Yunanlı Kanadalılar geçen hafta sonu Danforth caddesini İzmir’in birinci değilse bile en azından ikinci kordonuna çevirmeyi başardılar. Broadview’den Jones’a kadar neredeyse dört subway istasyonu boyunca yayılan Danforth festivali, ‘The 11th Annual Krinos Taste of the Danforth’, her ne kadar Kuzey Amerika’ya canım çupraları, karagözleri taşıyamadıysa da, bir tutam İzmir, bir tutam Selanik ve belki biraz da Beyoğlu yaşatmayı başardı.
İkisi büyük dört sahnede Yunanlı Kanadalı sanatçılar şarkılar söylediler. Çoğunu Türkçe sözleriyle tanıdığımız şarkılar dinledik. Bir ya da iki buzuki vardı. Rebetika yoktu… Yunanlılar iyice Kuzey Amerikalı olmuşlar.
Zaten Patris’de bir musakka yemeyi kafaya koymuştum, bir de ‘one meal free’ kupon alınca hemen girdim bahçesine. Bugün perhiz yok, souvlaki yenecek. İçki gecenin ilerleyen saatlerine kalsın. Patris’e yakın Türklerden biri Döner Döner adında bir yer açmış. Temiz görünüyor. Haftaya bir uğrayıp patlıcanlı kebabını imtihan etmeli. Gerçi marifetmiş gibi tabelasına koca koca harflerle HALAL yazmış ama görmezden gelinecek artık.
Olimpiyatları çok iyi kullanmışlar. Masrafın bir kısmını Torontolulardan çıkartacaklar anlaşılan. Her taraf olimpik tişortlarla, hediyeliklerle dolu. Toronto motorsikletli polisi de bir akrobasi gösterisi yapıyor. Hakikaten müthişler, her biri bir motorsiklet virtiözü. Gerçi biraz da kentin asayişi ile ilgilenseler fena olmaz hani, show izlemek isteyen sirke de gidebilir ama canbazlar bizi koruyamaz.
Yolun her iki tarafı onlarca souvlaki tazgahıyla dolu. Bazıları kömür ateşinde yapıyor ve önlerinde metrelerce kuyruk var. Baklavalar, biber dolmalar, midye dolmalar yollara dökülmüş. Zeytinyağlı biber dolma perhizi bozmaz, üzerine de bir bardak bira iyi gider. Buzukili sahnenin karşısındaki birahaneye girmeli.
Tahsin Market’te fırsattan istifade dükkanın önüne bir souvlaki tezgahı açmiş. Gülören de kebapları çeviriyor. Çalışıyor şimdi, rahatsız etmemeli… Keşke çöpşiş yapsalardı. Bol kimyonlu, közde kuru soğanla ne güzel giderdi. Broadview’e doğru bir de ‘international’ sahne kurmuşlar. İspanyol grup var. Delikanlı hakikaten gitarını öttürüyor ama ben bu akşam buraya Ege müziği dinlemeye geldim.
Hafiften bir esinti başladı, lodostan mı esiyor nedir? Ontario gölüne biraz tuz atsam körfez kokar mı? Şuradaki barda biri Atina’nın beyaz güllerini söylüyor. Nana ne güzel okurdu bunu üç dilde…
Yavaş yavaş ayaklarıma kara sular inmeye başladı, ama Zorba’nın önünden geçmeden subwaye gitmenin imkanı yok. Biliyorum başıma geleceği ama kurbanlık koyun gibi çaresiz yolun sağına bakmamaya çalışarak ilerliyorum. Bakmaya ne hacet, koku yüz metreden duyuluyor. Zorba yine yapmış zorbalığını, kömürde kokoreç kızartıyor. Satmışım kolesterolün anasını, bu kokoreç yenecek. Yanında da bir kadeh yalancı rakı (uzo) içilecek.
Eve geldiğimde ceplerim literally boş, ama içim Ege doluydu. Yıllar önce Xios (Sakız) adasından alıp taa buralara kadar getirdiğim seramik resimdeki kumsala yan yatmış takaya bakarak, rüyamda kendimi Tilkilik’teki meyhanelerden birinde bulmak umuduyla gözlerimi kapadım.
Akif AKALIN