Fas’ta altı gün (1)

İsviçre’nin soğuk ve kasvetli ortamından uzaklaşıp Fas’ın sıcak kenti Kazablanka’ya ulaştıklarında hava kararmıştı. Pasaport kontrolünden geçip tren istasyonuna yöneldiler. Kent merkezine ulaşabilmek için tren yolunu seçmişlerdi. Bilet gişesindeki görevliye gidecekleri yerin adını gösterdiler. Mesai saatinin bitmesini sabırla bekleyen görevli kendisine uzatılan adrese bakmadan eliyle üç işareti yaptı. Üçüncü durakta inmeleri gerektiğini anladılar. İstasyonda bekleyen birkaç kişi dışında tahmin ettikleri kalabalık yoktu. İstasyonun ucuna doğru yürüyüp bir pencere kenarında beklemeye başladılar. Kapının üstündeki saat 19:00’u gösteriyordu. Bu aynı zamanda trenin hareket saatiydi ama ortalıkta tren yoktu. İsviçre’nin dakik ulaşım sistemini hatırlayıp gülümsediler. Trenin gara gelmesi 19:30’u buldu. İlk vagona oturup beklemeye

İsviçre’nin soğuk ve kasvetli ortamından uzaklaşıp Fas’ın sıcak kenti Kazablanka’ya ulaştıklarında hava kararmıştı. Pasaport kontrolünden geçip tren istasyonuna yöneldiler. Kent merkezine ulaşabilmek için tren yolunu seçmişlerdi. Bilet gişesindeki görevliye gidecekleri yerin adını gösterdiler. Mesai saatinin bitmesini sabırla bekleyen görevli kendisine uzatılan adrese bakmadan eliyle üç işareti yaptı. Üçüncü durakta inmeleri gerektiğini anladılar. İstasyonda bekleyen birkaç kişi dışında tahmin ettikleri kalabalık yoktu. İstasyonun ucuna doğru yürüyüp bir pencere kenarında beklemeye başladılar. Kapının üstündeki saat 19:00’u gösteriyordu. Bu aynı zamanda trenin hareket saatiydi ama ortalıkta tren yoktu. İsviçre’nin dakik ulaşım sistemini hatırlayıp gülümsediler. Trenin gara gelmesi 19:30’u buldu. İlk vagona oturup beklemeye başladılar. Boş koltuklar bir anda doldu. Karşılarına bir turist oturdu. Birbirlerine tebessüm etmekle yetindiler. Adam kitabının işaretli sayfasını açıp okumaya başladığında treninin kapıları kapandı ve yaklaşık 45 dakikalık yolculukları başladı.

İkisi de yanlış durakta inmemenin telaşını yaşıyorlardı. Pencereden dışarı baktıklarında gördükleri tek şey zifiri karanlıktı. Tren ilk iki istasyonda durdu. İnenler çoktu ancak yeni yolcu binmiyordu. Sırt çantalarını hazırlayıp kapıya doğru yöneldiklerinde karşılarındaki adam okuduğu kitabı kapadı ve “Rabat’a gitmek için burada mı aktarma yapılıyor?” diye sordu. Onlar da nerede olduklarını kestiremiyordu. Yapmaları gereken şey üçüncü durakta inip bir taksiye binmeleriydi. Tren yavaşlamaya başladı. Havaalanındaki görevlinin söylediği gibi üçüncü durakta trenden indiler.

Tren Bileti

Küçük bir istasyon binasının içinden geçip caddeye çıktıklarında etrafları taksi şoförleri yarafından sarılmıştı. İçlerinden biriyle anlaşmaktan başka çareleri yok gibiydi. Başında gri bir kasket ve açık renk bir pardesüsü ile karşılarında dikilen birine adresi söylediler. Adam Fransızca konuşuyor, onlar İngilizce yanıtlıyor, vücut diliyle ortak noktada buluşuyorlardı. Kırmızı renkli taksinin yanına geldiklerinde şoför anahtarını çıkardı. Kapıyı açtığında ön koltukta bir başka kişiyi farkettiler. Araca binmeden önce pazarlık yapıldı. Şoför 50 dirhem istedi, bizimkiler kabul etti. Fas’ın ilk kuralı olan ‘pazarlık’ ilkesini o an unutmuşlardı. Yaklaşık yarım saat süren yolculukta ilk kez Kazablanka’nın ara sokaklarıyla tanıştılar. Loş sokak lambaları kaldırımları aydınlatmaya yetmiyordu. Trafik kurallarının rafa kaldırıldığı bir kentin kendine özgü kurallarını uygulayan taksici bir an önce yolcularını söylenen adrese ulaştırıp istasyona geri dönmeye çalışıyor gibiydi. Bir yandan keskin direksiyon hareketleriyle önündeki yaya ve araç engellerini bir bir aşıyor, bir yandan da ön koltukta oturan, kim olduğu ve nereye gittiği anlaşılamayan arkadaşına hararetle birşeyler anlatıyordu. Caddelerde araç trafiği yoğundu ancak ara sokaklar bomboştu. Kaldırımlarda yürüyen, sokak tezgahlarında yemek yiyen, apartmanların yüksek pencerelerinden sokağı izleyen insanları gördüler. Bir süre sonra kalacakları otele çıkan bir kavşağa yöneldiler. Şoför eliyle oteli gösterdi. Fas yolcuları 50 dirhemi uzatıp araçtan indi.

Otelleri kentin en kalabalık alanlarından biri olan Place des Nations Unies meydanındaydı. Kaldıkları oda meydana bakıyordu. Çantalarını yerleştirip hala kalabalık olan caddelerin dar sokaklarına karışmak için aşağı indiler. Otelin görevlisine akşam yemeği için önerebileceği birkaç restoran sordular. Görevli hiç tereddüt etmeden önündeki kağıda birşeyler yazdı: Imilchil… Söylediğine göre yakınlarda biryerdeydi bu restoran ve yerel yiyecekler için ideal bir mekandı. Otelin kapısından çıkıp kendilerine söylenen adresi bulmaya koyuldular. Bir süre sonra kaybolduklarını farkettiler. Bu kayboluş yolculuk boyunca peşlerini bırakmayacak kaybolmaların ilkiydi. Birkaç kişiye ellerindeki kağıdı gösterip restoranı sorsalar da çabaları yetersiz kaldı. Saat 21:00’i geçmişti. Sokaklardaki kalabalık hala azalmamıştı. Restoranı ararken otelden epeyce uzaklaştıklarını da farkettiler. Geldikleri sokakları izleyip geri döndüler. Dönüşte birkaç restoranla karşılaştılar ancak onların amacı kendilerine tavsiye edilen Imilchil’de yemekti. Otelin karşısındaki caddenin başına geldiklerinde kendilerine söylenen tarifi tekrar hatırladılar: “İlk sokaktan düz git, ikinci köşeden sağa dön, havuzu görünce sola gir, karşındaki üçüncü bina…” Tarifi aynen ikinci kez uyguladıklarında bu sefer bambaşka bir yere çıktılar. İlk kayboldukları mekandan farklı bir sokaktı burası. Etrafta gece kulüpleri, cafeler, mağazalar vardı ama aradıkları restoranı ikinci denemelerinde de bulamamışlardı. Ellerindeki notu gösterdikleri kişilerden de olumsuz yanıtlar alıyorlardı. Otelin karşısındaki sokağa tekrar geldiler ve arama çalışmalarına üçüncü kez başladılar. Bu sefer caddede bulunan bir otopark görevlisine danışmaya karar verdiler ve ellerindeki kağıdı uzattılar. Adam Imilchil’i telaffuz etti ve kağıdı alıp kendisini takip etmelerini istedi. Dar sokaklarda hızlıca yürüyüp daha önce girmedikleri karanlık bir sokağa daldılar ve sokak kadar karanlık bir binanın önünde durdular. Adam kapıyı açtı ve içerde restoranı andıran bir mekan belirdi. Duvarda Imilchil tabelasını okuduklarında kendilerine tarif edilen yerde olduklarını anlayıp rahatladılar.

Mozaiklerle kaplı duvarları, kuzey Afrika motifleriyle süslü tavanı, süslemeli elişi masa ve sandalyeleriyle hayal ettikleri bir ortamdı burası. Menüden ne seçeceklerine karar veremeyince garsonu çağırıp yenebilecek en ünlü ve lezzetli yiyeceklerini istediler. Yemekten önce gelen salata ve ekmek açlıklarını hafifletmeye yetti. Birazdan önlerine gelen iki güveçte hala kaynamakta olan yiyeceğin kokusuyla kendilerinden geçtiler. Fas’ın en ünlü yiyeceği kuskusun değişik bir sunumuydu bu. Yaklaşık yarım saat aradıkları bu restoranda bir saat kadar kalıp otellerine geri döndüklerinde saat 23:00’ü geçiyordu.

Kazablanka sokakları

Fas'ta altı gün (1) 3

Fas usulü krepli ve omletli güzel bir kahvaltıdan sonra Old Medina olarak bilinen tarihi kent merkezinden başladılar gezilerine. Mahalle sakinlerinin meraklı bakışları arasında dar ve oldukça karmaşık sokaklarda dolaştılar. Yerliler sanki her adımlarını izliyor gibiydiler. Video kamerasını doğrulttukları sokaklardaki insanlar bir anda yüzlerini kapatma telaşına giriyorlardı. Cami önünde bekleyen kalabalık bir kadın grubu da aynı tepkiyi verdi. Çekim yapmakta olan kahramanlarımızı yüksek sesle uyaran kadınların her halinden sinirli oldukları anlaşılıyordu. Belli ki görüntülerinin çekilmesini istemiyorlardı. Portre çekimlerini iptal edip genel görüntülerle yetindiler.

Old Medina’nın dar ve birbirine benzeyen sokaklarında saatler geçiren kahramanlarımızın yolu bir anda Kazablanka’nın en ünlü camisiyle kesişti. 5 yıllık inşaat çalışmalarının sonunda 1993 yılında biten Hassan II Camii dünyanın üçüncü büyük dini yapısı olarak biliniyor. Tasarımında yerden ısıtma, otomatik kapı ve sürme çatı gibi günümüz teknolojisi kullanılmış. Caminin çatısı kubbe şeklinde değil düz olarak tasarlanmış, minaresi de kare şeklinde.

Fas'ta altı gün (1) 2

Camiyi ancak belirli saatlerdeki turlara katılarak gezmek mümkün. Cuma günü olduğu için turlar erken bitmişti. Birazdan Cuma namazı başlayacaktı. Camiyi gezmek isteyen turistlerden 120 dirhem alındığını öğrendiler. Bu ücreti ödemeye razıydılar ancak bir sonraki tur için yaklaşık 4 saat beklemeleri gerekecekti. Bu kadar zamanı cami avlusunda geçirmek istemediler. Cuma namazı kılarak hem dini ibadetlerini yerine getirmeye hem de camiyi yakından incelemeye karar verdiler. Yelda yanında taşıdığı beyaz şalı başına bağlayıp kadınlar için ayrılan bölümden içeri girdi. Remzi namaz kılmak yerine camiye akın eden kalabalığı görüntülemeye başladı. Bu sırada içeri giren Yelda takip edildiğinin farkında değildi. Üst kata çıkarken arkasından bir kadın yaklaştı. Aralarında şu diyalog geçti:

Kadın: Pardon hanımefendi, Müslüman mısınız?
Yelda: Müslümanım.
Kadın: Nerelisin?
Yelda: Türküm.
Kadın: (Yol göstererek) Selamünaleyküm
Yelda: Aleykümselam
Bunun dışında Arapça bilmiyordu. Müslüman olduğunu söylemesi ve selam vermesi camiye girip namaz kılabilmesi için yeterliydi.

Caminin üst katındaki bayanlara ayrılmış yere çıkan Yelda elinde taşıdığı ayakkabılarını raflardan birine koyup yere oturarak dua edenlere katıldı. Bir yandan da caminin duvarlarını ve görkemli tavanını incelemeye koyuldu. Namazı tamamladıktan sonra caminin alt katındaki abdesthaneyi de ziyaret eden Yelda cami avlusunda Remzi ile buluştu. Gökyüzünü kaplayan gri bulutlar yağmuru nihayet getirdi. Islanmamak için caminin avlusundaki bir yapının altına sığınıp yağmurun şiddetinin dinmesini beklediler. Bu bekleyişleri yaklaşık yarım saat sürdü.

Tarihi kent merkezinin (Old Medina) köhne sokaklarına girdiklerinde saat 14:00’ü gösteriyordu. Cuma namazından dönen esnaf dükkanlarını yeniden açmıştı. Sabahki sessizlik yerini yoğun bir karmaşaya bırakmıştı. Yürüyüşleri sırasında bir turist danışma ofisiyle karşılaştılar. Kentin haritasını almak için içeri girdiler. Sonunda bu karmaşık kentin sokaklarında rahat iz sürebileceklerini düşünüyorlardı. Görevliden aldıkları yanıt onları hayal kırıklığına uğrattı. Danışma ofisinde harita yoktu. Hatta görevliler bu soruyu duyunca hayatlarında ilk defa kendilerinden kent haritası istenmiş gibi tuhaf bir şaşkınlığa büründüler. Zürih’ten yanlarında getirdikleri Lonely Planet’in Fas kitabıyla yetinmek zorundaydılar.

Akşamüstü güzel bir kahve içmek için café aramaya başladıklarında ne kadar zorlu bir işe giriştiklerinin farkında değildiler. Erkek hakimiyetinin hüküm sürdüğü Kazablanka sokaklarında yoğun bir kahvehane kültürü vardı. Kimse kağıt ya da tavla oynamıyordu. Kahvelerini yudumlayıp sokağı seyrediyorlardı. Café ile kahvehanenin arasında birer mekandı bunlar. En önemli özelliği de oturanlar arasında kadın olmayışıydı. Bütün aramalarına karşın sokak üstünde bayan-erkek karışık müşterilerin oturduğu bir yere rastlayamadılar. Kahve içmeden yola devam edemeyeceklerinin de farkındaydılar. Sokaklardaki yürüyüşleri sırasında gözlerine kestirdikleri ve içinde hiç kadın olmayan bir cafeye daldılar. Siparişlerini verip beklemeye başladılar. Birazdan kahveleri geldi. Diğer müşterilerin bakışları altında kahvelerini içip yollarına devam ettiler.

Akşam otel çalışanları ile konuşurken laf arasında Marakeş’e gideceklerini ama her gezgin gibi plansız gezmeyi sevdikleri için rezervasyon yaptırmadıklarını söylediklerinde şaşkın bakışlarla karşılaştılar. Marakeş’in Noel ve Yeni Yıl nedeniyle çok kalabalık olduğunu, kalacak yer bulmanın zor olacağını o an farkettiler. Şanslarını denemekten başka yapacak fazla bir şey yoktu.

Avatar photo

Remzi Gökdağ, 1968 Beşiktaş doğumlu gazeteci, yazar ve yayıncıdır. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1992 yılında mezun olmuş, gazetecilik kariyerine 1989 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde muhabir olarak başlamıştır. İstanbul konulu haberleriyle çeşitli gazetecilik ödülleri kazanmış, özellikle Park Otel’in mühürlenmesine ve kaçak katlarının yıkılmasına dair haberleriyle tanınmıştır. İzlenim, gezi, inceleme türündeki yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. 1998 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşen Remzi Gökdağ, Kaliforniya’nın ilk Türkçe gazetesi USA Turkish Times’ın kuruluşunda yer almıştır. Yazarlık kariyerinde, “Başka Şehirler”, “Sevgili İstanbul”, “Amerikan Medyasında 11 Eylül” ve “Park Otel Olayı” gibi eserleriyle tanınmaktadır. “Başka Şehirler” adlı gezi, anı, tarih türündeki kitabı 2019 yılında yayınlanmıştır. Bu kitapta, 22 yıl boyunca üç kıtada beş farklı kentte yaşayarak ve yüzlercesine seyahat ederek edindiği deneyimleri paylaşmaktadır.

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Önceki Yazı

Fas’ta altı gün (2)

Sonraki Yazı

Bir ülke yapalım: Swaziland

OKUMA ÖNERİSİ