Başar KURTBAYRAM – 2002 yılının ilkbaharını Cezayir’in başkentinde geçirdim. O zaman aldığım notları derlemek şimdiye kısmet oldu. Cezayir’in kıyıları yeşil ama kıyıdan 200 km içeride çöl başlıyor ve sonra Sahra’nın içine kadar alabildiğine uzanıyor. Ülkenin boyutları Türkiye’nin 3 katı ve nüfus 30 milyon kadar. Ülke genel olarak 80’lerin Türkiye’sine benziyor. Fazla büyük bir ekonomisi yok, yüksek bir işşizlik var (%30’larda). Petrol gelirinden kaynaklanan 10 milyar dolar ticaret fazlaları var, ama ülkede fazla yatırım görülmüyor, çoğu bina Fransızlardan kalma. Beklentilerimin tersine hiçte Arap ülkesine benzemiyor, kapalı kadın bulabilmek o kadar kolay değil. Araplarda aralarında Fransızca konuşuyor. Tabii bütün gazetelerde Fransızca. Bakkallarda diğer Arap ülkelerinin tersine bira ve şarap açıkça satılmakta. Şehirde sürüsüne bereket Fransız lokantası var. Şehre 3 günde bir su verilebiliniyor. Çok sıcak değil hemen hemen Antalya ile başabaş.
91 yılından beri yoğun bir terörizm sorunları olmuş, radikal İslamcılar ve güvenlik kuvvetleri çatışmasının yüzbin kişinin hayatına mal olduğu söyleniyor. Bunun üzerine birde Berberi-Arap çatışması tuz biber ekmiş. Şehirde adım başı polis var, her otelin girişinde yoğun arama yapılıyor ve ana caddelerde durmak yasak: bombalamalardan korunmak için. Şehirlerarası yollarda bizim doğuda olduğu gibi yol kesme ve adam öldürme olayları olduğu için karanlık bastıktan sonra yolculuk edilmemesi isteniyor ( zaten bazı yolları polis kapatıyor). İşsizlik yüksek olduğu içinde soygun olayları fazla. İnternet’e bağlanmak zor (hat düşüyor) ama mümkün. Şehir genel olarak güzel görünümlü ama bakıma ihtiyacı var.
Hemen her şey devlete ait, evler, binalar, şirketler. Halk için lojmanlar çok gözde; ortalama maaş 100 dolar civarı ve ev kiraları ortalama 100 dolardan başladığı için herkes devletten lojman istiyor. Devlette vatandaşa sırayla lojman dağıtıyor. Ama 10-15 sene beklemek olağan.Bundan dolayı insanlar lojman olana dek evlenememekten şikayetçiler. Telefon içinde aynı durum geçerli ;uzun süreler beklenmekte. Şu anda yaklaşık 120 bin GSM abonesi var. 400 bin kişide cep telefonu aboneliği için beklemede.
Cezayir’deki Osmanlı egemenliği birkaç eserde ve semt isimlerinde halen yaşıyor birkaç semt ismi şöyle; Brahim Dey (yani İbrahim bey), Mourad Rais, Dely Brahim (Bu da Ibrahim in deli olanı), Oruj Rais (Oruç reis).
YEME İÇME
Dükkanlar çok ufak, bakkal dükkanları genelde 7-8 metrekareyi aşmıyor. Bakkallar yerden tavana kadar mal dolu oluyorlar. Bir şey isteyince mucizevi bir şekilde dolabın arkasından, tavanın hemen yanındaki bir raftan ya da yumurtaların altındaki bir dolaptan çıkıveriyor.
Bizdeki kebapçı neyse burada pizzacı o. Özelllikle şehrin alışveriş caddesi Didoche Mourad üzerinde abartmasız 30 metrede bir pizzacı var. Gördüğüm diğer Arap ülkelerinin tersine lokantalar yeteri kadar temiz (çok temiz demedim) , şimdiye kadar midem hiç bozulmadı.
Erkeklerin gittiği kahvehaneler elbette burada da var ancak bizdeki kadar çok değil. Türk kahvesi olayı yok ama yaşasın ekspresso (bir fincan ekspresso 10 Dinar yani 200bin TL kadar) , çayı çok açık ve çok şekerli içiyorlar. O kadar ki şekersiz çay istemek mümkün değil, kafadan şekerli geliyor yanında şeker dolu bir tas daha oluyor, hani yetmezse daha da koyun der gibi. Naneli çayları güzel, normal çayın içine taze nane yaprakları atılıyor, ince ağızlı bir çaydanlıktan ufak bardaklara söyle yarım metre tepeden hafif gösteri ile birlikte dökülüyor. Bardakları da bizim çay bardaklarından daha küçük ve daha süslü şeyler. Yerel içeceklerden Selecto diye bir kola türevinden bahsetmeden geçemeyeceğim, tadı kola kokusu tiner! Sokakta gizli gizli koklayana rastlamadım ama sadece kokusuna bakılırsa olması lazım. 10-15 çeşit şarap var ve çok ucuz, iyileri 3 milyona falan, köpek öldürenlerin fiyatına baktım 500 bin – 1 milyon arası. İyi restoranlarda Fransız şarapları da var ama gümrük vergilerinin çok yüksek olması nedeniyle onları içmek her babayiğidin harcı değil. Tekel bayileri geç saatlere kadar açık, ithal ve yerli biraları var. Otelin bulunduğu yerin karşısında 3-4 tane bar var. Haftasonları bayağı doluyor, gece yarısından sonra insanlar sallana yuvarlana dağılıyorlar.
Ekmekleri güzel ve adım başı bulunan fırınlara dalmamak zor.Tatlı kültüründe doğuyla Fransızlar arasında kalmışlar. Değişik tatlıları var, Cezayir’e kadar hiç çikolatalı baklava yememiştim örneğin.
ŞEHİRDE KISA BİR GEZİ
8-10 tane küçük sinema var. Haftanın her günü tıkış tıkış dolu olan iki alışveriş caddesinde Cezayirli kadınları daha çok vitrin gezmesi yaparken görmek mümkün. Kentin lüks semtlerinden Hydra’da 24 saat açık Lunch ve McKiki’de paralı gençleri her daim görebilirsiniz. Buralara Motor tutkusu yeni ulaşmaya başlamış, fazla motor yok, olanlarda zaten bu iki yerin kapısında park edilmiştir herhalde.
Biz şehrin batısından başlayıp merkezine kadar kısa bir gezi yapalım. Kentin batı kısmında devletçe inşa edilmiş turizm kompleksleri var; Zeralda ve Sidi Fredj. Bunlar özellikle hafta sonları dolu oluyorlar. Sidi Fredj de açık hava restoranları, dondurmacılar, çöp şişçiler ve bir yat marinası var. Zeralda (ki bizim otelin olduğu yer) da barlar, restoranlar ve bir at çiftliği var. Akşamüstleri insanlar at kiralayıp kumsalda dolaşıyorlar, iyi hoşta atlar boş durmuyorlar. Sahilin bazı kesimleri at pisliğinden kahve rengine dönmüş. Sahil 5 kilometre uzunluğunda ve pek temiz değil. Gecen hafta sıkı bir fırtına sonrası sahilde yürürken jilet, don, çocuk bezi gibi oraya ait olmaması gereken maddeye rastladım. Herhalde yaza kadar temizlerler. Bu yukarıda anlattığım yerler genelde bakımlı değil, orta direk turist mekanlarına benziyor.
Sidi Fredj den 5 dakikalık yoldan sonra Staouli semti var, burada da paralel iki cadde üzerinde 30 civarı restoran ve dondurmacı. Dondurma yapmayı çok iyi kapmışlar, çok lezzetli. Şehre doğru gitmeyi sürdürürsek önümüze Cheraga çıkıyor, girişte tipik bir Akdeniz kasabası görüntüsü hemen bizi sarıyor. Semtin diğer ucu ise tam tezat bir şekilde sosyalist yapılar cenneti ; Bloklar bloklar bloklar. Devletin yaptırdığı tamamen işlevsel sosyal konutlar bunlar, sadece oturmak için bakmak için değil. Bakmadan geçelim bizde, 10 dakika sonra Bab El Qued’deyiz. Anlamı Islak Ağız yada Islak Kapı gibi bir şey. Geçen seneye kadar şehrin iyi yerlerinden biriymiş, 10 dakikalık yoğun yağmur sonucu tam 700 kişi ölmüş! Islak kapı’da oturanlar çamurda boğulmuşlar. Bab El Qued’den sonra şehir merkezi 5 dakikalık yol. İş çıkışı sıkıysa 5 dakikada gidin, en az 45 dakika sürüyor. Etrafta akın akın insan; bölgedeki üniversiteden kızlı erkekli gruplar, büyük çoğunluğu devlet memuru olan çalışanlar, sahradan gelen ve giysileri ile tamamen farklı bir görüntü çizen çöl insanları.
Artık merkezdeyiz, etraf eski Fransız koloni tipi binalar dolu. Buranın fotoğrafına bakan kendini Paris’in bakımsız bir semtinde sanabilir, sokaktaki insanlarda bu fotoğrafta iğreti durmazlar. Kadınlar Cezayir şehrinde günlük yaşamda her yerlerdeler, eve kapalı değiller. Ancak Cezayir’in iç bölgelerinde geleneksel yaşam hiç değişmeden devam ediyor. Şehrin bazı semtlerinde kırsaldan gelenler daha yoğun yaşıyor . Buralarda farklı düşünce yapısını fiziken giysilerinde görmek mümkün. Merkezden denizi solumuza almaya devam ederek araba sürmeye devam edelim, karşımızda botanik bahçesi. Bahçenin hemen arkasında en yukarıda Sanatçılar Köyü var. Bu noktada coğrafya birden değişiyor sert kayalık hale geliyor ve yukarı doğru neredeyse 90 derecelik bir açı ile tepe başlıyor. Hadi atlayın teleferiğe (şanslıysanız çalışıyordur), yukarıdasınız, tüm şehrin en iyi gözüktüğü yerlerden biri. Solunuz merkez, sağınız ise endüstri bölgesi ve havaalanı. Çok dolaştık di mi? Yorulanlar çay bahçesinde naneli çaya buyursunlar, acıkanlar pizza yiyebilir ya da benim şimdi yapacağım çöp şişçilere dalıp patlayana kadar yiyebilir.