Geceleri tavernalı sokaklarında ouzolar içilen, sevdiklerine binbir ağıtlarla o güzel buziki eşliğinde aşk şarkıları söylenen, sa ga por matia mou, agapi mou, moro mou!! dizelerinin çoğunlukta olduğu şarkılı bir dili dinlerken dalıp gidersiniz Atina’da… Geceleri tavernalı sokaklarında ouzolar içilen, sevdiklerine binbir ağıtlarla o güzel buziki eşliğinde aşk şarkıları söylenen, sa ga por matia mou, agapi mou, moro mou!! dizelerinin çoğunlukta olduğu şarkılı bir dili dinlerken dalıp gidersiniz Atina’da… Mitolojideki tanrılarının tanrıçalarının hikayeleri gelir aklınıza birden. Şehrin ortasında hala tanrısallığını koruyan Acropolis’e bakıp Zeus’un gücünü hissederseniz… Zeus kızmasın, ağrılara acılara düşmesin bu güzel şehrin başına bir iş açmasın diye bulursunuz kendinizi o hikayelerin içerisinde… Hafif bir meltem eser Ege’den karaya doğru… belli ki deniz tanrısı Poseidon gücendirilmemek istemektedir, bir de gelip benim güzelliğime kıyılarıma bakın der gibi… Aphrodite bir başka şey fısıldar kulağınıza, Eros bir başka… Yer, Gök, Deniz, Aşk, Adalet, Savaş, Düzen… her şey o mor şehirde bir yerlerde size bir şeyler anlatmak içindir.
İşte o an bir tutam baharat kokusu gelir burnunuza ve o kokuyla gelen anılar canlanır gözlerin ötesinde. Atina’nın en eski bölgesi diye bilinen Plaka’da ufak bir tavernada oturup yediğiniz souvlaki’de ararsınız o özlenen baharatın tadını. Acropolis’in gölgesindeki Plaka’da her şey zaten biraz vatanınız gibidir, ister istemez geliverir insanın aklına özlemleri, yaşanmışlıkları ve yaşanamayışliklar…
Monastiraki’nin önünden geçip yürürsünüz sonra… şu an kütüphane olarak kullanılan şehrin merkezindeki bu büyük yapıda Yunan filozofları gelir aklınıza ve siz de ararsınız belki hayatınızın felsefesini bunları düşünürken…
Ama çok düşündürecekse sizi bu hayatın cevapsız soruları, Kolonaki ve Lykavitos’da kalabalığa karışır alışveriş deliliğine kaptırırsınız kendinizi. Ama Plato’dan beri Euro’nun değeri yükseldiğinden biraz el yakabilir bu alışverişler ona göre! Çünkü en pahalı yerleri diye bilinir bu şehrin ortasındaki sokaklar.
Siz yollarda böyle gezinirken aniden karşınıza küçük kubbeli eskilerden kalma, çoğu şu an kullanılmayan Ortodoks kiliseleri çıkar. Açıksa mutlaka içerisine bir girip bakın derim. İkonları, süslemeleri ve oturma şekilleriyle Ortodoks kiliseleri diğer mezheplerinkinden daha farklıdır ve görmeniz gerekir. Gördüğünüzde zaten daha iyi anlayacaksınız belki de Türk Mimarisinde Aya Sofya’nın (Hagia Sophia) değişen yüzünü…
Bir de Atina merkezine çok yakın bir başka liman bölgesi vardır oraya kadar gitmişken uğramanıza değecek: Pireaus. Buradaki iki liman bugünde halen Türk isimleriyle bilinmektedir; bunlar Türk Limanı ve Paşa Limanı. Bu limanların etrafında özellikle geceleri çok güzel balık lokantaları vardır balık sevenler için.
Bu arada hatırlatmakta yarar var, herhangi bir şekilde Yunan yemeklerini ısmarlamakta ya da yemekte zorluk çekmeyeceğinizi temin ederim. Çünkü bir çoğunun ismi Türkçeye çok yakın ya da Türkçeden Yunancaya geçmiş kelimeler. Örneğin Sadziki -cacıki diye okunuyor- bizim cacık tabi ki, keftedes -bu da köfteye çok yakın bir şekilde telafuz ediliyor. Dolmades -dolmayi diye okunuyor, dolmanın ta kendisi! Mousaka -musakka, souvlakia -şiş kebap, midia -midye, garides -karides, kalamarikia -kalamar, karpuzi -karpuz, ve liste işte böyle uzayıp gidiyor. Kim kimden hangi kelimeyi, yemeği almış onun tartışmasına girmeyeceğim burada ama her şey çok bizden ve çok alıştığımız gibi, tabi bir o kadar da farklı bir yönü var ki o da bildiğiniz şeyleri benzeyen isimlerle başka bir memlekette yemenin keyfi.
Şu aralar Atina, 2004 Olimpiyat Oyunlarına ev sahipliği edeceğinden şehir genelinde olimpiyatlar için büyük bir hazırlık devam etmekte. Özellikle de ilk olimpiyatların yapıldığı yer olması bu organizasyona daha da farklı bir önem vermekte, bu yüzden de şehir neredeyse yeniden yapılandırılmış durumda. Çoğu yerde 2004 Olimpiyatlarıyla ilgili t-shirt, şapka, kalem olimpiyat logolarıyla dolu vs. satan yerler bulunuyor, bu işe çok para harcandığı ve bunun farklı bir pazar olarak görüldüğü kesin. Atina’nın farklılığını yaşamak isteyip de bu yoğun olimpiyat trafiği yüzünden gitmek istemeyen varsa onlara da Türkiye’den ulaşımın çok kolay olduğu bir Yunan adasını önermek istiyorum: Lesvos (bazı kaynaklarda Lesbos diye de geçiyor).
Ayvalık’tan feribotla 1,5 saat kadar süren ve geceleri karşılıklı ışıklarının görüldüğü bu ada hem Yunan kültürünü yaşamak isteyen hem de kumsallarında tatil yapmak isteyenler için çok uygun. Adanın en büyük ve görülmesi gereken şehri Midill – Mytilini. Adanın başkenti olan Midilli özellikle doğal ürünleri ve zeytinleriyle çok meşhur. Taze ve kurutulmuş ot çeşitleri, zeytin ve zeytinyağı ürünleriyle tam bir Ege adası. Liman kıyısındaki cafelerindeki frappe’nin lezzeti sıcak Ege denizine bakarken sizi serinletiyor. Ya da akşam üzeri yine deniz kıyısında bir restaurantta feta -beyaz- peynirli, bol zeytinyağlı bir Yunan salatası yemek ve yanında soğuk ouzonuzu yudumlamak…
Tüm Yunanistan’da en iyi ve en meşhur ouzo da bu adadaki küçük bir şehirde üretilmekte. İsmi Plomari. Plomarinin en iyi ouzo olmasının sırrı içerisinde hem anason hem de rezene bulunmasından. Rezene midevi bir bitki olduğundan ouzonun içimini kolaylaştırıp sindirim sistemini alkolün etkisinden koruyormuş. Zaten Midilli’de yiyeceğiniz çoğu şey sağlık bakımından çok zengin. Şehirde halen köy yaşamını sürdüren bir çok insan bu doğal ürünleri şehir halkına sağlamakta önemli rol oynuyor. Yolunuz düşerse bu köylerden bir kaçını da görmenizi tavsiye ederim. Halk zaten çok misafirperver ve çoğunun turistlere kapıları açık.
Ayrıca Midilli’de gezerken şehrin merkezindeki görkemli kiliseyi görmenizi ve sokak aralarında rastlayacağınız bazı kalıntı gibi duran tarihi yapıları dikkatle incelemenizi tavsiye ederim. Çünkü şu an bu yıkık dökük gibi duran binaların çoğu Osmanlı zamanından kalma cami, çeşme ya da Osmanlı evleri. Üzerlerindeki Arapça besleme yazısından ya da Osmanlı tuğrasından bu yapıları ayırt etmeniz kolay olabilir.
Eğer ‘uzaklardaysanız’ ya da şu an görme imkanınız yoksa bu Yunan şehirlerini, Eylül ayında Türkiye’de gösterime girmesi planlanan Türk-Yunan ortak yapımı Politiki Kouzina (Bir Tutam Baharat – A Touch of Spice) adlı filmi izlediğinizde bu yazıyı tekrar okuyun. Bir tutam baharatın Ege’nin iki yakasında ne aşklar, özlemler, süprizler yaşattığını izleyin, o büyülü müzikleri dinleyin… Politik nedenlerden dolayı tam anlayamadığımız ya da anlatılamayan Yunan yemeklerinin, müziğinin, geleneklerinin ne kadar bizden, ne kadar bize yakın olduğunu ve insan doğasından gelen farklılıkların da aslında empati ve diyalog yoluyla aşılabilir olduğunu göreceksiniz…
Ve özellikle İstanbul’u anlamak için Yunanistan’ı, Atina’yı anlamak için de İstanbul’un ihtişamını hissetmeniz gerektiğini tekrar anlayacaksınız.
Bir tutam baharat, tarçın ve buse hayatımıza neler katar aslında…
NOT: Mutlaka !! Buzuki’ye gidin –canlı Yunan müzikleri-, Plomari ouzo’sunu tadın, sabah kahvaltısında feta peyniri ve kekikli zeytin yiyin, Acropolis’e çıkın, Plaka’nın arka sokaklarında frappe için! Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne önceden pasaportunuzla giriş çıkış yaptıysanız Yunanistan vize başvurunuzu geri çevirecektir, pasaportunuzu değiştirmeniz gerekebilir, en yakın yetkili kişiye durumu sorun.
Berna HOROZOĞLU