Endülüs’ten Lizbon’a dönüş

17 Nisan sabahı otelimize yakın bir pastanede Alkazar sarayı manzarası eşliğinde kahvaltımızı yaptık. Buraya özel çörekler ve kızartılmış ekmekler eşliğinde peynir ve reçellerin tadına baktık. Sevilla’dan ayrılmak kolay olmadı. Endülüs’ün bu en büyük kentinde en az birkaç gün daha zaman geçirilebilirdi. İstemeden de olsa veda etmek zorunda kaldık ve Lizbon’a dönüş yoluna koyulduk. Portekiz’e girmeden sınırda Zafra adında bir kasabada mola verdik. Kasabanın merkezinde biraz dinlenip alışveriş yaptık. Turistik alışveriş değildi bu. İspanyolların girdiği bir markete daldık ve çoğunluğu yaşlı kadınların oluşturduğu müşterilerin bakışları içinde raflardan zeytin, zeytinyağı gibi ürünler aradık. El kol hareketleriyle derdimizi anlatıp bolca İspanyolca dinledikten sonra

17 Nisan sabahı otelimize yakın bir pastanede Alkazar sarayı manzarası eşliğinde kahvaltımızı yaptık. Buraya özel çörekler ve kızartılmış ekmekler eşliğinde peynir ve reçellerin tadına baktık.

Sevilla’dan ayrılmak kolay olmadı. Endülüs’ün bu en büyük kentinde en az birkaç gün daha zaman geçirilebilirdi. İstemeden de olsa veda etmek zorunda kaldık ve Lizbon’a dönüş yoluna koyulduk.

Portekiz’e girmeden sınırda Zafra adında bir kasabada mola verdik. Kasabanın merkezinde biraz dinlenip alışveriş yaptık. Turistik alışveriş değildi bu. İspanyolların girdiği bir markete daldık ve çoğunluğu yaşlı kadınların oluşturduğu müşterilerin bakışları içinde raflardan zeytin, zeytinyağı gibi ürünler aradık. El kol hareketleriyle derdimizi anlatıp bolca İspanyolca dinledikten sonra yöreye özgü zeytinleri seçebildik. Kasaya geldiğimizde dillerini bilmediğimiz insanların gülümseyen bakışları altında paramızı ödeyip marketten çıktık. Turistlerin uğrak yeri olmadığından yabancılara pek aşina olmadıklarını anladık.

İspanya’nın en turistik kentlerinden sonra turistlerin uğramadığı mekanları görmek ilginç bir deneyim oldu. Bunlardan birini de Portekiz’le sınır kasabası olan Badajoz’da yaşadık. Kent merkezinde kırmızı ışıkta beklerken karşı kaldırımda kızarmış tavuk afişi gördük. Altında bir dükkan vardı ama restoranta hiç benzemiyordu. İlerden dönüp az önce uzaktan gördüğümüz tavukçunun önünde parkettik ve içeri girdik. Restorant olmadığını da o anda farkettik. İçerde tavukları pişiren bir yandan da patatesleri kızartan beyaz önlüklü kişiye yine el kol hareketleriyle derdimizi anlattık. Bir kızarmış piliçi ortadan ikiye böldü, yanına patates istedik, boyutu konusunda uzun süre anlaşamasak da büyükçe bir boş kabı uzatınca ağzına kadar kızarmış patates doldurarak bize geri verdi. Bu arada dükkana giren diğer müşteriler sohbete ortak oldu. İstanbul deyince hepsinin yüzü gülümseyiverdi. Patates ve tavuk dışında burada satılan çok sayıda yiyecek ürünü vardı ama biz gözümüzü zeytinlere dikmiştik. Bir kap da zeytin alıp ayrıldık. Arkamızdan koyu bir sohbetin başladığına emindik.
Portekiz’e girmeden önce Badajoz’un nehir kenarında bir parkta yiyeceklerimizle birlikte uzunca bir mola verdik. Bundan sonra Lizbon’a hatta Sintra’ya kadar durmadan devam edecektik.

Sintra 17 Nisan

Endülüs’e gittiğimiz yoldan Lizbon’a geri döndük. Tek farkı köprülerde yaşadık. Dönüşte kente 25 de Abril köprüsünden girdik. Şehir merkezine uğramadan Sintra’ya devam ettik.

Endülüs'ten Lizbon’a dönüş 2

Lizbon’un batısında arabayla 20 dakikalık bir mesafede yer alan Sintra adeta masallardaki sarayların gerçek yaşama uyarlanmış hali gibiydi. UNESCO tarafından korunan bölgede Pena Sarayı dışında kıtanın en batı noktası olan Cabo da Roca feneri ve etrafta uzanan uçsuz bucaksız bir milli park bulunuyor. Pena Sarayı’ndaki turumuzdan sonra güneşi kıtanın en batı ucundan batırmak için Cabo da Roca’ya geçtik. Dar ve virajlı bir yoldan sonra uçurumun kenarındaki deniz fenerine ulaştık. Güneş okyanusta batarken biz de Lizbon’a dönüş için yola koyulduk.

Endülüs'ten Lizbon’a dönüş 3

Cabo da Roca’nın otoparkı boşalmıştı. Sadece bizim aracımız duruyordu. Bölgeyi en son terkedenlerdendik. Ancak bizim dışımızda bir çift daha otopark alanında dolaşıyordu. Bizi görünce yaklaştılar ve Sintra’ya son otobüsü kaçırdıklarını söylediler. Aracımız küçük olmasına karşın arka koltuğa sığabilecek kişilerdi. Onları Sintra’ya bırakabileceğimizi söylediğimizde çok sevindiler. Otoparkta karşılaşmasaydık geceyi okyanus kenarındaki bu ıssız bölgede geçireceklerdi. Singapur ve Hong Kong’lu çiftin günübirlik tur için Sintra’ya geldiğini öğrendik. Onları Sintra merkezinde bırakıp Lizbon’a hareket ettik.

Lizbon’da son gün 18 Nisan

Bugün Lizbon’daki son günümüz. Aynı zamanda bu gezimizin de son günü.

Sabah kahvaltısı için bize önerilen Pastelaria Versailles adındaki pastaneyi aramaya koyulduk. Kaldığımız otele yakındı. İçeri girdiğimizde oturacak yer yoktu. Garson rezervasyonu yapılmış bir masaya oturabileceğimizi söyleyip siparişlerimizi sordu. Buraya ilk kez geldiğimizi ve ne yiyeceğimizi bilmediğimiz anlatınca tezgahta sıralanan birbirinden güzel görünümlü pasta ve çöreklere bakmamızı önerdi. Biz beğendiklerimizi gösteriyorduk o da not alıyordu. Seçim yapmak son derece zordu çünkü herşey birbiriyle yarışırcasına güzel görünüyordu. Siparişlerimiz masaya geldiğinde boş yer kalmamıştı. Etrafımıza baktığımızda en kalabalık masanın bizimkisi olduğunu farkettik. Ayrılırken burayı bize öneren Portekizli arkadaşımızın da kulaklarını çınlatıp ne kadar doğru bir seçim olduğuna karar vermiştik.

Endülüs'ten Lizbon’a dönüş 4

Bütün günümüzü Lizbon sokaklarına ayırmıştık. Önce günlük tramvay bileti aldık ve ünlü 28 nolu tramvayla kentin bir ucundan diğerine seyahat ettik. Tramvak kentin tepelerine ulaşınca durakta inip yokuş aşağı yürüyerek devam ettik. Dik yokuşlarda tekrar tramvaya bindik. Basilica de Esteralla adında bir kiliseyi gözümüze kestirmiştik. Kilisenin çatısına çıkabileceğimizi öğrendik. Birer biletle içeri girip çatıya tırmandık. Lizbon’u farklı açıdan izlemek için ideal bir noktaydı. Kilisenin karşısında bir park içinde kurulan bit pazarını gezdik. Birbirinden güzel antikalar çok uygun fiyata satılıyordu.

Endülüs'ten Lizbon’a dönüş 6

Tramvayla kent merkezine dönerken Parlemento binası onünde tekrar indik. Parlementoya girme planımızı kapıdaki kalabalığı görünce iptal ettik. Bu bölgedeki mahalleler ve dik yokuşlu sokaklar görmeye değerdi.

Endülüs'ten Lizbon’a dönüş 5

Kentin Chiado mahallesi oldukça hareketliydi. Sokaklar, alışveriş merkezleri, cafeler haftasonu keyfini çıkaran Lizbonluların akınına uğramıştı. Yaklaşık 600 bin nufuslu bir kentin kalabalığını fazla abartmamakta fayda var. Chiado bölgesinin Fado dinlemek için uygun yerlerden biri olduğunu duymuştuk. Yemekli, içkili bir mekanda fado dinlemektense salonda dinlemeyi tercih ettik. “Fado in Chiado” adlı gösteri oldukça etkileyiciydi. Yaklaşık bir saat süren bu müzik ziyafeti gezinin tüm yorgunluğunu almıştı. Çıktığımızda hava kararmıştı. Dar sokaklardan kent meydanına inerken Santini dondurmacısıyla karşılaştık. Portekizli arkadaşımızın önerdiği ancak bizim bulacağımızı hiç düşünmediğimiz dondurmacı karşımızdaydı. Hemen içeri girip Lizbon’un bu en meşhur dondurmalarından denedik.
Yemek için Ramiro’ya tekrar uğrama zamanı yaklaşıyordu. İlk gün yediğimiz deniz ürünlerinin tadını hala unutamamıştık. Ramiro’nun restorantına ulaştığımızda kapının önünde bekleyen 20-30 kişilik bir kalabalık vardı. Bunun anlamı yaklaşık 1 saatlik bir beklemeye eşdeğerdi. Beklerken içerdekileri izlemek, yiyecekleri iştahla yediklerini görmek bizim durumumuzu biraz daha zora soksa da aynı masaya bir süre sonra oturacağımızın hayaliyle 1 saat kuyrukta bekledik. İçeri girdiğimizde ilk gün bize servis yapan garsonun masasına oturduk. Bunca kalabalık içinde aynı masaya denk gelmek gecenin ilk sürpriziydi. Garson aradan 8 gün ve yüzlerce müşteri geçmesine rağmen bizi tanıdı. İlk gelişimizde mutfaktaki herşeyi sipariş ettiğimizden kolay unutulacak tipler değildik. Siparişlerimizi verdikten sonra burada son gecemiz olduğunu artık bizi göremeyeceğini de ona anlattık. Yarınki uçuş saatimizi sordu, sabah açılışta tekrar uğrayabileceğimizi söyledi. Yarın değil ama bir sonraki gezi için sözleştik. Masamızı donattığında önce gözümüzün doyması için gelen deniz ürünlerini yemeden bir süre bekledik. Buraya neden iki kez geldiğimizin yanıtı masadaki lezzetlerde gizliydi. Okyanustan taze çıkan karidesler, istakozlar, yengeçler, istiridye ve midyeler masamızdaydı ve bütün bunlara zeytinyağında kızarılmış sarmısaklı ekmek dilimleri eşlik ediyordu. Ramiro’daki ziyafetin sonlarına doğru gecenin ikinci sürpriziyle karşılaştık. Dün Cabo da Roca’da karşılaştığımız uzakdoğulu çift yanımıza oturdu. Onca masa ve kalabalık arasında uzun süren beklemeden sonra yanımızda boşalan yere onların denk gelmesi şaşırtıcıydı. Birbirimizi görünce gülmeye başladık. Yarın İstanbul’da da karşılaşma ihtimalinin olup olmadığını kim bilebilir?

Endülüs'ten Lizbon’a dönüş 7

Ramiro’daki ziyafetten sonra ağır adımlarla kentin tenhalaşan sokaklarında dolaştık. Otelimiz merkeze çok yakın bir yerde olduğundan bir cafede oturup günün son kahvesini Lizbon meydanına bakarak içtik.

İstanbul’a dönüş 19 Nisan

Yaklaşık 9 gün süren Lizbon-Endülüs gezimizin son günü Lizbon sokakları sakindi. Pazar günü olmasının bu sakinlikteki payı büyük olabilir.

Bu fırsattan yararlanıp kısa bir araba turundan sonra havaalanının yolunu tuttuk. Uçağımız 11:30’daydı ve arabayı teslim etmemiz gerekiyordu. Yolda bir benzincide depoyu doldurup havaalanına geldik.

9 günlük yolculuğumuzda yaklaşık 2000 kilometrelik yol katetmiştik. Bu mesafe içinde herhangi bir aksilik yaşamadan geziyi tamamlamanın keyfi bambaşkaydı. Bilmediğimiz yollarda, hiç tanımadığımız kentlerin dar sokaklarında navigasyonun bile şaşırdığı antik kentlerde sorunsuz bir yolculuk yapmıştık. 19 Nisan günü saat 09:30’da aracımızın anahtarını görevliye teslim edip pasapart kontrolüne devam ettik.

Avatar photo

Remzi Gökdağ, 1968 Beşiktaş doğumlu gazeteci, yazar ve yayıncıdır. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1992 yılında mezun olmuş, gazetecilik kariyerine 1989 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde muhabir olarak başlamıştır. İstanbul konulu haberleriyle çeşitli gazetecilik ödülleri kazanmış, özellikle Park Otel’in mühürlenmesine ve kaçak katlarının yıkılmasına dair haberleriyle tanınmıştır. İzlenim, gezi, inceleme türündeki yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. 1998 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşen Remzi Gökdağ, Kaliforniya’nın ilk Türkçe gazetesi USA Turkish Times’ın kuruluşunda yer almıştır. Yazarlık kariyerinde, “Başka Şehirler”, “Sevgili İstanbul”, “Amerikan Medyasında 11 Eylül” ve “Park Otel Olayı” gibi eserleriyle tanınmaktadır. “Başka Şehirler” adlı gezi, anı, tarih türündeki kitabı 2019 yılında yayınlanmıştır. Bu kitapta, 22 yıl boyunca üç kıtada beş farklı kentte yaşayarak ve yüzlercesine seyahat ederek edindiği deneyimleri paylaşmaktadır.

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ

OKUMA ÖNERİSİ