Çikolatanın, saat yapımcılarının, bankacıların, altın ve elmas borsalarının ‘başkenti’ diye bilinir Zürih. Ortasından geçip Zürih Gölü’ne karışan Limmat Nehri’nin üzerindeki kuğular da, Opera Binası’nın yanına dizilmiş yüzlerce bisiklet de onaylar bunu. Ama, başka bir şey daha söylerler bize; “Eski Avrupa’nın genç kentidir burası” derler fısıltıyla. Fısıltıyla söylerler, yaşlılar alınmasınlar diye. Çünkü Zürih, sakin ve barış dolu yaşamını yaşlılarla gençler arasında köprüler kurarak sürdürür. Hayvanat Bahçesi’nden çocukların şaşkınlık dolu sesleri yükselirken, yakınındaki mezarlıkta edebiyatın iki devi, James Joyce’la Elias Canetti yan yana yatar. Bulutlar, deyim yerindeyse, ‘şapkaları’dır kentin. Zürih de onları sık sık takar başına. Güneş çıktığında, kış değilse, herkes güneşlenmek için parklara, yüzmek için göle atar kendini. Güneş insanların tenini usulca karartırken, ışınları Fraumünster Katedrali’nde Chagall’ın yaptığı vitrayın içinden geçip renk değiştirir. Baharın ve yazın yeşili, sonbaharda bir gece giysisinin parıldayan kırmızı, sarı, kahverengi pullarına dönüşür.
Zürih ağaçların, otların, çiçeklerin arasından dünyaya gülümser. İsviçre’nin bu kentinde dört dil konuşulduğu halde, kimse kimseye gölge etmez.
Zürihliler, renkliliği sever. Bulamazlarsa yaratırlar. Yolculukların kalbi olan garın ortasında durup başınızı kaldırdığınızda, Niki de Saint Phalle’ın rengârenk şişman kadın heykellerinden biri, altın rengi melek kanatlarıyla gözünüze takılır. Sokaklarında akordeon çalanların, flütçülerin, kemancıların önlerine koydukları küçük kutulara para atmanızı bekledikleri bu kentte, diğer sanatçılar da boş durmaz. Kenti renklendirmek için kafa patlatırlar. Bu ‘kafa patlatma’, bundan üç yıl önce sokaklara inek heykellerini taşımıştı. Üzerleri farklı tasarımcılar tarafından boyanan ya da ‘tasarlanan’ yüzlerce inek heykeli doldurmuştu kenti.
Bu yıl yeni bir sanatsal tasarım, Zürihlilerin ‘hizmetine’ sunuldu. Bu kez, hem estetik, hem de toplumsal işlevi olan, gökkuşağından düşmüşe benzeyen banklar çıktı halkın karşısına. Yalnızca sokakları değil; göl kenarlarını, tren istasyonlarını, müze girişlerini, yürüyüş yollarını, mağazaların önlerini de doldurdular. Proje, yıl sonuna kadar 1075 bankı kent halkına armağan etmiş olacak. 26 Aralık 1999’da esen Lothar kasırgası bir felâket olarak İsviçre’nin üzerine çökmüş; binlerce ağacı devirmiş ya da kökünden sökmüştü. İşte, Zürih’in yeni bankları o ağaçlardan elde edilen ahşaptan yapıldı. Sponsorlar ve sanatçıların yerel yönetimle işbirliğiyle bir açıkhava sergisine de sahip oldu sokaklar. Hem de izlemekten öte, üzerlerine oturabileceğiniz, uzanıp dinlenebileceğiniz sanat yapıtları olan banklarla…
Bankların hangi birinden söz etmem gerek, bilemiyorum! Birinin sırt dayanılan yerindeki deliklere kafanızı sokarsanız, karşıdan bakanlar sizi Kara Korsan olarak görüyorlar! İki kız arkadaş, başka bir banktaki deliklerden baktığında ise, yoldan geçenlere iki geyşa olarak gülümsüyor. Bir adam çikolata resimleriyle dolu bir bankın üzerinde kitap okurken, bir diğeri kentlerin etiketleri yapıştırılmış mavi bir bavulun üzerinde oturuyor. Kenarları dalga şeklinde kesilmiş bankın içine oturduğunuzda, hemen yanınızda bir kumdan kale görüyorsunuz! Kalplerle, güllerle süslenmiş bankı mı, bir denizaltı bankı mı, üzeri gözlerle dolu bankı mı, yoksa puro sandığı olarak tasarlanmış bankı mı anlatsam? Gelip geçenler bir bankın üzerindeki ejderhaya şaşkınlıkla bakarken, sevgililer başka bir bankta kral tahtına kurulmuş etrafı seyrediyor. Mavi kuyruklu denizkızı heykelinin oturduğu bankta yer kapmak için turistler sıraya girmiş bile. Gördükleri her banka oturup fotoğraf çektiren turist sayısı bir hayli fazla. Öyle ya, bir daha kanatlanmış bir çift bulutun arasında, bir timsahın sırtında, büyük bir ayakkabının üzerinde ya da boynu mücevherli bir kadının iri göğüsleri önünde otururken fotoğraf çektirme şansını nereden bulacaklar?! Bankların bir özelliği de, önlerine konuldukları mağazaların yaptığı işe göre tasarlanmış olmaları. Bir telekomünikasyon şirketi binasının önündeki bankta, elindeki cihazla konuşan uzay adamı heykeli duruyor. Bir kitabevinin önündeki kırmızı bankta, beyaz elbisesiyle kitap okuyan bir adam heykeli oturuyor. Bankta ise Hugo’dan Aytmatov’a, Eco’dan Dickens’a birçok yazarın adı yer alıyor. Adı ‘Leylek’ anlamına gelen otelin önündeki bankta bir leylek yuvası, içinde bir yumurta, başında bekleyen bir çift leylek ve leyleklerin göç haritası var. Banka oturunca görüyorsunuz ki, leyleklerin göç yolları üzerinde, Çanakkale Boğazı’ndan İskenderun’a uzanan Anadolu hattı da bulunuyor.
Zürih’e gittiğinizde bankların postmodern havası sizi hemen saracak ve yoruldukça molalarınızı onlarda vereceksiniz. Ve göreceksiniz ki, hiçbirinin üzerinde “DİKKAT! BOYALIDIR!” yazmıyor!
Kaynak: Skylife – Akgün AKOVA