Siz de dili sürçüp ‘şefaat’ yerine ‘sehayat’ arzu edenlerden misiniz? Ama bütçeniz bütün dünyayı karışlamanıza izin vermiyor, ya da zamanınız kısıtlı… Üzülmeyin, hala rüyanızı gerçekleştirebilmek için bir şansınız var. Toronto size dünyayı sunuyor.
Toronto, Ontario gölünün kuzeyine serilmiş üç milyonluk bir dev. Bir yakasından diğerine ulaşmak, kenti bir örümcek ağı gibi saran otoyollarla dahi en az birkaç saatinizi alır. Toronto’da pusulanız, şehri doğudan batıya, kuzeyden güneye ikişer, üçer kilometre aralıklarda cetvelle çizilmiş gibi kesen ana caddelerin kesişme noktalarıdır. ‘Yonge ile Eglinton’dayım’ demeniz yeter bulunduğunuz yerin koordinatlarını en çok 25 metre hatayla belirtmeniz için. Yani belki de dünyada kaybolamayı başaramayacağınız tek şehirdir Toronto…
İngilizce bilmiyor musunuz? Oh, anadilinizden başka dil bilmiyorsunuz. Dert ettiğiniz şeye bak… Burası Toronto, yüzün üzerinde dilin ve bu dillerin bütün lehçelerinin konuşulduğu dünyanın biricik dil cenneti. Toronto’da yaşayan her üç kişiden sadece birinin Kanada doğumlu olduğunu bilmiyor muydunuz? Hiç endişeniz olmasın. Kentin neresinde olursanız olun, girdiğiniz ikinci ya da üçüncü plazada mutlaka kendi dilinizde yazılmış bir tabela ya da ilan panosu size yabancılığınızı unutturacak.
Bütün dünya burada… Kuşkusuz dünyanın en kalabalık ulusu Çinliler Toronto’da da başı çekiyor. Ama burada hiçbir etnik grup diğerinin varlığını algılamanıza engel olacak kadar baskın değil. Dahası Anayasa ile güvence altına alınmış çok-kültürlülük politikası, sayıları ne kadar küçük olursa olsun, hatta tek bir aileden oluşmuş olsalar dahi, hiçbir etnik grubun asimile olmasına izin vermiyor. Kimse kimseye kendi yaşam biçimini diğerine dayatamıyor. Kimseye ‘madem Kanada’ya geldiniz, buranın törelerine uyacaksınız’ denemiyor. Caddeler, kendi ulusal kimliklerini yansıtan giysileriyle serbestçe dolaşan, kendi dillerinde konuşan, kendi lokantalarında yemek yiyen, kendi okullarına giden, kendi dükkanlarından alışveriş yapan milyonlarca insandan oluşmuş bir maskesiz balo, bir insan cümbüşü.
Hep adını duydunuz, ama bir türlü yemek kısmet olmadı… Macar gulaş mı dediniz? Hemen köşe başında bir Macar lokantası var, şurada, Türk dönerciyle Thai restoranın bitişiği. Viet-nam’lıların yemeklerinde kullandıkları malzemeler mi? Tabii hepsi orjinal, hepsi taze, Viet-nam’dan yeni geldi. Tabii, hepsini kentin her yanına dağılmış düzinelerce Viet-nam mağazasında bulabilir, evde kendiniz de pişirebilirsiniz. Aynı lezzeti yakalar mısınız, onu bilemem.
Orası mı? Küçük İtalya. Şehirdeki bütün İtalyan’lar orada mı yaşıyor? Yoo, burası ilk İtalyan göçmenlerin geçen yüzyıl başında Kanada’ya geldiklerinde yerleştikleri bölge. Şimdi sayıları yüzbinin üzerinde olan İtalyanların sığabileceği bir semt bulabilmek olanaksız Toronto’da. Halılar mı? Evet, gerçek İran. Şu caddenin karşısındaki Kmer tapınağının yanında Jamaikalıların bir dans salonu var. Hayır, sağdaki değil, orası Sudan’lıların, sol tarafta.
Burası downtown Toronto. Dünyanın en yüksek kulesi CN Tower’dan yalnız Toronto’yu değil, hemen yanıbaşımızdaki Mississauga’yı, Oakville’i, Burlington’u, Ontario gölünün karşı yakasındaki çelik şehri Hamilton’u da görebilirsin. Evet, bir atnalı gibi gölün etrafını çeviren sanayi şehirleri nedeniyle bölge Golden Horseshoe diye anılıyor. Kanada’nın kalbi burası, Kanada’nın can suyu buradan pompalanıyor.
Belediye otobüsünün sürücüsü mü? Hiç Sikh görmemiş miydin daha önce? Evet, o bir Sikh. Toronto’da binlerce Sigh yaşıyor. Tabii ulusal kıyafetiyle devlet hizmeti yapmasına izin veriliyor. Burası Toronto man… Herkes inanışının gerektirdiği şeyleri yapmakta özgür. Burada kimse bir Arap’ın ulusal kıyafetleriyle gündelik hayatını sürdürmesini, ulusal kimliğini özgür ve sınırsızca sergilemesini yadırgamıyor, takım elbise giymeyi ya da kravat takmayı bir uygarlık göstergesi olarak kutsamıyor. Bunların hepsi Haklar ve Özgürlükler Kontratı ile güvence altına alınmış durumda.
Kışlar hakikaten soğuk oluyor. Ne mi yapıyoruz? Nasıl da unuttum, tam ayağının altında koskoca bir şehir daha var. Evet, evet. Tam üzerine basıyorsun. Toronto’nun bütün uçlarını birbirine yeraltından bağlayan metro ağı, downtown bölgesinde caddeleriyle, sokaklarıyla kışın en dondurucu günlerinde dahi üzerinde sadece bir kısa kollu gömlek ya da bluzla saatlerce dolaşarak bitiremeyeceğin bir kente dönüşüyor. Tabii, şu gördüğün bütün binalardan, Eaton Center’dan, belediye sarayından, heryerden aşağıya ulaşabilirsin. Ama korkma, burası kutup değil, hiçbir zaman dışarıda durulamayacak kadar soğuk olmuyor.
O Queen’s Park’ta güneşlenen çift mi? Yanılmadın, onlar yerli. Aslında onlarda göçmen sayılır. Bering boğazının bir kara parçası halinde Asya ile Amerika’yı birbirine bağladığı dönemlerde bu topraklara göçmüşler, hatta taa Güney Amerika’ya kadar inmişler. Ama bu ülkenin gerçek sahipleri olarak bugün bazı imtiyazları var. Örneğin alış veriş yaparken bizim ödediğimiz vergileri ödemiyorlar. Kendi rezervasyon bölgelerinde, kendi yasaları ile yaşıyorlar. Toronto ismi de yerli dilinden alınma, ‘toplanma yeri’ anlamına geliyor.
Haklısın, her yer park burada. Bütün semtlerin sokak aralarındaki irili ufaklı sayısız parkların yanında, High Park, Downsview ve Ross Lord gibi düzinelerce, kendini bir yağmur ormanında hissedeceğin devasa parklarımız var. Ama burada park aramak yersiz, bütün okul bahçeleri, büyük binaların çevresi, hatta her evin önü ağaçlık, çiçeklik, park… Kilometrelerce yemyeşil golf sahaları kuşkusuz dahil değil bunlara. Kamp mı yapmak istiyorsun? Tabii şehir dışına çıkman gerekmiyor, kur çadırını Glenn Rouge’da bu akşam. Kano da kiralayabilirsin, fakat dengene dikkat et, suya düşme.
Ben de senin gibi arabalardan nefret ediyorum, ama burada çok şanslıyız. Toronto’da bisiklet sürücüleri için özel olarak yapılmış yüzlerce kilometrelik bir bisiklet yolu ağı var. Ne araçlar seni huzursuz ediyor, ne de sen yayaları rahatsız ediyorsun. İstersen şuradan bir Toronto Bisiklet Yolları haritası alalım, çantanda bulunsun.
Toronto’ya özgü olup başka yerlerde bulamayacağın bir şey mi? Burada öyle yüzlerce yıldır ayakta duran etrafı hendeklerle çevrili kalelerimiz, dünyayı titretmiş kralların saltanat sürdüğü görkemli saraylarımız, baktıkça ‘insanlar bunu o zamanın teknolojisiyle nasıl yapabilmiş’ diye seni hayrete boğan piramitlerimiz, tavanlarına bakarken başını döndüren kervansaraylarımız, antik çağlardan kalma devasa anıtlarımız yok. Ama burada dünya var, çok-kültürlülüğün dünyanın bütün renklerinden taşlarla döşenmiş, yeryüzünün bütün desenlerini yansıtan ve herkese kendisini ‘evinde’ hissettiren bir mozaiği var. İşte bu Toronto’yu Toronto yapan, onu bütün evrende eşsiz kılan…