Bahar Bağan Gidersoy – Konuştuğumuz herkes Barselona’nın Madrid’den çok daha güzel bir şehir olduğunu , Barselona’dan çok etkilendiklerini söylemişlerdi.Bu ifadeler o kadar tekrarlanmıştı ki neredeyse Barselona’nın İspanya’nın en güzel şehri olduğu fikrine kapılmıştık.
İtalya’da Rönesansın yaşandığı Floransa’dan etkilendiğimiz gibi mi etkilenecektik Barselona’dan? Barselona’ya indiğimiz ilk gün sabahın erken saatlerinde boş Barselona sokaklarında yürüyerek ilerlerken gördüğümüz ilk güzel yapı Arc de Triompf olmuştu. Urquinaona meydanından geçerek otelimizin bulunduğu La Rambla caddesine geldik. Otelimiz oldukça merkezi bir noktadaydı. Adeta Barselona’nın kalbindeydi. Balkondan baktığımızda aşağıda renkli,canlı bir yol olan La Rambla duruyordu. Bavullarımızı otele bırakıp yaptığımız ilk iş Barselona denince akla ilk gelen isim yada resim karesi Gaudi’nin Sagrada Familia’sını görmeye gitmek oldu.
Barselona’da da ulaşım sorunu tüm avrupa şehirlerindeki gibi çözülmüştü. Şehrin biraz dışında bulunan bu kiliseye metro ile 5 dakika içinde ulaşmıştık.Metrodan çıktığımızda ilk defa karşılaştığımız kuleleriyle gökyüzüne uzanan devasa kilise adeta Tanrı’ya ulaşmaya çalışıyordu. Kilisenin batı tarafından passion façade denilen tarafından metrodan çıkmıştık. Gördüğümüz oldukça sade bir yüz ve çarmaha gerilmiş bir İsa figürü idi.Etrafını dolaştığımızda kilisenin nativity façade denilen güneşin doğduğu yön ,doğu yönünde Hristiyan değerlerine karşılık gelen üç kapı ve İsa’nın doğuşu anlatılıyordu.Bu kilisenin yapımına 1882 yılında başlanmış ,1883 yılında kiliseyi tamamlama görevi Antoni Gaudi’ye verilmişti.Gaudi 1926 yılında bir trafik kazasındaki zamansız ölümüne kadar kilisenin yapımı ile uğraşmış ancak kiliseyi tamamlayamadan ölmüştü.Bugün kilisenin yapımı hâlâ devam etmektedir. Kiliseye girmek ve içini gezmek oldukça etkileyiciydi. Kiliseyi 8 euro ödeyerek gezebilirsiniz. Sagrada Familia’dan çıktıktan sonra karşısındaki parkta oturup kiliseyi seyrettikten sonra yine bu bölgede bulunan ve Unesco’nun dünya mirasına dahil ettiği Hospital de Saint Pou’ya doğru yürümeye başladık.Gaudi caddesini takip ederek hastaneye giderken arkamıza dönüp baktığımızda Sagrada Familia muhteşem gözüküyordu. Kendisinden uzaklaştıkça daha da muhteşemdi. Hastaneye geldiğimizde adeta bir sanat eseri ile karşı karşıyaydık. Duvarları seramiklerle süslü küçük yapılardan ve ortasında büyük bir avludan oluşan bir siteydi bu hastane. Hastane kafeteryasında kahvelerimizi içtikten sonra otelimizin bulunduğu La Rambla caddesine geri dönmüştük.
La Rambla Catalunya meydanı ile başlıyordu.Bu meydan oldukça geniş bir meydandı.1927 yılında P. Nebot tarafından Josep Uimona, Eusebi Arnau, Pau Gorgolo ve Josep clara heykeli ile geliştirilmişti. Bu meydandan Akdeniz’e doğru La Rambla caddesi boyunca adeta etten bir duvar gidiyordu.Bu cadde Barselona’nın en canlı , hareketli caddesi idi. Bu caddede çeşitli kılıklara giren amatör sanatçıları , bir köşede Che Guevera’yı , bir yanda Mısır kraliçesi Cleopatra’yı, bir yanda Charlie Chaplin’i görebilirdiniz.Yol boyunca ilerlerken sağ tarafta bulunan Mercat dela Boqueria’yı da mutlaka görün. Deniz ürünleri, meyveleri ,kuruyemişleri ,türk inciri görecekleriniz arasındadır.. Bu güzergahta bulunan Plaza Real’de de bir kahve içebilirsiniz. Burası Madrid Plaza Mayor’un küçük bir kopyası gibiydi.
Plaza Real’den aşağıya denize doğru indiğinizde karşınızda büyük bir anıt Mirador de Colom çıkıyordu. Sahilde ise Barselona’nın başka bir yüzü karşımızdaydı.Bu tipik bir tatil şehri idi.Karşımızda Maremagnum dedikleri alışveriş merkezlerinin, restoranların, marinanın bulunduğu bölge vardı. Sahilde çok kaliteli ve gösterişli restoranlar hemen göze çarpıyordu. Sahil ise kilometrelerce uzunlukta kumsaldan oluşuyordu.Bu sahilde her şey düşünülmüştü.Acil servisler, özürlüler için ayrılan yollar, polis, cankurtaran.. İnanılmaz bir düzen ve insana verilen değer vardı. Bu sahil geceleride bir başka güzeldi. Işıklar altında sahil boyunca amatör müzisyenler eşliğinde yapılacak uzun yürüyüşler…..
Barselona’nın tarihi M.Ö 27 yılına kadar uzanıyordu.Yaklaşık 2000 yıllık bir yerleşim yeriydi.Ancak karakteristik özelliğini İspanya iç savaşı sırasında kazanmıştı. Bilindiği gibi İspanya bazı özel bölgelerden oluşuyordu.Bu bölgelerden biri Bask diğeride Katalan bölgesidir.Katalan bölgesinin başkentide Barselona’dır. Barselona ticaretin,deniz kenarında olmasınında etkisiyle, yoğun olduğu ,ekonomik olarak gelişmiş olması dolayısıyla düşünsel olarak da gelişmiş bir şehirdi.İç savaş sırasında en çok direnen bölge Barselona olmuştu. Dolayısıyla ekonomik gelişmişlikleri kendilerinin bilincine varmalarını,onu korumalarını getirmiş bu yüzden de katalanca ispanyolcadan ayrı bir dil olarak burada konuşulmaya devam etmişti.Barselonanılar kendi geleneklerini,dillerini,kültürlerini korumada ısrar etmişlerdi.Bu sebepten Barselona’da hissettiğiniz şey tek kelime ile özgürlüktü.Barselona merkez Madrid’e karşı bir başkaldırı,bir kendini ifade ediş, bir özgürlük şehri idi. Bunu Barselona’yı ilk gördüğünüzde anlamamanız,hissetmemeniz mümkün değildi.Barselona özgür, kendini kolay anlatan açık bir şehirdi.Madrid ise daha çaba isteyen bir şehirdi.Şimdi Türklerin neden Barselona’yı daha çok sevdiklerini anlamıştık Barselona çok açık,canlı ve eğlenceli bir şehirdi.Gerçekten Barselona hareketli hayatı ile insanı hemen kendine çeken güzel bir şehirdi. Ama Madrid de farklı bir şekilde güzeldi.
Barselona’da ikinci günümüzde Barselona’nın Gracia bölgesindeki Unesco tarafından dünya mirasına dahil edilen Guell parkına gittik. Bu park Guell’in özel mülkününün Gaudi tarafından bir park haline getirilmesi isteği ile ortaya çıkmıştı. Park Barselonaya tepeden bakıyordu.Ve en önemli özelliği Gaudi’nin mozaiklerinden oluşan eserleriydi. Gaudi’nin müzesininde içinde bulunduğu park sizi başka bir dünyaya götürecektir.Yine Gaudi’nin mozaiklerle süslü şehirdeki Battlo ve Milo evleri görülmeye değerdir.
Barselona’ya gittiğinizde mutlaka görmeniz gereken bir müzede Picasso müzesidir. Jaune metrosuyla gidebileceğiniz ve 6 euro ödeyerek gezebileceğiniz bu müze oldukça eski bir yapıdır. 15-23 Moncada caddesi üzerinde bulunan ortaçağdan kalma yapı yeni eklemelerle genişletilmiştir. Yapı 1960 yılında Picasso’nun en yakın arkadaşı ve özel sekreteri Sabartés’in katkılarıyla müze haline getirilmiştir.Müzedede Picasso’nun 1947- 1965 arasında yaptığı seramik çalışmaları dahil 3600 den fazla eser sergilenmektedir.Bu müze Picasso’nun Barselona ile ilişkisinin, üzerindeki Katalan etkisinin bir ifadesi gibidir. Müzenin bulunduğu bölge dar sokakları ile eski Barselona’nın yaşadığı bölgedir. Picasso’nun ünlü eseri ‘Les Demoiselles d’Avignon’u buradaki gece hayatındaki kadınlardan etkilenerek yaptığı söylenmektedir.
Picasso müzesinden sonra görülebilecek yer,içinde Katalunya parlementosununda bulunduğu küçük bir park olan Ciutadella’dır. Bu park Madrid’deki Retiro parka göre çok küçüktü ama küçük gölündeki ördekler, su kaplumbağaları ile onun kadar dinlendirici idi.Parktan çıktığınızda uzun sahil yolunu yürüyebiliyordunuz.
Ertesi gün Barselona’nın diğer bir tepesi üzerinde bulunan Parc de Montjuic’e gittik. Buraya Paralel metro istasyonundan funiculer sistem ile çıkılıyordu. Juan Miro müzesi, Katalunya Milli Sanatlar müzesi ve 1992 olimpiyatlarının yapıldığı stadlar burada görülebilecek yerler arasındadır. Katalunya Milli Sanatlar müzesi önünden aşağıya doğru inen merdivenler ve havuz inanılmaz büyüklükte ve bir o kadar da etkileyici idi. Merdivenleri yürüyerek indiğimizde Plaza D’Espana’ya gelmiştik. Buradan yukarıya baktığınızda manzara muhteşemdi.
Gece ise bu manzara bir başka güzeldi. Barselona’da mutlaka görmeniz gereken bu yerlerin dışında mutlaka denemeniz gereken bir yemek Paella’dır.Tavuk ,pirinç, safran, kalamar,midyeden oluşan karışık bir yemek olan Paella.
Barselona’da ki bu kısa gezimiz sonunda Portekiz’e doğru yola çıkmak için Saints tren istasyonuna geldiğimizde Barselona’dan aklımızda çok canlı,hareketli sahneler ve özgür bir Barselona resmi kalmıştı.