Fransa’nın Loire Vadisi

Loire nehrinin yüzyıllar öncesinden taşıdığı öykülerle ağır ağır aktığı, zamanın rönesansta donup kaldığı, alabildiğine yeşil, yağışı bol, verimli topraklar, yaşamda acelesi olmayan insanların vatanı. Loire vadisi. Fransızcasıyla Val de Loire. Çoğu başka yere nasip olmayan bu doğurganlığının, verimliliğinin sonucu olsa gerek, her zaman uğrunda büyük savaşlar, ölümüne mücadeleler yaşanmış. Tarihi kanla yazılmış. Kimsenin kendisini güvende hissetmediği o ortamın gereği olarak, korunaklı şatolarla donatılmış. Tüm bölge, bu özellikleriyle 2000 yılında Unesco’nun dünya mirası listesine alınmış. Korunmayı hak ettiğinde kuşku olmaması bir yana, zaten gerçekten de ayrı bir koruma kararı olmadan da , sakinleri tarafından titizlikle korunduğu anlaşılıyor. Yalnızca şatoların değil, mahallelerin,

Loire nehrinin yüzyıllar öncesinden taşıdığı öykülerle ağır ağır aktığı, zamanın rönesansta donup kaldığı, alabildiğine yeşil, yağışı bol, verimli topraklar, yaşamda acelesi olmayan insanların vatanı. Loire vadisi. Fransızcasıyla Val de Loire. Çoğu başka yere nasip olmayan bu doğurganlığının, verimliliğinin sonucu olsa gerek, her zaman uğrunda büyük savaşlar, ölümüne mücadeleler yaşanmış. Tarihi kanla yazılmış. Kimsenin kendisini güvende hissetmediği o ortamın gereği olarak, korunaklı şatolarla donatılmış. Tüm bölge, bu özellikleriyle 2000 yılında Unesco’nun dünya mirası listesine alınmış. Korunmayı hak ettiğinde kuşku olmaması bir yana, zaten gerçekten de ayrı bir koruma kararı olmadan da , sakinleri tarafından titizlikle korunduğu anlaşılıyor. Yalnızca şatoların değil, mahallelerin, evlerin de insanı geçmişte yaşadığı zannına kapılacağı kadar geçmişe ait olması insanı şaşırtıyor.

Bölgede Orleans ve Tours gibi iki büyük şehirden ayrı, Blois, Amboise, Angers, Chinon gibi küçük şehir ve kasabalar bulunuyor. Yapılacak gezide bölgenin herhangi bir şehri merkez alınarak çevre gezilere çıkılabileceği gibi, bunlardan her birisinde bir veya ikişer gün konaklayarak da bölge sindirerek ve zamanın oradaki ağır, acelesiz akışına uygun olarak da gezilebilir. Fazla zamanı olmayanlar için, Paris’ten hareket eden günlük gezilere katılmak da düşünülebilir. Bu günlük gezilerde sabah erken saatte Paris Montparnasse garından hızlı trenle hareket edilerek Tours’ da özel otobüse geçiliyor ve gün içinde gezi tamamlanıp akşama tekrar Paris’e dönülüyor.

Biz gezimizi Loire odaklı olarak planladığımızdan Paris’te geçirdiğimiz iki günün ardından Austerlitz garından (Gare d’Austerlitz) hareketle yaklaşık birbuçuk saate yakın bir yolculuktan sonra Orleans’a ulaştık. Adı Jeanne D’arc ile birlikte anılan bu şehrin, Fransa tarihindeki önemli yeri her köşede hissediliyor.

Kentin kalbi sayılabilecek bir noktadaki Place du Martroi’ da Jeanne D’arc’ın at üstündeki heykeli bulunuyor.

Din savaşları sırasında Kalvinistler (Huguenot’lar) tarafından yıkılıp yüzyıllar sonra tekrar yapılan, Orleans Katedrali olarak da adlandırılan Sainte-Croix Katedralinin Paris’teki Notre Dame ile yarışan görkemi , Orleans’ın geçmişte Fransanın en önemli şehirlerinden biri olduğunun somut işareti.

Katedralin nehir tarafında Old Town ve yine yakınlardaki St.Aignan kilisesi civarındaki ara sokaklar özellikle gezilmeli.

Bölgenin hakimiyeti için İngilizlerle Fransızlar arasında yaşanan (1337-1453 yılları arasında yaşanan) 100 yıl savaşları sırasında, Orleans’ın Azize Jeanne d’Arc ‘ın komutasındaki Fransız birlikleri tarafından İngiliz kuşatmasından kurtarılması Fransa’nın bugün bile yıldönümleri kutlanan önemli tarihsel dönemeçlerinden.

1550 lerden kalma eski belediye binası, Orleans’ da ziyaret edilmesi tavsiye edilebilecek yerler arasında. Nehir kıyısının tenhalığı küçük bir şehir için şaşırtıcı sayılmamalı. Karşı tarafta genellikle bahçeler bulunuyor.

Blois, Orleans’la karşılaştırılamayacak kadar küçük bir şehir ama o derece güzel ve sevimli. Arduvaz kaplı çatılı binaları ile Loire Vadisinin karakteristik yapısını yansıtıyor, şehri ve gezginleri eskiçağlara taşıyor. Bir dönem Fransa krallarının ikametgahı da olması sebebiyle kraliyet şatosu olarak anılan Blois şatosu şehrin merkezinde. Loire manzaralı teraslardan diğer anıtsal binaları izlemek mümkün.

Blois şatosu 13. ile 16.yüzyıllar arasında yapılıp eklenen binalarla sürekli olarak büyümüş. 1.François’ nın döneminde ön cepheye eklenen, 5 katı birbirine bağlayan sekizgen sarmal merdiven özellikle etkileyici.

Şatoda her gün izleyicilere ilginç gelebilecek gösteriler ile geceleri ışık gösterileri düzenleniyor.

Şatonun tam girişinden hareket edip aynı noktaya dönen atlı arabalarla Blois’nın merkezinde küçük keyifli bir tur atılabiliyor.

Blois kenti, vadinin en ünlü şatolarından üçüne son derece yakın. Bunlardan en büyüğü, tarihimizde Kanuni Sultan Süleyman ile yakın ilişkileri dolayısıyla bizde de çok tanınan 1.Francoise ‘ nın yaptırdığı Chambord şatosu. (The royal Château de Chambord ) Françoise’ nın av partilerine ev sahipliği yapmak üzere, bir güç göstergesi olarak çok büyük maliyetlerle, krallığa gerçekten yakışır şekilde inşa edilmiş. İki taraftan tırmanmaya başlayan iki kişinin, birbirini görmeden en üst kata kadar çıkabileceği ikili sarmal merdivenlerini Leonardo da Vinci’nin tasarladığı söyleniyor. Bulutlu bir gökyüzü altındaki görünüşü daha da heybetli Çevresindeki kanalda kayıkla da gezilebiliyor. Blois’dan Chambord’a giderken yol üzerinde Loire’ın karşı kıyısında uzaktan gördüğümüz etkileyici bir şatonun, Amerika’lı bir ailenin özel mülkü olduğunu öğrendiğimizde oldukça şaşırıyoruz.

Blois yakınındaki İkinci ünlü şato, Cheverny şatosu. (Le château de Cheverny) Çok büyük bir bahçeye sahip ve bahçe ziyaretçilerin uzun zaman geçirebileceği şekilde düzenlenmiş. Şatoda özel eğitimli yüzlerce av köpeği bulunuyor ve beslenme saatlerinde izleyicilere gösteriler sunuyorlar. Tenten’in çizeri Belçika’lı Herge’nin, çizgi romanlarında da Tenten’in yakın arkadaşı Kaptan Haddock’un evi olarak Moulinsart ismiyle karşımıza çıkan şatoda, ayrı bir bölüm Tenten temalı olarak düzenlenip bir Tenten (orijinalinde Tintin) müzesi olarak düzenlenmiş. Şatonun girişinde, şatonun bağlarında üretilen şarapların uygun fiyatlarla alınabileceği bir şarap mahzeni de bulunuyor. Özellikle rose’leri çok beğendik.

Bu şatolardaki ziyaretçi sayısının çokluğu gerçekten şaşırtıcıydı. Ve bizi asıl şaşırtan bu kadar çok turistin içinde tek bir Türk’e rastlamayışımız oldu. Oysa Paris’te ne kadar çok Türk’le karşılaşmıştık.

Beuregard şatosu ilk ikisi kadar yoğun ziyaretçi çekmemekle birlikte porte tablolar koleksiyonu ile ünlü. “Günümüzün popüler kişiliklerinden” Kanuni Süleyman’ın bir portresi de koleksiyonda yer alıyor.

Blois’te bir gece olarak planladığımız kalışımızı iki geceye çıkardık. İyi de öyle yapmışız. Zira gezinin temposunu, bölgedeki yaşamın akışına uydurmakta fayda var. İnsanların gerçekten hiç aceleleri yok. Buna bağlı olarak, akşam restoranlar 10 dedi mi kapanıyor. O saatten sonra ancak barlar açık kalıyor ki onların da fazla sayıda olmadığını belirtmek gerek. Yemek için mümkünse en geç 20,30-21.00 de gidip oturmak gerekiyor, zira daha geç kaldığınızda , masalarda oturanlar olsa da servisin kapandığı cevabını alabiliyorsunuz.

Bölgenin önemli merkezlerinden birisi Amboise. Burası Loire’ a hakim bir şatonun çevresinde oluşmuş küçük bir yerleşim. Amboise şatosu da bir kraliyet şatosu.

En önemli özelliği de Leonardo da Vinci’nin ömrünün son üç yılını geçirdiği yer olması. Leonardo, 1516 da 1.Françoise’nin daveti üzerine buraya geliyor ve şatonun çok yakınında kendisine tahsis edilen “Château du Clos Luce” ismiyle anılan çok büyük bir bahçeye sahip özel konutunda ömrünün son üç yılını geçiriyor. Mezarı da şatonun içindeki şapelde yer alıyor.

Clos Luce özellikle Leonardo’nun teknik çalışmalarının, maketlerle ve video gösterileriyle canlandırılıp sergilendiği kapalı ve açık mekanlarıyla ilgiyi hak ediyor. Burası da bir hayli kalabalık ve yine hiç Türk’e rastlayamıyoruz. Şaşırtıcı şekilde uzakdoğulu turistler de yok denecek kadar az sayıdalar.

Amboise sevimli bir kasaba, ara sokakları keşfe çıkmaya değer. Kuşkusuz, büyük bir şehir, örneğin Paris gibi, bir cihan imparatorluğunun başkenti ile karşılaştırılamaz ama bölgenin karakteristik kasabalarından birisi. Şehri üçe bölen Loire nehri kıyısında yemyeşil (ve şaşırtıcı olarak çöp barındırmayan) alanlarda kasaba sakinlerinin piknik yapıp, gençlerin nehre girmelerini izlemek de zevkliydi. (biz cesaret edemedik) İstenirse yelkenli teknelerle nehirde gezinti de yapılabiliyor.
Vadinin en ünlü şatolarından bir diğeri Chenonceau, Amboise’den 13 km mesafede. Chenonceaux komünü sınırları içindeki Chenonceau Şatosu (Le château de Chenonceau) , Loire’nin bir kolu olan Cher nehri üzerinde inşa edilmiş. Önce nehrin kıyısında yer alan şato, sonradan eklenen galeri ile nehrin tam üzerine taşınmış. Şatoya giderken içinden geçilen ormanın ağaçların yoğunluğu sebebiyle neredeyse günü geceye çevirir niteliği gerçekten son derece etkileyici. Farklı tekniklerle düzenlenmiş üç büyük bahçesi bulunuyor. Şatonun içinden karşıya geçilerek ulaşılan karşı yakadaki orman da şatonun en güzel görünümlerini sunması bakımından mutlaka gidilmesi gereken yerlerden. Şatoyu, yaşamı boyunca üç krala hizmet etmiş üst düzey bir maliye görevlisi, karısı için yaptırmış. Kral 2.Henry, şatoyu metresi Diana de Poiters’e hediye olarak vermiş. Kralın ölümüyle şatonun hakimiyeti, karısı Catherine de Medici’ye geçmiş. Daha sonraki yıllarda, ülkenin ünlü kadınları Louise de Lorraine ve Madam Duphin de şatonun sahipleri arasında yer almış. Bu yüzden şatoya kadınlar şatosu da deniliyor.

Tours bölgenin diğer bir büyük şehri. Ortaçağdan kalmış binaların çevrelediği, kafe ve restoranların yoğun olarak yer aldığı, gece yaşamının en canlı olduğu bölgelerden birisi Place Plumereau ve civarı. Old Town olarak da adlandırılıyor. Loire kıyısındaki dans kulüpleri de geceleri oldukça hareketli. Bölgenin küçük yerleşimlerinin sessiz sakin ortamında sıkılabilecekler için bir ferahlama fırsatı veriyor.

Güzel sanatlar müzesi bahçesindeki Lübnan sedirinin altındaki levhaya 1806 da ekildiğini yazmışlar. Bizdeki 300 -400 yıllık çınarlar yanında çocuk sayılacak yaşta olmasına rağmen son derece heybetli oluşu bize tuhaf geliyor. Sonra, bu ağacın dikilişinin yazılı olarak kayıtlı olmasına karşın, bizdeki çınarlar için böyle kayıtlar olmadığını fark ediyor ve levhalara yazılan yaşlarının neye göre belirlendiğini merak ediyoruz.

Saint Gathien Katedrali, Tren garı, Hotel de Ville, Wilson Köprüsü, Büyük Tiyatro, Tours Şatosu, Adliye Sarayı, Vinci Kongre Merkezi de (Centre De Congress Vinci) şehirdeki görülmesi gereken diğer yerler arasında sayılabilir.

Rue Nationale , aralarında La Fayette’nin de bulunduğu mağazaların sıralandığı en büyük caddesi ve alışveriş merkezi.

Tours’un, Endülüs Emevileri’nin Avrupa içlerine doğru ilerlemelerinin durduğu bölge olarak da tarihi bir önemi bulunuyor. Abdurrahman El Gafıki kumandasında, Tours’ u hedef alan Emevi ordusu, Charles Martel kumandasındaki Frank savaşçıları tarafından 732 yılında Tours’un güneyindeki Poitiers’de gerçekleşen Puvatya (Poitiers) muharebesinde durdurulmuş.

1562 yılında Fransız Kalvinistleri (Huguenots) tarafından yakılarak yıkılan Saint Martin Bazilikası’nın günümüzde ayakta kalmış iki kulesi ve arasında yer alan binalar ve yollar, halen mevcut olmasa bile geçmişteki büyüklüğünü , ihtişamını ortaya koyuyor. Bazilikanın yıkıntıları arasında 1860 yılında keşfedilen Saint Martin’in mezarının üzerine inşa edilen yeni bazilika da turistlerin ilgi gösterdikleri yerlerden.

Tours’ da geçirdiğimiz iki günün ardından, Loire vadisine, her yerde hissetmediğimiz bir “tekrar gelme” isteği ile veda edip Paris’e dönüyoruz.

Yazan: Cem Koç

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ

OKUMA ÖNERİSİ