Başka bir dünya: Japonya

Japonya seyahatimiz 17 gün sürdü. Hiç tanımadığımız bir kültürle ilk temasımızda pek çok sürprizle karşılaştık. Kaybolduk, yorulduk, acıktık ama geldiğimize hiç pişman olmadık. Hayatımıza giren en ilginç mekanlarından biri oldu Japonya. Tapınakları, yemekleri ve insanlarıyla… Daha önce hiç karşılaşmadığımız davranışlarla…

Japonya uzun zamandır bizim için bir bilmeceydi. Daha önce birkaç kez gitmeyi denesek de araya giren başka geziler bu planı uygulamaya engel oldu. Sonra pandemi dönemi başladı ve Japonya bizim için tam anlamıyla bir hayal oldu. Geçen seneki seyahat planlarımız da başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Aylar öncesinden yaptığımız planı Japonya’nın seyahat yasaklarını geç kaldırması nedeniyle iptal etmiş, Japonya’yı düşünürken kendimizi Göbeklitepe‘de bulmuştuk. Ama yılmadık, vazgeçmedik. Bu yaz Japonya hedefine çok yaklaştığımızın farkındaydık ve uygun bulduğumuz ilk fırsatta planı hayata geçirdik. Yine her şey son anda oldu. Botsvana, Namibya, Zimbabwe derken kendimizi bir anda Japonya uçak biletlerini alırken bulduk. Eylül ayının son haftasında yaşanan bu hızlı gelişmeden birkaç gün sonra Osaka’daydık.

Gezi 17 gün sürdü. Osaka’dan girdik, Tokyo’dan çıktık. Arada Hiroşima, Miyajima, Himeji, Kyoto ve Nara’ya uğradık. Listedeki her yeri görme şansımız oldu. Gizemli tapınaklarda yürüdük, farklı alışkanlıkları olan insanlarla tanıştık, ilginç lezzetler tattık. Çok eğlendik, çok da yorulduk ama 17 gün Japonya’yı tanımaya yetmedi. Haftaların, hatta ayların bile yetmeyeceğini fark ederek eve döndük. 

Geziyle ilgili tuttuğumuz notları zaman kaybetmeden yazmak istedim. Araya giren günler, yaşadığımız her olay bu maceranın hatırlattıklarını zaman içinde alıp götürecek. Bu notları yazarken Google haritalarındaki zaman çizelgeme sık sık başvurdum. Unuttuğum bazı yerleri hatırlamamda çektiğim görüntülerin faydası oldu. Ama en büyük desteği her zamanki gibi yol arkadaşım, sevgili eşim Yelda’dan aldım. 

Notlar biraz uzun, bazen detaylı ama yaşadığımız her olay bizim için özeldi ve ilerde hatırlamak için kayda geçirmemiz gerekiyordu. 

Japonya Gezi Programımız

  • 1. Gün – (29 Eylül) Dubai’den Osaka’ya varış.
  • 2. Gün – (30 Eylül) Osaka
  • 3. Gün – (1 Ekim) Minoh
  • 4. Gün – (2 Ekim) Koyasan
  • 5. Gün – (3 Ekim) Osaka
  • 6. Gün – (4 Ekim) Hiroşima
  • 7. Gün – (5 Ekim) Miyajima
  • 8. Gün – (6 Ekim) Himeji, Kyoto
  • 9. Gün – (7 Ekim) Kyoto 
  • 10. Gün – (8 Ekim) Nara
  • 11. Gün – (9 Ekim) Tokyo
  • 12. Gün – (10 Ekim) Fuji Dağı
  • 13-17. Gün (11 – 15 Ekim) Tokyo

OSAKA

Dotonbori

Japonya planımızın en önemli bölümlerinden biri ulaşım oldu. Aktarmasız uçuşların fiyatlarıyla aktarmalı uçuşlar arasında büyük fiyat farkları vardı. Zamanımız kısıtlı olduğundan aktarmasız uçuş tercih ettik. 29 Eylül sabahı saat 05:00’te Dubai’den havalanan ve yaklaşık 9 saat süren Emirates uçuşuyla Osaka’ya ulaştığımızda yerel saat 18:00’i gösteriyordu.

İlk durağın Osaka olması uçuş maliyetinden kaynaklanıyordu. Osaka’ya uçup Tokyo’dan dönmekle Tokyo’ya uçup Osaka’dan dönmek arasında önemli fiyat farkı vardı ve biz ilk durak tercihimizi Osaka olarak belirledik. Pasaport kontrolünden hızlı geçtik. Gümrükte zaman kaybetmememizin bir nedeni de daha önceden “Visit Japan Web” sitesinden yaptığımız online başvuru oldu. Sonraki durak Ninja Wifi. Gelmeden siparişini verip ödemesini yaptığımız ve gezi boyunca kablosuz internetimizi sağlayacak paket internet sağlayıcıyı aldıktan sonra sıra tren biletlerine geldi. Japonya’ya giden her turistin yakından bildiği JR Pass denilen tren biletlerimizi tren istasyonundan aldık.

Artık otelin bulunduğu Osaka şehir merkezine hareket etme zamanı gelmişti. Bunun için de ayrı bir bilet almamız gerekiyordu. Kansai Havaalanı’ndan Osaka Umeda istasyonuna gitmek için otobüs dahil pek çok seçenek var. Taksiler de bu seçeneklerden biri ancak Japonya’daki taksi fiyatlarını öğrenince gelmeden bu seçeneğin üstünü çizmiştik. Haruka Ekspress treniyle 45 dakikalık rahat bir yolculuktan sonra Osaka’da kalacağımız süre boyunca konaklayacağımız Hilton Osaka‘ya ulaştık. Ama bu yolculuk çok kolay olmadı. İstasyona kadar bir sorun yaşamasak da yer altındaki dev şehirden çıkıp doğru yönü bulmak zordu. Yaklaşık 12 saattir yoldaydık. Otele gidip iyi bir uykudan sonra yarın ilk keşiflere başlayacaktık.

2. Gün – (30 Eylül) Osaka

Osaka’da uyandığımız ilk sabaha iyi bir kahvaltıyla başladık. Gün uzun, görecek yer çoktu. Umeda istasyonunun karmaşık labirentlerinde gideceğimiz metro hattını bulmak kolay olmadı. Zamanla alışacağımıza olan inancımızı yitirmemeye çalışıyorduk. 

“Yeni Dünya” anlamına gelen Shinsekai mahallesi ilk durağımız oldu. Yüzyılın başlarında parlayan, savaş sonrası unutulan nostaljik bir yer. Merkezinde ünlü Tsutenkaku Kulesi var. Kule etrafında turistik mağazalar ve çok sayıda restoran bulunuyor. Ara sokaklarda Osaka’nın en bilinen lezzetlerinden yağda kızartılmış kushikatsu satan yerler kepenklerini yeni açıyordu. 

Shinsekai’ye gelip Tennoji parkını görmeden olmaz diyen uyarıları dinleyip parka girdik. Şehir gürültüsünden uzakta, doğanın güzelliklerini cömertçe sergiliyor. İçinde hayvanat bahçesi ve şehir müzesi var. Diğer ucunda da bizi Minami’ye (Namba) götürecek Tennoji metro istasyonu bulunuyor. 

Namba, Osaka’nın kalbinin attığı bir yer. Dotonbori‘den Shinsaibashi pasajlarına, Amemura’nın çarşılarından Den Den mahallesine ve Kuromon Pazarı‘na kadar her türlü aktivite burada. Sokaklar kalabalık, restoranlar dolu, herkes sakin ve tempolu… 

Osaka’nın en popüler turistik yerlerinden biri olan Dotonbori’de insan seline karıştık. Ünlü Glico Koşan Adam ve Kani Doraku yengecinin de bulunduğu bu bölge akşamları neon şovlarına sahne oluyor. Kalabalığı seyretmek bile baş döndürüyor.

Shinsaibashi Alışveriş Pasajı ve çevresindeki sokaklar görülmeye değer. Yaklaşık 600 metre uzunluğundaki bu alanda, perakende dükkanlarından pahalı mağazalara kadar her şey var.  Nipponbashi bölgesindeki Den Den Town, Tokyo’nun Akihabara‘sı ile karşılaştırılıyormuş. Her yer manga, her yer anime… Gençler bir mağazadan diğerine koşturuyor. Merak edip peşlerine düşünce kendimizi manga kültürünün merkezinde bulduk. Birkaç mağazaya girip çizgi romanları karıştırdık. Ne okuduklarını ve ne yapmaya çalıştıklarını anlamasak da insanların hareketlerini izlemek güzeldi. Maid cafeler her yerde. Biraz ilerde “Amemura” olarak bilinen alışveriş bölgesi başlıyor. Kafeler, giyim mağazaları ve ucuzluk dükkanlarıyla dolu bu bölgede zaman anlamadan geçti ve kendimizi Kuromon Pazarı’nda bulduk. Taze deniz ürünleri, et, sebze ve meyve satan dükkân ve restoranlarla dolu. Birkaç yüz metre uzunluğundaki kapalı alışveriş pasajı Osaka’nın mutfağı olarak biliniyormuş. Bu kadar yiyecek, içecek gördükten sonra artık Okonomiyaki zamanı gelmişti. Önceliğimiz her zaman olduğu gibi karşımıza çıkan sürpriz mekanlar olacaktı ve öyle de oldu. Kanalın hemen üstünde, sokağa koyduğu altı masaya Takoyaki servisi yapan bir sokak restoranına girdik. Önce biralar, gelsin takoyakiler…

Okonomiyaki ne, Takoyaki ne? İkisi de Japonya genelinde hemen her yerde bulunabilecek lezzetlerden ama herkes Osaka’nın lezzetinin diğerlerinden üstün olduğu konusunda hemfikir. Baklavalarımızın her zaman Gaziantep’te daha lezzetli olduğu gibi Okonomiyaki de Osaka ile birlikte anılıyor.

Okonomiyaki düz ızgarada hazırlanan krepler olarak tanımlanabilir. Dashi (et suyu) çorbası, lahana, birkaç çeşni, domuz eti, deniz ürünleri, peynir ve mochi gibi çeşitli malzemelerle harmanlanmış hamurdan oluşuyor. Dışı çıtır, içi kabarık. Kızartıldıktan sonra üzerine özel sos, mayonez, deniz yosunu pulları ve palamut pulları eklenip servis ediliyor. Kelimenin tam anlamıyla ızgara ahtapot anlamına gelen Takoyaki ise ahtapot parçaları, zencefil turşusu, kızarmış tempura hamuru (tenkasu) gibi diğer malzemelerle doldurulmuş un ve yumurta ile yapılan hamurdan ızgara topların tuzlu yemeğini ifade ediyor. Her bir takoyaki topu bir golf topu büyüklüğünde ve servis edildiğinde ağza alınamayacak kadar sıcak. Tek bir takoyaki siparişinde yaklaşık 6 ya da 8 top var. Bunları yemek kadar ızgarada nasıl pişirildiğini izlemek de güzel bir deneyim. 

Hava karardıktan sonra Namba’nın ritmi ve neon şovu da artıyor. Osaka’da ilk günümüzde yaklaşık 9 saati geride bırakırken şehrin temposuyla birlikte yorgunluğumuz da artmıştı. Günü noktalayıp otele döndük.

3. Gün – (1 Ekim) Minoh

Pazar günü bir Osakalı ne yaparsa biz de onu yapalım istedik. Rotayı kentin karmaşasından doğaya çevirip ve Minoh‘a gittik. Doğanın her türlü sürprizlerini barındıran muhteşem bir yerdi. Osaka dağlarının eteklerinde, kentsel kargaşanın hemen kuzeyinde ormanlık bir vadi. Sonbahar renklerini görmek için bölgenin en iyi yerlerden biri olarak biliniyor. Mevsim sonbahar, biz Osaka’dayız ve Minoh yarım saatlik bir mesafede. 

Yürüyüş parkuru, derin bir vadi boyunca yaklaşık üç kilometre ve yaklaşık 45 dakika sürüyor. Yol boyunca nehir hep yanımızdaydı. Yolun eğimi az, asfalt ve araç trafiğine kapalı. Kırmızı renkli ahşap köprüsüyle ünlü Ryoanji Tapınağı, böcek müzesi ve müzenin bahçesinde nefis kahvesiyle bizi şaşırtan kırmızı bir kahve arabasıyla karşılaştık. Sonbaharın başlangıcıydı, hava serin, yapraklar sarı, vadi birbirinden farklı kuş sesleriyle kaplıydı. 

Şelalenin bulunduğu parkta seyir terası, oturma alanları ve kafeler var. Japonlar yağmurluklarını giymiş küçük yiyecek çantalarını açmış, altlarına serdikleri örtülerde yemeklerini yiyorlardı. Doğanın sesini bozacak tek ses kameralardan çıkan “klik” sesiydi. Yürüyüş yolu zaman zaman farklı yönlere giden ayrımlardan oluşuyor. Birkaçına girip yoldan ayrıldık. Bilmediğimiz bir coğrafyada kaybolma testinin zamanı değildi. Henüz Japonya macerasının ikinci günüydü ve ana yola dönüp geldiğimiz yoldan istasyona indik. 

Osaka İstasyonu‘na döndüğümüzde bu karmaşık labirenti yakından tanımak için birkaç saat harcadık. Burası şehir içinde başka bir şehir, başka bir dünya gibi. 8 metro hattı burada kesişiyor, 133 duraktan kentin her bölgesine seferler yapılıyor. Eskiden karanlık ve sıkışık olan istasyon kapsamlı yenileme çalışmaları geçirmiş ve 2011 yılında Japonya’nın en çekici tren istasyonlarından biri olarak yeniden doğmuş. Osaka Station City‘nin simgesi büyük cam çatısı. İstasyonun kuzey ve güney taraflarında yenilenen binalar, yolculara alışveriş, yemek, eğlence ve dinlenme olanakları sunuyor. 

İstasyon gün boyu kalabalık ama iş saatlerindeki kalabalığı tarif etmek imkansız. Burayı gördükten sonra İstanbul’un Metrobüs ya da metro duraklarındaki kalabalığa laf etmeyeceğime yemin ettim.

4. Gün – (2 Ekim) Koyasan (Koya Dağı)

Osaka’nın kalabalığından çıkıp sessiz köşelerini keşfetmeye devam ediyoruz. Hedefimiz Koyasan ya da Koya Dağı. Burası bu dünyaya ait bir yer değil. Japonya’nın en kutsal mezarlıklarının da bulunduğu farklı bir dünya. Buraya birkaç tren aktarması, küçük bir dağa çıkan teleferik yolculuğu ve ana şehre kısa bir otobüs yolculuğunun ardından 2 saatte ulaştık. Bizimki günübirlik bir geziydi ancak Koyasan’ın hakkını vermek için en az bir geceyi bu dağda geçirmek isterdim. 

Kobo Daishi Japonya’nın en önemli dini figürlerinden biri. Kukai olarak da biliniyor. 805 yılında Shingon Budizmini Japonya’ya tanıtıyor. Dinin bir mezhebi ve tarikatın mensupları kendilerine merkez olarak Koya dağını seçiyor. Tabii bu seçim kolay olmuyor. Kendilerine uygun ıssız bir yer aramaları 20 yıl sürüyor. 826 yılında Koya Dağı’nda karar kılıyorlar. Tapınaklarını yapıyor ve gözlerden uzak bu ıssız dağda ibadete başlıyorlar. Tapınağın etrafında zamanla küçük bir köy oluşuyor. Köyün bir mezarlığı oluyor. Zaman içinde ölen dini figürler bu mezarlığa gömülüyor. Bu gelenek yıllar boyu devam ediyor ve tapınağın etrafında devasa bir mezarlık alanı oluşuyor. Mezarlığın içinden tapınağa giden yol, tarikat mensuplarının haç yolu oluyor.

Kader bizi Japonya gezimizin dördüncü gününde böyle garip bir yere getirdi. Dağ tepe aşıp kendimizi mezarlıklarıyla ünlü bir hac yolunda bulduk. Etrafta onlarca tapınak. Mezarlarda binlerce heykelcik, hem de boyunlarında kırmızı önlükleriyle… Tarihi ve maneviyatı hissedebiliyorduk. Herkes bu dağa dilekte bulunmaya geliyor, bizim dileğimiz yolumuzu kaybetmeden istasyona geri dönebilmek. Ama önce bu dinin ünlü tapınaklarını görmek lazım. Bunlar arasında en önemlileri Kongobuji ve Kobo Daishi’nin anıt mezarının bulunduğu Okunoin. 

Bölge hakkında yaptığımız araştırmalarda burada bir gecelik konaklamanın ve mezarlığı gece ziyaret etmenin faydalarını anlatan çok sayıda tavsiye yazıları okumuştuk ama gündüz gözüyle gördüğümüz ürpertici manzaralardan sonra Osaka’ya geri dönmeye, kentin canlı sokaklarında dolaşmaya karar verdik.

5. Gün – (3 Ekim) Osaka Kalesi, Shitennoji, Okonomiyaki

Osaka’ya gelip ünlü Osaka Kalesi‘ni görmeden dönmek olmaz. Kale, Osaka’nın tartışmasız en önemli simgesi. Aynı zamanda Edo döneminin 1603’teki kuruluşuna kadar uzanan kanlı iktidar mücadelelerine tanıklık eden en önemli yapısı. Tarihi 1583 yılına kadar uzansa da kule 1931 yılında yeniden inşa edilmiş. 

Osaka İstasyonu’ndan Osaka Loop Hattı‘na binerek Morinomiya İstasyonu’na gittik. Bu hat bizi parkın güneydoğu tarafına götürdü. Uzaktan ağaçların arasından kalenin çatısı görünmeye başladı. Altın süslemeleri ve yeşilimsi bakır çatısıyla sekiz kat yüksekliğindeki parlak beyaz Osaka Kalesi uzaktan çarpıcı ve davetkar bir manzarayla bizi karşılıyordu. Himeji Kalesi ve Matsumoto’daki Crow Kalesi’nin yanında Japonya’nın favori kalelerinden biri olduğu söyleniyor. Hiroşima dönüşünde Himeji Kalesi’ni de gördük. Karşılaştırmayı sonraki sayfalarda bulabilirsiniz.

Osaka Kalesi’nin ana kapılarından biri olan Gokurakibashi köprüsünden sonra bahçeye giriş yaptık. Çıkışımız Sakuramon Kapısı‘ndan olacaktı. Köprü bizi Osaka Kalesi’ni çevreleyen iç hendeğe ulaştırdı. Kaleyi her yıl 2,5 milyondan fazla kişi ziyaret ediyormuş. Önce kalenin en üst katına çıkıp şehri seyrettik. Katlar arasında gezerken kalenin tarihçesi hakkında ilginç bilgileri okuduk. Kale aynı zamanda 10.000’den fazla tarihi eserin bulunduğu bir müzeye de ev sahipliği yapıyor. 

Osaka Kalesi ya da Osakajo’nun inşasına 1583 yılında başlanmış. Toyotomi Hideyoshi, kalenin Toyotomi yönetimi altında yeni ve birleşik bir Japonya’nın merkezi olmasını amaçladığından zamanın en büyük kalesini inşa etmek istemiş. Ancak Hideyoshi’nin ölümünden birkaç yıl sonra Tokugawa birlikleri kaleye saldırarak yıkmış ve 1615 yılında Toyotomi soyunu bitirmiş. 1620’lerde Tokugawa Hidetada tarafından yeniden inşa edilmiş, ancak ana kale kulesi 1665 yılında yıldırım çarpması sonucu yanmış. Kulenin onarımı 1931 yılında yapılmış. İkinci Dünya Savaş’ı sırasında şehir genelindeki hava saldırılarından mucizevi bir şekilde kurtulan kale büyük onarımdan sonra 1997 yılında yeniden ziyarete açılmış. Yenilenen kalenin içine bir asansör de yapılmış. 

Osaka Kalesi’nin en üst katında, Osaka şehrinin 360 derecelik panoramik manzarasının keyfini çıkarabileceğiniz hoş bir gözlem katı var. Buradan altın varaklı süslemeleri de yakından görebilirsiniz. Sazan gövdeli ve kaplan başlı mistik bir yaratık olan “shachi” de bu kattan rahatlıkla görülebilir. Bu yarı kaplan yarı sazan balığının kaleyi yangına karşı koruduğu düşünülüyor.

Osaka Kalesi 106 hektarlık açık bir parkla çevrili ve şehrin kalabalığından kaçanlar için hoş bir sığınak gibi. Kiraz çiçeği sezonunda Nishinomaru Bahçesi Osaka’nın en popüler hanami noktalarından biriymiş. Kaleyi Sakuramon Kapısı’ndan çıkarak terk ettik. Kapının her iki yanında ejderha ve kaplan taşları anlamına gelen Ryukoishi adı verilen devasa taşlar var. Yağmur yağdığında, taşların üzerinde bir ejderha ve bir kaplan görüntüsü belireceği söyleniyor. Yağmurlu bir günde Osaka’ya tekrar gelip bu efsanenin doğruluğunu araştıracağız. 

Osaka kalesinden ayrılıp kentin daha güneyindeki Japonya’nın en eski tapınaklarından biri olan Shitennoji‘ye uğradık. Budizm’in Japonya’ya girişini destekleyen Prens Shotoku tarafından 593 yılında kurulan tapınağın binaları yüzyıllar boyunca birkaç kez yanmış olsa da orijinal tasarımını yansıtacak şekilde yeniden inşa edilmiş. İç bölgenin çakıl taşlarıyla kaplı avlusunda girilip çıkılabilen beş katlı bir pagoda ve Ana Salon (Kondo) bulunuyor.

Karnımız aç, Okonomiyakiler gözümüzün önünde sıraya dizilmiş geçit töreni yapıyor. Hedef Dotonbori. Ama önce Shinsaibashi pasajını aşmamız gerekiyor. Hiç de kolay olmayan bir yol bu çünkü her iki tarafta davetkar mekanlardan yemek kokuları yayılıyor. Burası Japonya’nın en işlek ve en eski alışveriş caddelerinden biri. Her bütçeye ve zevke uygun mağazalar var. Karşımıza her türden anemi mağazaları çıkıyor. Sokaklar çizgi kahramanlara benzeyen kızlardan geçilmiyor. Hepsinde benzer kıyafetler, her yüzde aynı ifade… Birazdan kötü bir haber vereceklermiş gibi bakıyorlar, ağlamaya başlayacak çizgi film karakterleri karşımızda yürüyor. Uzun yürüyüş ve aramalardan sonra kriterlerimize uygun yol üstünde salaş ama içi yerel müşterilerle dolu bir yerde demir atıyoruz. Okonomiyakiler önümüzdeki ızgarada yan yana sıralanmış tabaklara alınmayı bekliyor. Siparişi verip oturacak bir yer bulunca günün yorgunluğu sanki bir anda geçiyor. Birazdan önümüze gelen iki Okonomiyaki ve birer bira her şeye bedel. 

Osaka’nın güneyindeki Minami bölgesinin merkezi olan Namba, sonsuz alışveriş, yeme içme ve eğlence olanakları sunuyor. Birini ya da birkaçını seçmeden bölgeyi terk etmek Japonya gezimize en büyük ihanet olacağından karşımıza çıkan her fırsatı değerlendiriyoruz. Japonlar yüzyıllardır bu kente boşuna “Japonya’nın mutfağı” dememişler. 

Shinsai adında girişimci bir tüccarın adını alan Shinmachi mahallesinin kaderi 1600’lü yıllarda onu Dotonbori bölgesine bağlayan bir köprü inşaatıyla değişmiş. O günden bu yana Shinsaibashi çevresinde ticaret artarak devam etmiş. Dotonbori’nin geleneksel tiyatrolarını ve eğlence salonlarını günümüzde bulmak artık neredeyse imkansız. Zaten artık insanlar, kapalı mekanlardaki tiyatro oyunları yerine sokaklarda gün boyu bitmeyen tiyatroyu izlemeye geliyor buraya. Yani yemeye, içmeye, etrafı izlemeye…

Yazının devamı… Japonya Seyahati: Hiroşima, Miyajima, Himeji


Our travel diary from Japan

Avatar photo

Remzi Gökdağ, 1968 Beşiktaş doğumlu gazeteci, yazar ve yayıncıdır. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1992 yılında mezun olmuş, gazetecilik kariyerine 1989 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde muhabir olarak başlamıştır. İstanbul konulu haberleriyle çeşitli gazetecilik ödülleri kazanmış, özellikle Park Otel’in mühürlenmesine ve kaçak katlarının yıkılmasına dair haberleriyle tanınmıştır. İzlenim, gezi, inceleme türündeki yazıları çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. 1998 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşen Remzi Gökdağ, Kaliforniya’nın ilk Türkçe gazetesi USA Turkish Times’ın kuruluşunda yer almıştır. Yazarlık kariyerinde, “Başka Şehirler”, “Sevgili İstanbul”, “Amerikan Medyasında 11 Eylül” ve “Park Otel Olayı” gibi eserleriyle tanınmaktadır. “Başka Şehirler” adlı gezi, anı, tarih türündeki kitabı 2019 yılında yayınlanmıştır. Bu kitapta, 22 yıl boyunca üç kıtada beş farklı kentte yaşayarak ve yüzlercesine seyahat ederek edindiği deneyimleri paylaşmaktadır.

OKUMA ÖNERİSİ