müzeden  çıktıktan sonra hemen karşısında  içinde  dünyanın  çeşitli bölgelerinden ağaç türlerini  barındıran botanik  bahçesine  yine  Madrid kartımızla girtik. Eğer kartınız yoksa burayıda 2 euro ödeyerek  gezebilirsiniz.Burası oldukça sakin  ve şehrin içinde yeşillikler içinde bir  bahçeydi.Sonraki durağımız yine bu bölgede bulunan Reina Sofia  müzesi idi. Bu müze  36.701  metre karelik alanı ve 45  salonu ile  dünyanın en büyük müzelerinden biriydi.18 yy’a ait bir hastane olan bina  III  Charles’ın mimarı  Francisco  Sabatini  tarafından   inşaa edilmeye başlanmış ama yarım kaldığı yerden Antonio  Fernandez  Alba tarafından  yapı  tamalanmıştır.Kartınız yoksa bu müzeyi de  3 euro ödeyerek rahatlıkla  gezebilirsiniz.Müzede  Picasso, Juan Gris, Joan Miro gibi 19 yy , 20 yy resamları , Vassily  Kandinsky , Alexander  Calder , Salvador Dali  ,René Magritte  gibi  sürrealistlerin resimleri sergilenmekteydi.Burada insanın  görüpte etkilenmemesi  imkansız resim  Picasso’nun Guernica’sıydı. Resim öncelikle büyük boyutuyla insanı  şaşırtıyordu. Ama bu resim  Picasso’nun sadece büyük boyutta bir tuvale yaptığı bir resim değildi.Ama İspanya iç savaşı sırasında General  Franco’nun  çağırdığı  İspanyol  üniforması giymiş Alman subayların kullandığı Alman bombardıman uçaklarının kuzey İspanya’daki  küçük bir Bask kenti olan Guernica’nın  bombalanması sonucunda  yaşanılan acılara, dramlara karşı bir dahinin , bir entelektüelin  verdiği cevaptı. Picasso bir dahidir, bir entelektüeldir.Çünkü bildiğimiz gibi  entellektüel  , ne kendi  varacağı hükümlerden çekinir ne de  herhangi  bir iktidara ters düşmekten  . Yani hiçbir tabunun  , sınırlamanın , yasağın kendisi için  söz konusu olmadığı  bir tiptir entelektüel.Bu anlamda Picasso entelektüeldir.Çünkü 1940 yılında Paris’te  Guernica adlı bu  tablo sergilendiğinde   bir alman subayın resmi  işaret ederek ‘Bunusiz mi yaptınız ?’ sorusuna karşı ‘Hayır  siz yaptınız .’ cevabı  ancak kendisi için  hiçbir tabunun  , sınırlamanın  olmadığı , kabul edilmiş hiçbir politik yada siyasi gücün eğemenliği altında düşünmeyen , karar vermeyen , hissetmeyen  birinin , bir entelektüelin  cevabı olabilirdi.Picasso resmin bir gün İspanya’ya dönmesini  çok istemiş ancak İspanya Cumhuriyeti yeniden  kurulduğunda resmin ülkesine geri dönmesini kabul etmiştir.1973 yılında öldükten sonra , 1975 yılı  Franco  iktidarının bitiminde  Newyork  Modern sanatlar müzesininde kabulü ile  Guernica İspanya’ya , ait olduğu yere geri dönmüş ve  Reina Sofia’ya asılmıştır.Resmin bu  hikayesini bildikten sonra resme dikkatli bakan bir göz  ölü çocuğunu  kucağında taşıyan  çığlık atan anneyi, kırık kılıcını  hâlâ  elinde tutan  ölü askeri,koşarak kaçışan kadınları,yanan bir binanın alevleri arasında kalan insanı,vahşiliği simgeleyen boğayı, ölmekte olan atı yani halkı görmemesi ve etkilenmemesi  olanaksızdır. İlk gençlik yılları  Madrid ve Barcelona’da yoğrulmuş Malaga doğumlu Picasso yeni değerler ,kurallar yaratan ,kendini  ifade eden , canlı, renkli, ateşli ,cesur bir ispanyoldu.Tek kelime Fransızca bilmeden İspanyolca ile Paris’e gelebilecek kadar cesur   bir  İspanyoldu.Resim bu  defa da acıların ,  dramların ezdiği ruhu , bir İspanyol ruhu  anlatıyordu.

Picasso ‘ Guernica’

Picasso ‘ Guernica’Reina  Sofia’dan sonraki  durağımız Paseo del  Prado  bölgesinde bulunan  üçüncü  önemli müze Thyssien Bornemisza idi.Müzenin bulunduğu bina 18 yy neoklasik tarzda yapılmış Vilahermosa sarayı idi.Bu müze  Baron Hans Heinrich  Thyssien Bornemisza ‘nın  mütevazi koleksiyonu ile ortaya çıkmıştı.Daha sonra 1960 lı yıllarda baronun oğlu tarafından eklenen  koleksiyonla günümüzde  800 civarında eseri sergilemekteydi.Yine  Madrid kartla girdiğimiz müzede 16 yy İtalyan, alman ,Fransız  ressamları, 17 yy flaman ressamları 19 yy Manet, Monet , Renoir, Degas , Van Gogh , Lautrec gibi impresyonistler, 20 yy  Braque, Picasso,Kirchner gibi  expresyonistler bulunuyordu.Eğer kartınız yoksa bu müzeyide  sadece 11 euro  ödeyerek zevkle gezebilirsiniz.

Madrid’in  geniş caddelerini , heykellerini , müzelerini düşündüğümüzde, 714  yılında Müslümanlar tarafından işgal edilip ancak 13 yy’da  ortaya çıkan Castille  ve Aragon  bölgelerinden Castilla prensesi  İsabel  ve Aragon  mirasçısı  Fernando’nun evlilikleri ile güçlenen  İspanya’nın  kraliçe  İsabel  ve  kral  Fernando’nun emri ile  Christopher  Colombus’u açık denizlere yollamaları ve Amerika’nın keşfi ile 16 yy’da  Peru’dan  Hollanda’ya kadar hüküm süren imparatorluk gücü İspanya’nın    maddi  zenğinliği yanında bu  kültür  zenginliği de insanı hem hayran bırakıyordu hem de  düşündürüyordu. Aynı hayranlık ve şaşkınlığı  Madrid’in ünlü aristokratlarından Cerralbo’ların evini gezmeğe gittiğimizde de yaşamıştık.Cerralbo’ların evi Kraliyet sarayına yakın , bugünkü  Senato’nun ilerisinde , 17  Ventura  Rodriguez yolu  üzerindeydi.Marki  Cerralbo 1845-1922  yılları arasında yaşamış  ve evinide  Fransız mimari örneğinde  kendisi planlamıştı.Adeta küçük bir saray gibiydi ev.Balo salonları, mermer bir küvetin bulunduğu banyo , Japonya’dan getirilmiş eserlerle süslü bir Japon odası, duvarlarında bir çok ünlü ressamın resimlerinin asılı olduğu  bilardo salonu, fransızcadan  italyancaya birçok dilde  siyaset , tarih , edebiyat alanlarında tavana kadar kitaplarla dolu çok kibar bir  çalışma odası. Aynı tabloyu Philip V ve iç dekorasyonunda kendisine çok şey borçlu olan  Charles III tarafından yaptırılan Kraliyet sarayında da görmüştük. Muhteşem Sabatini merdivenleri ile  başlayan  saray karşısında bulunan  Almudena katedrali ile  oldukça etkileyiciydi.Sarayda da gördüğümüz bu manzara karşısında   düşündük ki, ne pahasına yapıldığı bir tarafa bırakılırsa , büyük bir medeniyet hem  maddeyi hemde   kültürü biriktirmekle  ve  korumakla ortaya  çıkıyordu.Cerralbolarında , Baron Hans Heinrich Thyssien Bornemisza’nında yaptığı  buydu.Cerralboların evinde tüm dünyayı yaşıyordunuz.Kendimize baktığımızda  bizim yapamadığımız buydu.Orta asya’dan , Selçuklulardan ve dört kıtaya adaletle  hükmetmiş -ki  belki de batı medeniyeti karşısında  en büyük  avantajımız budur – Osmanlı imparatorluğundan kalan büyük mirasa sahip bizler  ne  maddi  ne manevi  bir şey biriktiriyoruz ve dahası   bu mirası korumuyoruz. Eskiyi  adeta   toprağın altına gömüyoruz  . Hem de hiç çıkarmamacasına .Tuhaftır  insan her ülke dışı  seyahette  bunları düşünerek kim olduğunun , kendisinin peşine düşüyordu.

Bu  sanat ağırlıklı  turumuzun ardından yorgun bir şekilde aklımızda gördüklerimiz ve bir muhasebeyle otelimize geri dönmüştük.Akşam   İspanyolların ünlü tapas tabaklarından yiyip bir çeşit meyve kokteyli olan  sangria dan içtik.Madrid’de bunları mutlaka denemelisiz. Işıklar altında Neptune  çeşmesini seyrederek ,  kahvelerimizi içerek saatlerce telaşsız bir şekilde  burada oturup günün yorgunluğunu attık.

Madrid Kraliyet SarayıMadrid  Kraliyet Sarayı

Ertesi gün planımız  Madrid  kartımızla ücretsiz girebileceğimiz dünyanın dörtbir köşesinden toplanmış hayvanları  140.000 metrekarelik bir alanda toplamış avrupanın en önemli polar eko sistemli  parkı  Faunia’ya  daha sonra da Madrid’in en büyük eğlence parkına gitmekti.Faunia parkına giderken caddelerde kimseciklerin olmaması caddeleri insanlarla dolup taşan bizler için biraz rahatsız edici idi.Madrid’de  üçüncü günümüzde  anladığımız  iki gerçekten biri Madrid’de gündüz  sokakların çok kalabalık olmadığıydı.Hatta sadece turistler sokaktaydı diyebiliriz. Ancak geceleri Madrid  sokakları inanılmaz derecede kalabalıktı.İkincisi  Madridliler İspanyolca dışında hiçbir yabancı dil konuşmuyorlardı yada  konuşamıyorlardı. Restoranlarda , metro istasyonlarında  hatta müzelerde  asla İngilizce konuşmuyorlardı.Tren istasyonunda  trenimizin kalkmasını beklerken  yanımızdaki bir ispalyolun bizimle inatla İspanyolca konuşmasını hemde Avrupa Birliği  üzerine  ,bizimde İngilizce konuşmamızı ve hatta anlamaması karşısında bizimde neredeyse türkçe konuşmamızı hiç unutamıyoruz. Bu tavır  bilinçli olarak  bir gururdan mı kaynaklanıyordu yoksa  bilinçsizce sadece  İngilizce bilmediklerinden mi kaynaklanıyordu. Bunu hâlâ  anlamış da değiliz.Ama Madrid’de bizi çok  şaşırtan  tek nokta bu olmuştu.

Neptune Çeşmesi

Neptune ÇeşmesiÜçüncü günümüzde ilk   gittiğimiz yer Faunia parkıydı.Parka girişte bizi  pelikanlar karşıladı. Biraz ilerisinde geniş bir toprak parçası üzerinde etrafında yüksek çitlerin olmadığı bir alanda bulunan köstebekler, sincaplar karşımıza çıktı.İnsanlarla birlikte yürüyorlardı. Arkasından kelebeklerin yetiştirildiği bir alana girdik. Kozalarından çıkmak üzere olan kelebekler bir köşede , kozalarından çıkmış  ağaçlar içinde uçuşan kelebekler ve bu ortamda elele tutuşmuş  15 kadar İspanyol çocuk başlarındaki eğitmenler tarafından kelebekleri tanıyordu.Konuştuklarından hiçbirşey anlamıyorduk ama  çocukların  neşeleri, heyecanları , merakları  çok rahat anlaşılıyordu.Çocuklarla birlikte  kelebeklerin odasından çıktık.Daha sonra kutup penguenlerinin bulunduğu yeri gösteren tabelayı  takip ederek bir kapıdan içeri girdik.Ama girer girmez hissettiğimiz  kendimizi kutuplarda sandığımızdı.Biraz ilerleyince gördüğümüz inanılmazdı.Kutup şartlarının yaratıldığı çok büyük ve derin bir havuz  içinde  sulara dalan , çıkan penguenler bizi bir anda  kutuplarda hissettirdi.Uzunca bir süre penguenleri seyrettik.Çıkışta yine geniş bir toprak parçası üzerinde etrafında alçak bir çitin bulunduğu alanda  hani şu  koşup koşup bir tepeye arka ayakları üzerinde dikili elleri önlerinde etrafı sanki bir tehlike varmış gibi gözetleyen hayvanlar vardır ya ,onları gördük.Çok sevimliydiler.Valdebernordo metrosu ile gidebileceginiz Faunia parkı hem eğleneceğiniz , hem de dinlenebileceğiniz  mutlaka görmeniz gereken bir parktır.Parkı 20 euro ödeyerek gezebilirsiniz.Öğleden sonra Madrid’in büyük eğlence parkı  Parc de Atracciones’e  Batan metrosuyla gittik.Çocuklar gibi trenlere , balonlara  bindik. Amazon Ormanlarında ‘da timsahlar , gergedanlar , yerliler arasında salla gezinti , sulara yüksek tepeden hızla inen gemiler , korku tünelleri , çığlıklar  arasında izlediğimiz üç boyutlu sinema , dünya kentlerini masal gibi anlatan  oyuncaklardan kurulu dünyaya tünel gezintisi . Hepsi adeta bir masal gibiydi.Parktan çıktığımızda saat 6 idi. Ve neredeyse burada 5 saat geçirmiştik. Bu parkada 22 euro ödeyerek girebilirsiniz..Parktan çıktıktan sonra yine civarda bulunan  Madrid  hayvanat bahçesine girdik. Çeşit çeşit hayvan  oldukça iyi şartlarda bu parkta yaşıyorlardı.Aslanlar, kaplanlar, zürafalar, yunuslar,maymunlar  çok güzeldi.Ama insan düşünmeden edemiyordu. Bu hayvanları görebilmek için onları bizim yaşadığımız  alanlara mı getirmek gerekiyordu yoksa bizler mi onların yaşadığı alanlara gitmeliydik?

Bu günün sonunda da bu sefer otobüs ile şehri  gezerek Atocha tren istasyonuna , otelimizin bulunduğu bölgeye gelmiştik.

Ertesi gün Madrid’de  günümüzü  Retiro parkında geçirdik.Plaza Independancia   ve Alcala kapısından  Retiro  parkına girdik. Bu park oldukça büyük bir alana yayılmış ve İspanya iç savaşında büyük zarar da görmüş ama yine içinde bulunan Kristal sarayı ve  Vélasquez sarayı ile , büyük havuzu ,  üzerinde kayıklarla dolaşanlarıyla ,havuz kenarındaki kafeleriyle muhteşem bir parktı.Londra’da Hyde park gibiydi.Mutlaka görülmesi ve  saatlerce zaman geçirilmesi gereken bir mekandı.Parkta dinlendikten sonra  Alcala caddesi boyunca yürüyerek  boğa güreşlerinin yapıldığı arenaya ulaştık.Bilet gişesinde bilet alanları gördüğümüzde insani duygularımızın ağır basmasından belki burada pek fazla kalamadık.Hemen Alcala kapısına geri döndük. Kapıdan aşağıya doğru indiğimizde yine karşımıza bir meydan ve tanrıça Kibeleye adanmış Cibelles Çeşmesi çıkmıştı.Daha ilerisinde de Colon meydanı. Corlos V ile başlayan meydan ,Neptune Çeşmesi, Cibelles Çeşmesi ve Colon meydanı ile  ilerleyen muhteşem geniş bir cadde.Cibelles  çeşmesinin etrafında büyük postane binası ve Grand  Via caddesi oldukça etkileyiciydi.Colon meydanındaki Mumya müzesi de 450 tane mumyasıyla görülmeye değer bir müzeydi. Muze 12 euro ödeyerek gezilebiliyordu..

Retiro ParkRetiro Park

Ertesi gün  Unesco’nun dünya mirasına dahil ettiği Toledo şehrine  gitmeye karar verdik.Toledo’ya gitmek için Atocha tren istasyonundan  Toledo için gidiş -dönüş biletini( 10.30 euro)  aldık.Ve yaklaşık 1.5 saatte Toledo’ya geldik.Toledo bir  tepeye  kurulmuş , dar sokakları , taş evleri  ile adeta bir ortaçağ  şehri idi.Ancak hemen belirtmek gerekir ki  bu şehre bir ortaçağ şehri demek çok büyük bir haksızlık olurdu. Tarihinde Müslümanların ,Hrirtiyanların ,Yahudilerin bir arada yaşadıkları bir kültür mozaiği olması  nedeniyle, Müslümanlar aracılığı ile yapılan eski yunan metinlerinin çevirileri ile ortaçağ karanlığını yaşamamış , dönemin aydınlarının uğrak yeri olmuş , kütüpaneler şehri için bir ortaçağ şehri denilemezdi.

Grand  Via

ImageBugün Avrupa Birliğinin yapamadığını Müslüman, Hristiyan , Yahudinin bir arada yaşadığı Toledo yüzyıllar önce yapmıştı. Bu kültür birlikteliğini  Müslüman yapı teknikleride kullanılarak yapılmış  kiliselerde çok somut bir şekilde görebiliyordunuz.Bu açıdan Toledo hakikaten çok etkileyiciydi.Daracık sokaklarında turistlerden  başka kimseler dolaşmıyordu.Sadece turistler. Daracık sokaklarda hiçbir  harita kullanmaksızın  kendinimizi sokaklara bırakıyorduk.Sokakların kendisi  sizi mutlaka tanıdık bir mekana  çıkarıyordu.

Cibelles Çeşmesi

Cibelles ÇeşmesiToledo’nun bir başka önemli özelliği de bundan yaklaşık 450 yıl önce yaşamış yoksul bir ailenin çocuğu olan , 1571 yılında Osmanlılar ile yapılan bir savaşta sol elini kaybeden , donanmanın ambar memuru, işindeki bir hatadan dolayı  hapse giren ve burada dünyanın tanıyacağı  karakteri tasarlayan , Lemos kontunun himayesine giren , dünya edebiyatına  ortaçağ da soyluların , şövalyelerin  maceralarını ,aşklarını anlatan hikayelerden farklı olarak bireyi, bireyin aşklarını,korkularını anlatan  roman türünü sokan, Dostoyevski’ye , Balzac’a giden yolu açan  ünlü  Miguel De Cervantes’in  Manchalı  Don Kişot ve  Sancho Panço’sudur.Don Kişot  yüce asil bir ruhun hikayesidir. Asil, nazik Don Kişot’un hayatı kötülerle, yeldeğirmenleriyle , yenemiyeceği çok aşikar  aslanlarla  tıpkı eski zamanlarda   şövalyelerin devlerle mücadelesi gibi savaşmaktır.Ancak bu savaşta Don Kişot  yenildiğinin  hiç farkında değildir.Bu sonuç  aslında artık  neredeyse bir zorunluluktur. Çünkü  kötülük  eski hikayelerde anlatıldığı gibi doğa üstü güçlerde , devlerde değildir artık. Kötülük   her yerdedir.Ve yenilgi kaçınılmazdır.Trajik olanda budur.Don Kişot’un etrafındakiler  bu durumu anlamamış olmasından ,seçilmiş olan yoldan  farklı olanı seçmesinden ötürü  onu gerçeklerden uzak bulurlar ve onunla alay ederler. Ama o savaşmaya devam eder.Don Kişot ‘un yüzyıllar boyunca hiç unutulmaması , zevkle okunması onun günümüzde de bir yerlere dokunabilmesinden , idealist insanın adeta karikatürünü çizmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Don Kişotların  eksik olmayacağı yeryüzünde  bu yüzden Don Kişot bize hiç uzak olmıyacaktır.ImageToledo sokaklarında yürürken neredeyse bütün dükkanların vitrinlerinde gördüğünüz Don Kişot  bibloları insana o asil runu her an hissettiriyordu. Toledo’da gezdiğiniz müddetçe hissettiğimiz en güçlü şey : Manchalı Don Kişot’tu.

Toledo’ya gitmişken  geçmişi Roma’ya kadar uzanan  arap ,Müslüman etkisiyle gerçekleşen Aristo çevirileriyle bir dönem entelektüellerin merkezi haline gelmiş  bu tarihi şehirde Puerto del sol , Alfonso VI  kapılarını ve  İspanya iç savaşında oldukça büyük zarar görmüş olan , günümüzde de kütüphane olarak kullanılan şehrin tepesine kurulmuş Alcazar’ı görmeden gitmemek gerekir.Buradaki askeri müzeyi de 1.20 euro ödeyerek gezebilirsiniz.Yine bu bölgede bulunan 12yy ‘a ait  San Miguel kilisesinide ziyaret edebilirsiniz. Toledo’da bir gece geçirmek isterseniz   tarihi bir otel olan otel Alfonso XII 50 euroluk gecelik fiyatıyla oldukça uygundur.Ayrıca içinde El Greco’nun , Van Dyck’ın , Goya’nın çalışmalarının bulunduğu , 22 şapeli olan 1266 tarihli  Catedral  Primada’yı mutlaka görmelisiniz.

ToledoAlexandre  Dumas  buranın İspanya’nın en iyi  yemek yenilen yeri olduğunu söylemiş.Soğan, safranın kullanıldığı hafif yemekler , ev yapımı kekler ve Toledo şaraplarını mutlaka denemelisiniz.Ayrıca eğer isterseniz Damascene denilen altın ve gümüşü  metallere kazıyarak yapılan kolyeler, bilezikler, süs eşyalarından da  hatıra olarak alabilirsiniz.Bizde Toledo’dan küçük hediyeler alarak akşam trenine bu küçük şehri tanımış olmaktan mutlu bir şekilde  binmiştik. Madrid’e dönerken trende aldığımız  Don Kişot biblosuna ve  şehre bakarak  Toledo’dan uzaklaşıyorduk.

Madrid’de  altıncı günümüzde artık Barselona’ya gitmek için  şehirden ayrılma vakti gelmişti.İlk ayak bastığımızda  Madrid dimdik ayakta duran  belki de başkent olmasının etkisiyle de oldukça asil ve kendini hemen anlatmayan bir şehir izlenimi veriyordu. Ama  Madrid artık bizim tanımaktan memnun olduğumuz, alıştığımız  , caddeleri , heykelleri , parkları, tarihi, kültürü ile bize kendini açan bir şehirdi.Madrid bizim için  Picasso ile , Manchalı Don Kişot ile , büyük meydanları, büyük heykelleri ile cesur  gururlu  ve asil bir Madrid’ti.

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ

OKUMA ÖNERİSİ