Serra GÜRÇAY – “Bir şehir düşünün ki, sarp dağların eteğine kurulmuş, rengarenk bir bitki örtüsüne bürünmüş olsun… şarap bağlarından gelen ılık esintiyi okyanustan gelen hoyrat rüzgarlar kucaklasın… Senenin her günü güneşli bazen rüzgarlı bir Akdeniz iklimi tadında olsun… Öyle bir şehir düşünün ki doğal güzelliği hiç bozulmamış olsun… ama yaşam büyük bir metropolün sunduğu çeşitlilik, heyecan ve renkten de yoksun kalmasın…”
Evet… eğer böyle bir şehrin hayalini kuruyorsanız, hayallerinizi süsleyen şehir Güney Afrika’nın en ucunda, Ümit Burnunun (Cape of Good Hope) hemen yanı başındaki Cape Town’dan başkası değil. Her şeyi bırakın bir yana, Cape Town’ı diğer sahil şehirlerinden farklı kılan bir özelliği de şehrin uzaktan baktığınızda sanki Masa Dağlarının eteklerinin altına girmiş okyanusun azgın dalgalarından saklandığı izlenimi vermesi… Cape Town’u diğer şehirlerle karıştırmak pek kolay değil, şehrin çok belirgin bir silueti var. Şehrin çehresi Masa Dağları (Table Mountains) ve yanı başındaki Şeytan Tepesi (Devil’s Peak) ve Aslan Kafası (Lion’s Head), uçsuz bucaksız şarap bağları, Cape Dutch mimarisinde yapılmış evler (Hollanda mimarisinin Afrika iklimine uyarlanmış hali) ve hayal ötesi bitkiler ile tamamlanıyor.
Francis Drake 1580’de bu toprakları ilk keşfettiğinde gördüklerini şöyle ifade etmiş: “Şimdiye kadar dünyanın tüm çevresinde gördüğüm en heybetli ve güzel burun”…
Doğal güzelliklerinin yanı sıra bu şehir, değişik merakları olanları da aynı çatı altında topluyor. Cape Town moda, dizayn ve mimari açıdan güney yarım kürenin ilk akla gelen adresi olduğu gibi…. Sunduğu çeşitlilikle surf’den , dalgıçlığa, trekkingden, dizayn harikası golf sahalarına, şarap ve yemek meraklılarından, renkli gece hayatıyla clubberların, eşcinsellerin ve dünyanın dört bir yanından buraya gelip yerleşen emeklilerin tüm ihtiyaçlarını karşılıyor.
Cape Town yapılan araştırmalar sonucu çoğu batılının emekliliğinde yerleşmeyi hayal ettiği şehirlerin başında geliyor. Bir kere iklim tam kıvamında, yazın 30 – 35 dereceyi nadiren geçiyor, kışları ise 15 derece civarında ve güneş yüzünü hiç eksik etmiyor, üstelik emlak fiyatları ve genel olarak hayat oldukça ucuz …
Siz şehrin canlılığına kendinizi kaptırmış giderken, doğal yaşam ve canlılar da size kendilerini hiç beklenmedik yerlerde hatırlatmayı ihmal etmiyorlar. Öyle ki, şehrin en renkli ve kalabalık yeri olan Waterfront’da sokak konserlerini izlerken ve Afrika Jazz’ını tam keşfe çıkmışken, yanı başınızda beliren bir fok balığını, denizden kafasını uzatmış sizden yiyecek isterken yakalamanız mümkün… Veya şehrin en popüler ve şık koylarından Camps Bay’de salına salına yürürken ağaçtan sarkan bir maymunun attığı meyve kabuklarına hedef olabilirsiniz…
Penguenlerle beraber yüzmek
Peki…bunların hepsi olabilir daha değişik bir şeyler yok mu diyorsanız eğer…. durun daha devamı var…Siz hiç 30 derece sıcakta penguenlerle birlikte kumsalda güneşlenip birlikte denize girdiniz mi? İnanılmaz gibi gözüküyor ama bu tecrübeyi de Cape Town’a yarım saat uzaklıkta Boulder’s Bay’de yaşayabilirsiniz. Bu kumsalı kendilerine yuva olarak seçen Afrika penguenleri, bildiğimiz penguenlerden birkaç santim daha küçük ve tüyleri renk ve doku olarak eşek postunu andırıyor, bu yüzden eskiden “eşek penguenler” (jackass penguins) diye anılıyorlarmış. Bu penguenler insanlarla birlikte denize girmeye o kadar alışmışlar ki neredeyse gelip plajda havlunuza oturup sizinle birlikte güneşlenecekler…
Şimdilik CapeTown’a biraz tepeden bakıp, genel bir havasını kokladık, yakında aşağıya inip sokak sokak gezip, şaraplarından tadacağız, etnik kültürüne ve siyahların yaşamına bakacağız…
Eğer Afrika’yı gezip de Cape Town’a gelenlerdenseniz, bu şehir sizi ilk görüşte şaşırtacak ve tam olarak nasıl sınıflandıracağınızı bilemeyeceksiniz…
Bir kere Cape Town daha önce görmüş olduğunuz Afrika şehirlerinden çok farklı. Burası ne Afrika’ya ne Avrupa’ya benziyor. Bu şehir birçok karışımı bünyesinde barındıran, karışımların birbiriyle etkileşimi sonucu doğan sihirli bir lezzet taşıyor. Cape Town’da dolaşırken beyaz ve Hintlilerin çokluğu sizi şaşırtabilir. Güney Afrikalı zengin beyazların çoğu Cape Town’da yaşıyorlar, burası Güney Afrika’nın diğer büyük şehirlerine göre daha güvenli. Sahil şeridinde gezerken kendinizi kimi zaman İstanbul boğazında sanabilirsiniz. Dik yamaçlara konuşlanmış okyanus manzaralı lüks apartmanlar, çoğu üstü açık arabalar, koşan, yürüyen veya endam sergileyenler size çok tanıdık gelecek.
Cape Town doğası, iklimi, mimarisi ve kültürüyle sizi kolayca büyüleyip kendine bağımlı kılacak bir şehir, Cape Town’a ayak basan herkes kısa bir süre sonra kendini bu şehrin bir parçası gibi hissediyor. Cape Town, İngiliz, Hint, Hollanda (Afrikaner) ve siyah Afrika kültürlerini gelenlere, gümüş bir tepside, en iyisinden bir şişe Güney Afrika şarabı eşliğinde sunuyor….
Diyelim ki Afrika’nın ucuna kadar geldiniz ” Bu kadar yolu yaptık, bari ilginç bir şeyler görelim de dönünce ballandıra ballandıra anlatacağımız bir şeyler olsun !!!” diyenlerdenseniz hiç merak etmeyin tam yerine geldiniz…. Detaylı bir incelemeyle, değil eşe dosta, ilerde torunlarınıza anlatacak kadar çok malzeme var bu coğrafyada, sıkı durun turumuza başlıyoruz….
Robben Adası
Güney Afrika’ya ve özellikle Cape Town’a gelmeden önce, bu ülkeyi ve insanlarını anlamak için biraz tarih kitaplarını karıştırmakta yarar var. “Apartheid rejimi”, “Nelson Mandela”, size sanırım bu topraklarda yaşananlar ile ilgili gerekli ipuçlarını verecektir. Bu cennet şehir, şimdilerde dünyaca ünlü ve demokrasi denince ilk akla gelen isimlerden olan, siyah lider Nelson Mandela için 27 sene süren bir hapis hayatı anlamına geliyor. Şehrin hemen yanı başında duran Robben adası dünyanın en meşhur hapishane adalarından biri….Güney Afrika’nın demokrasiyle tanışmasının her adımı işte bu adada günlerini dolduran lider tarafından planlanmış. Şimdi bu adaya her saat düzenlenen turlarda hücre hikayelerini dinleyebilir adayı sık sık ziyaret eden Afrika penguenlerini de görebilirsiniz. Adayı bırakıp şehre geldiğinizde senelerce yapılmış bu demokrasi mücadelesinin nedenlerini de dikkatli bir göz hemen fark edecektir.
Beyazların mutlak üstünlüğünü savunan, siyahları sömüren ve ırkların birbiriyle karışmasını yasaklayan apartheid rejiminin izlerini, şehirdeki yerleşim alanlarına bakıldığında hala görmek mümkün…
Neşeli Evleriyle “Müslüman Mahallesi”
Bu ülkede ne beyazdan ne de siyahtan sayılan Hintliler “colored” olarak adlandırılıp asırlarca melez muamelesi görmüşler. Siyahlara göre daha avantajlı sayılan bu ırk, demokrasiye adım atıldıktan sonra “orta sınıf”ı oluşturmaya başlamış. Geleneklerine, örf ve adetlerine sıkı sıkıya sarılıp yaşayan bu topluluk, şimdilik demokrasiden en çok yararlanan sınıf olma özelliğine sahip.
Şehrin ileri gelen Hintli ve Müslümanlarının yaşadığı Bo Kaap mahallesi, şehrin merkezinde uzun seneler Müslümanların mabeti olmuş.. Cape Town’a ilk esir ticareti sebebiyle ayak basmış olan Müslümanlar çoğunlukla Hindistan’dan getirilmiş, arada Malezya’dan da gelen olduğu için Cape Town’lu Müslümanların ismi “Cape Malay” olarak kalmış. Bo Kaap mahallesi camisi ve rengarenk bakımlı evleri, dar ve yokuş sokakları, baharat kokan küçük lokantalarıyla şehrin renkli ve görülmeye değer bir mahallesi. Cape Town’a damgasını vurmuş olan bu mahalle düzenli, temiz ve neşeli evleri ile alışılmadık bir Müslüman mahallesi profili çiziyor.
(Ne yazık ki Avrupa’daki çoğu Müslüman mahallesi, şehrin en güvensiz ve karmaşık yerleşim alanlarından sayılıyor)
Siyahların Değişmez Yazgısı: Township’ler (Gecekondu mahalleleri)
Cape Town havaalanından şehre doğru ilerlerken, size İstanbul’u hatırlatacak bir görüntüyle karşılaşacaksınız.Gecekondu mahallelerinin çokluğu…sizi ilk anda şaşırtabilir, fakat unutmayın ki bu topraklara ayak basarak, dünyanın en adaletsiz gelir dağılımına sahip ülkelerinden birine geldiniz, Güney Amerika’da olduğu gibi Güney Afrika’ da da bu farkı çok net göreceksiniz. Gecekondu mahallelerinden geçerken göreceğiniz sefalet izleri, şehir merkezine yaklaştıkça kendini sefahat ve planlı yapılaşmaya bırakıyor. Bizim gibi şehirlerin her iki yüzünü de tanıyanlar için manzara pek de şaşırtıcı değil, tek farkla, dudaklarınızdan “Neyse bizim gecekondulardan daha kötüsü de varmış” kelimeleri dökülecek…
Tatile gelmişsiniz, gece kondu hayatı ile içinizi sıkmayı düşünmüyorum, ne de olsa sefalet her yerde aynı….Bu topraklardaki tek farkı, sadece 10 yaşında bir demokrasi ile sefaletin adresi hala değişmemiş…bu kavram siyah ırkın peşini kolay kolay bırakmayacağa benziyor. Yine de olumlu gelişmeler yok değil. Belli örgütler, Afrika el sanatlarına modern bir yaklaşım getirerek, “atık”lardan oluşturulan “Afrika Pop Sanatı” diye adlandırılan bir akım başlatmışlar. Eski telefon kablolarından yapılan son derece şık çanaklar, çengelli iğnelerden takılar, konserve kutularından oyuncaklar ve renkli boncuklardan aklınıza gelebilecek her türlü eşyaya kadar… Cape Town orijinal hediye arayanlar için bir cennet. Projenin en iyi yanı da tüm bu objelerin gecekondu mahallesinde yaşayan yoksul kadınlar tarafından yapılması. Sakın bu sanat eserlerinin çok ucuz olduğunu sanmayın, Güney Afrika’da kabul edilebilir fiyatlarda olmalarına karşın, bu “atık” sanatı New York ve Londra’da en pahalı ve dizayn mağazaları süslüyor…
ŞARAP BAĞLARI
Gelelim Güney Afrika şaraplarına…buraya gelip de şaraplardan tatmadan gitmek olmaz. En başta belirtmek gerekir ki bu ülkede şarap çeşidi bol, hepsi de belli bir kalitenin çok üstünde ve fiyatları da çok makul. Böyle olunca içmemek için bir neden kalmıyor. Eğer şarapla başınız hoş değilse yine de şarap bağlarını gezmenizi tavsiye ederim. Bu bağların konumu, eşsiz güzellikteki peyzaj mimarisi, binaların yapısı insanı sarhoş etmeye yetiyor. Bir de her bağın kendi şaraplarından sunduğu “Şarap tatma” ritüellerine katılırsanız kendinizi kaptırıp geceyi orada geçirebilirsiniz. Bu işin püf noktası her sunulan kadehten sadece bir, iki yudum almak arada peynir veya krakerlerden de atıştırmayı unutmamak…Eğer kendinize bu konuda güvenemiyorsanız bu bağları bir şöför eşliğinde gezmenizi tavsiye ederim, eğer şehirde kalıyorsanız şarap bağları merkeze en az yarım saatlik araba mesafesinde…
Şarapçılık, 300 sene önce, Fransa’daki dini baskıdan kaçan “Huguenot” diye adlandırılan Protestan Fransızların, Hollanda üzerinden Cape Town’a kaçması ile başlamış. Ne var ki, şarapçılık bu ülkede sadece 1994’den sonra ivme kazanmış. Güney Afrika’da yaşanan politik ve demokratik değişimler sonucunda bu ülkeye uygulanan ticari ambargoların 1994’teki demokratik seçimlerden sonra kaldırılması, şarap üreticilerinin dünyaya açılmasını sağlamış. Bu topraklarda asırlardır süregelen şarapçılık ülkenin politikası yüzünden dışa açılamamış ve uzun süre uyuyan bir dev olarak kalmış.
Şimdilik Güney Afrika şarapları dünya şarap üretiminin sadece % 3’ünü oluşturuyor, Güney Afrika dünya şarap üreticileri arasında ilk % 10’da yer alıyor. Güney Amerika ve Avustralya şaraplarıyla birlikte Güney Afrika şarapları dünyada yükselen bir yıldız durumunda…Üretimin % 80’i kırmızı şarap olmasına rağmen, köpüklü şarap konusunda da çok başarılılar, şampanyadan hiç farkı olmayan köpüklü şarapları burada ısmarlarken “Cap Classic” demeniz yeterli. Klasik Fransız şampanyasının onda biri fiyatına aynı kalitede içeceğiniz “Cap Classic’ler”bu seyahatte favori içkiniz olabilir.
Cape Town’ı şarap üretiminde ve kalitesinde başarılı kılan en önemli özellik bu şehir ve çevresinde bulunan toprak ve iklim çeşitliliği. Bu coğrafyada kireçtaşından, kuma, granitten kile kadar her çeşit toprak bulmak mümkün. Sarp dağlar, vadi ve nehir yatakları gibi farklı coğrafi özelliklerin yan yana yaşadığı bu yıllanmış topraklar, şarap üretiminde farklı tatların ortaya çıkmasını sağlıyor.
Görülmesi gereken şarap bağları:Groot Constantia, Boschendal, Morgenhof
En iyi şaraplardan seçmeler: Vergelegen, Morgenhof, Neil Ellis, Saxonburg
Şarap fiyatları: $ 10 – $ 20
Cape Town’dan ayrılırken, size günlerin yetmediğini görecek, daha görmedik çok şey olduğunu düşünecek ve büyük ihtimalle bir sonraki gelişinizi planlamaya başlayacaksınız. Cape Town insanın kanına giren, sarhoş eden ve her nereye dönerseniz dönün, dönüş yolunu hüzünlü kılan bir şehir.
İyi Yolculuklar