Volkan ACAR – Çin’in nüfus sorunu herkesin bildiği bir gerçek. Sürekli artan ama besleyemediği bir nüfusa sahip olmak istemeyen Çin, 70’li yıllarda “tek çocuk” kampanyası başlatmıştı. Çok sıkı uygulanan ve hala devam eden bu kampanya ile nüfus artış hızını düşürmeyi de başarmıştı.
Gerçi bu sıralarda, bazı nedenlerle bu kural gevşetiliyor ama bugün konumuz bu değil. Bugün konumuz, Çin’in doğanları değil ölenleri…
Çin’in nüfus artış hızı yavaşlasa da, “tek çocuk” döneminde doğanlar, halen 20’li ve 30’lu yaşlarını sürüyorlar. Yani, ölümlerde bir azalma yok. İstatistiklere göre, Çin’de her yıl yaklaşık 8 milyon insan ölüyor. Ve bu ölen 8 milyon için de bir yer bulmak zorunluluğu var.
Kısacası, şehirlerin mezarlıkları giderek doluyor ve sürekli yeni mezar yerleri aranıyor. Bu nedenle artık Çin’de, mezarlıklar için ayrılan alanı azaltmak için neler yapılabileceği tartışılıyor.
Çin inanışına göre ölüm yaşamın sonu değil… Ölen insan da aslında “varlığını” kaybetmiyor. Sadece yer değiştirip bu dünyadan öbür dünyaya gidiyor. Geleneksel anlayışa göre ölüler, ancak toprağa gömüldüklerinde huzur buluyorlar. Ve ailenin temellerini atan, soyun devamını sağlayan atalarının mezarları başında minnet ifade etmek ve onlara saygı sunmak da, ataların ruhunu rahatlatıyor. Yani, bu iki farklı dünyada yaşayan insanların buluşup görüşmeleri için mezar ziyaretleri bir vesile olarak görülüyor. Bu nedenle, her yıl ölüm yıldönümlerinde ve Mezar Süpürme Bayramı gibi belli günlerde mezarlıklar, ziyaretçilerle dolup taşıyor.
Ama artık birçok Çinli “topraktan geldik, toprağa gideceğiz” diye düşünmüyor. Binlerce yıl boyunca, ölülerini büyük törenlerle görkemli mezarlara defneden Çinliler, artık yavaş yavaş bu geleneklerini de bırakmaya başladılar.
Ölenlerin, mezarlıklara gömülmesi dışındaki seçenekler, son yıllarda daha sık tercih edilmeye başlandı.
Bu konuda en sık tercih edilen yöntemse küllerin denize dökülmesi…
Ölüler önce krematoryumlarda yakılıyor. Burada toplanan küller bir kavanoza konuluyor. Sonra da külleri denize savruluyor.
Bu yöntem, özellikle Şanghay, Daliyen ve Tiyencin gibi kıyı kentlerinde epeyce rağbet görüyor. Daliyen’de 1997’den bu yana külleri denize savrulanların sayısı 1300’ü bulmuş durumda.
Çin’deki bu yeni uygulamanın en önemli nedenlerinden birisi, yukarıda da değindiğimiz gibi çevreyle ilgili kaygılar. Mezarlıkların bir süre sonra kentleri işgal etmeye başlayacak olması düşüncesi Çinlileri epeyce kaygılandırıyor. Tarım ve sanayi için kullanılabilecek toprakların, mezarlık olarak ayrılmasını kaynak israfı olarak görenlerin sayısı giderek artıyor.
Ancak herşeye karşın bu uygulama, halen daha yolun başında. Eldeki rakamlara göre, Şanghay’da ölenlerin sadece % 1.5’unun külleri denize savruluyor. Bu yöntemi tercih edenlerin çoğunluğu ise iyi eğitimli şehirliler.
Bazıları çevreci düşüncelerle bu yola başvuruyor, bazıları felsefi nedenlerle…
Bazıları ise tümüyle “pratik nedenlerle” atalarının küllerini denize savuruyor. “Ben Tiyencin’de oturuyorum, annem-babam da memlekette… Memleketim ise buradan çok uzakta. Ölüm yıldönümlerinde, bayramlarda mezar ziyareti yapmam çok zor. Ama küllerini denize dökersem her denize baktığımda onlar aklıma gelir.” diyenler hiç de azınlıkta değiller.
Bazı Çinliler (kendilerinin ya da yakınlarının) yakılmasını kabul ediyorlar. Ama küllerinin denize savrulup “yokolup gitmesine” rıza göstermiyorlar. Yani, ölen yakınlarının öbür dünyada varlıklarını devam ettirdiğini düşünseler de, onları anmak için bu dünyada da gözle görülür birşeyler kalmasını istiyorlar.
Kısacası, cesetler yakılsa bile “maddi varlığın” hala ortada olması, birçok insan için özel bir önem taşıyor.
İşte bu nedenle Çin’de, küllerin denize savrulması dışında alternatif bazı çözümler de uygulanıyor.
Bazı kentler, denize dökülen küller için mezarlıklarda anıtlar dikip, ölenlerin isimlerini buralara yazıyor. Böylece ölenin yakınları, ziyaretlerini bu anıtlara yapabiliyorlar. Küçük bir plaka üzerinde de olsa, insanlar sevdiklerini “görerek” anabiliyor.
Bir diğer uygulama ise, küllerin bir ağaç dibine gömülmesi. Bunun için, ölenin yakınları uygun bir yere çam fidanı ya da çiçek dikiyorlar. Ve fidanı dikerken, külleri toprağa karıştırıyorlar. Bu sayede bu dünyadan göçen atalar, ağaçları ve çiçekleri besleyip büyümesini sağlıyorlar. Yani ölenin varlığı hem başka bir canlıya hayat vermiş, hem de onyıllarca daha bizimle aynı havayı solumuş oluyor.
Eğer “yakınlarım yakılmış da olsa, külleri gözümün önünde olsun” diyorsanız, bunun için de çözüm bulunmuş! Bazı belediyeler, mezarlıklar gibi anıtlar yaptırıyorlar. Daha doğrusu anıt değil de, düz duvarlar… Bu duvarlarda kül kavanozları için delikler ayrılıyor. Yaklaşık 1.5 kg olan külleri bu duvara yerleştiriyorsunuz. İstediğiniz zaman da gelip ziyaret ediyorsunuz.
“Deniz kenarında oturmuyorum. Ama yakılan küllerin doğaya karışmasını istiyorum. Ve belli bir yeri de olsun istemiyorum” da diyebilirsiniz. Böyle düşünenler de, kavanozlarını alıp dağların eteklerine ya da ovalara çıkıyorlar. Kavanozların kapaklarını açıyorlar ve terk-i diyar eyleyen atalarının ya da yakınlarının küllerini esen rüzgarla havada uçuşturuyorlar.
Görüldüğü gibi, ölümden sonrası için Çin’de seçenek çok.
Kimisi denizin derinliklerine karışmak istiyor, kimisi de göğün eşsiz maviliklerine…
Ama bence bu konuda söylenebilecek sözlerin en iyisini yine şair söylemiş:
…
anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani…
Volkan ACAR