Nedim Erinç – Festivalleri, plajları ve film sahnelerinden aşina olduğumuz Fransız Rivierası ya da diğer adıyla Cote d’Azur (Azur Kıyıları), Avrupalı ve Amerikalı aristokratlar ile sanatçılar tarafından en fazla tercih edilen tatil yöresi olma özelliğini hâlâ sürdürüyor.
Bu bölgede, özellikle de Saint-Tropez’de dolaşırken, hallerinden saatlerdir bekleme durumunda oldukları kolaylıkla anlaşılabilen bir kalabalık görürseniz, bir de bu kalabalığın içerisinde birkaç adet kamera gözünüze çarparsa ünlü bir kişinin evinin, teknesinin ya da devam ettiği gece kulübünün yakınlarında olduğunuz anlamını çıkarabilirsiniz. Eğer siz de bekleyenler arasına katılmak isterseniz, bir kez daha düşünmenizde fayda var, çünkü ünlülerin ne zaman gözükecekleri pek belli olmaz. Aslında tatilinizi geçirmek için yaz aylarından birini tercih etmişseniz, kalabalık kaçınılmaz bir doğallık olarak karşınıza çıkacaktır. Dolayısıyla bu bölge için önerilen sezonlar ilkbahar ve sonbahar ayları.
Cote d’Azur, klasikleşmiş adına rağmen insanı şaşırtan bir yer. En başta, yazları çok sıcak ve kışları çok soğuk değil. Yani hepimizin zaman zaman hissettiği ‘keşke havalar her gün böyle olsa’ türünden bir iklime ve bu iklimin bir yansıması olan bitki örtüsüne sahip. Yapılaşma var, fakat insanı rahatsız eden bir görüntü yok. Şehirlerin iyi korunmuş ilk yerleşim bölgeleri her yerde olduğu gibi ziyaretçilerin en fazla rağbet ettiği yerler. Aslında en popüler yerlerin başında elbette plajlar geliyor. Bu kadar sanayileşmiş ülkenin arasında olmasına rağmen plajların genişliği ve denizin temizliği olağanüstü. Doğrusunu isterseniz, öğle tatilinde işten çıkıp plajda güneşlenip, denize girip ardından bir şeyler atıştıran çalışanları görmek insanı şaşırtıyor. Cote d’Azur’un başkenti sayılan Nice’in tatil ve ticaret merkezi olması aslında çok eskilere dayanıyor. Milattan önce 500 yıllarında Yunanlılar tarafından kurulan şehir, 300 sene sonra yukarıdaki nedenlerle Romalıların ilgi alanına girmiş ve Romalılar bu bölgeye de yerleşerek her yere olduğu gibi, günümüzde tarihi eser sınıfına ve turistlerin ilgi alanına giren birçok iz bırakmış. Daha sonra İtalyanlar ve Fransızlar arasında gidip gelen şehir, 1860 yılında tamamen Fransızların egemenliğine girmiş. Uzunca süren İtalyan etkisi şehrin mutfağına, aksanına, mimarisine ve geleneklerine de yansımış. Bu tarihsel geçmiş aslında bugünün ziyaretçileri için bir avantaj oluşturarak Akdeniz klasiğinin tüm zenginliği ile tadılmasına yarıyor. Nice havaalanından kısa sürede merkeze ulaştıktan ve eşyalarınızı otele attıktan sonra, şehri keşfetmenin en iyi yolu yorulana kadar yürümek. Upuzun bir plaj, restoranlarla donanmış bir liman, müzeler, anıtlar, tarihi kiliseler, dileyene Roma hamamı, mevsimine göre çeşitli festivaller ve yorulduğunuzda dönüp dolaşıp geldiğiniz ünlü Massena Meydanı. Nice’i bitirdim dediğinizde batıya doğru uzanan kıyıda iki önemli durak var; Cannes ve Saint Tropez.
Bir zamanlar küçük bir balıkçı limanı olan Saint Tropez, bir günde rahatlıkla dolaşabileceğiniz kadar küçük ve hâlâ eski görünümünü koruyor. Fakat bugün balıkçı teknelerinin yerini ünlülerin pahalı tekneleri almış. Kıyıdaki alışveriş yapabileceğiniz mağazalarda ise çoğunlukla yükte hafif, pahada ağır şeyler bulunuyor. Teknelere ve mağazalara bakıp geçerek, küçük bir gayretle bu şirin limana hâkim bir tepede kurulmuş olan Citadel’e çıktığınızda, tüm bölge ayaklarınızın altına seriliyor. 16. yüzyıldan kalma bu kalede bir de denizcilik müzesi bulunuyor. Benzer bir hâkim tepe de Cannes’da var. 11. yüzyıldan kalma saat kulesi yine şehrin her yerini kolayca görebileceğiniz hoş bir mekân; ancak, buraya çıkmak biraz daha fazla gayret gerektiriyor. Eğer yolunuz Nisan-Mayıs aylarında Cannes’a düşmüş ise film festivalinin havasına kendinizi kaptırıp bir yönetmenin sizi keşfetmesi için çaba göstermemeye gayret edin.
Nice’e geri geldiğinizde dönüşe geçmeden önce bir gününüzü de doğu kıyısına doğru yaklaşık yarım saat uzaklıktaki Eze adlı kasabaya ayırın. Yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş olan bu şirin kasabayı dolaştığınızda, kendinizi zaman tünelinden geçerek 17. yüzyıla gelmiş gibi hissediyorsunuz. Müthiş bir manzarası ve en tepedeki egzotik bitki bahçesi ile ismi fazla duyulmayan, fakat mutlaka görülmesi gereken bir yer.
© Kaynak: Skylife
Yazı ve fotoğraflar: Nedim Erinç