Ayşen Tavukçu – Türk Hava Yolları ile 2 saatlik bir uçuşla şehre yaklaşık 45 dakika uzaklıktaki Malpensa havaalanına indik. Biz turla gittiğimiz için tur otobüsüyle şehir merkezine ulaştık.Ama buradan Milano’ya 20 dakikada bir kalkan otobüslerle 1 saat içinde Centrale tren istasyonuna ya da Malpensa Express ile 40 dakikada Cadorna metro istasyonuna ulaşmanız mümkün. Havaalanı yönlendirmeleri ile her iki araca varmak da oldukça kolay. Şehir içinde metro, tramvay ve otobüslerde kullanmak için bir günlük bilet almak çok uygun (€3.00). Biletleri metro istasyonlarındaki gazetecilerden ya da makinelerden alabilirsiniz. İtalya ekonomisinin merkezi olan Milano, moda, sanat ve kültürün de başkenti sayılıyor. Kendilerini Avrupalı, güneydekileri köylü sayan Milanolular ekonomiyi sırtlanmışlar. Sokaklarında dolaşırken sıklıkla gördüğünüz saatler zamanın burada ne kadar değerli olduğunu düşündürüyor.
Milano’da Piazza del Duomo şehrin kalbi sayılıyor . Ortasında Kral Victor Emanuel II’yi Martino Savaşı’nda tasvir eden bir heykelin bulunduğu meydan, 1865 yılında ünlü mimar Guiseppe Mengoni tarafından yapılmış. Meydana adını veren Duomo katedralinin en büyük özelliği inşaatının 1306 da başlayıp 1965 de bitmesi. 135 kulesinden en yükseği 107.5 m. ve üzerindeki Madonna heykeli altından yapılmış.
Bir başka tarihi mekan olan Galleria Vittorio Emanuelle dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden biri. Bu galeri Mengoni’nin son eseriymiş, galerinin yapımı sırasında iskeleden düşerek hayatını kaybetmiş. İçerisinde kitapevleri, tanınmış markalar, kafe ve restoranları da barındıran yapı, çelik ve camdan yapılmış muhteşem bir kubbeyle örtülü. Galleria’nın Duomo tarafındaki kapısından girip karşısındaki kapıdan çıkınca küçük bir meydana ulaşıyorsunuz. Burada büyük usta Leonardo’nun heykeline selam verdiğinizde onun da La Scala Opera binasına baktığını görürsünüz. Bir karnaval galası sırasında yanan ilk opera binasının yerine 18. yüzyılda ikincisi inşa edilmiş.
Sforzesco Kalesi Duomo’ya sırtınızı verip dümdüz yürüdüğünüzde karşınıza çıkacak Dante Caddesinin sonunda yeralıyor. Bu kalenin devamında Milanoluların haftasonlarını spor yaparak ya da aileleriyle dolaşarak zaman geçirdikleri Parc Sempione yer alıyor.
Santa Maria Della Grazie Kilisesi 15. yüzyılın sonlarında inşa edilmiş bir Rönesans kilisesi. Geçmişinde manastır yemekhanesi olarak kullanılmış bu yapı, Leonardo Da Vinci’nin 1495-1497 seneleri arasında yaptığı Son Yemek(Last Supper) adlı tablosuna ev sahipliği yapıyor. Bu eseri görebilmek için seyahatinizden 3 ay önce internetten rezervasyon yaptırmanız ya da bütün gün kapısında beklemeniz gerekiyor. Belki 15 dakika yapılan rezervasyonlarda bir iptal olabilir.
Milano’da vaktinizin çoğunu alışverişle, cafelerde espresso yudumlamakla ve güzel yemekler yemekle geçirebilirsiniz. Coretto adı verilen espressolu grappa ya da espressonun yanında grappa içilmesi de oldukça popüler. Son yılların trendi aromalı grappayı tatlılarla servis etmek. Tabi buraya kadar gelmişken Milano usulü safranlı risottoyu tatmak lazım.
Biz 1 Mayıs’a denk gelen kısa süreli tatilimizde alışveriş imkanı bulamadık. Dükkanların çoğunlukla kapalı olmasının yanında kaliteli ve uygun fiyatlı olan bir şey de bulamadık. Tatili fırsat bilen çoğu Milanolu da şehri terketmiş, biz turistlere bırakmışlardı.
1. gün
İlk gün şehrin merkezi sayılan Duomo meydanı ve civarıyla ünlü markaların yeraldığı caddelerin (Monte Napoleone, Sant’Andrea, Spiga ve Borgospesso) keşfinden sonra, bir zamanlar işçi mahallesi olan bugün ise gençlerin ve turistlerin gözde mekanlarından Navigli’de soluklandık. Ticinese ve Navigli Duomo Katedral inşaatına malzeme taşımak için, Leonardo da Vinci tarafından açılan kanalların olduğu yer. Değişik alternatifler sunan barlar ve restoranlar var. (Bu arada burada kafeler bar adıyla anılıyor. ) Navigli’ye Duomo meydanından Via Torino izlenerek 30 dakikalık bir yürüyüşle, bu caddenin başındaki duraktan 3 nolu tramvayla 24 Mayıs meydanında inilerek ya da yeşil hat metroyla Porta Genova’da inilerek ulaşılabilir. Zamanı uygun olanlara Milano’da görebilecekleri en sıcak ve samimi bu bölgeyi hem gündüz hem de gece görmelerini tavsiye ederim.
2. gün
Pazar olduğu için günü Milanoluların hafta sonunu geçirmek için tercih ettikleri yer olan Como’ya giderek değerlendirdik. Cadorna tren istasyonundan bindiğimiz trenle 1 saat içinde Como Nord Lago istasyonuna ulaştık. (Bilet fiyatı gidiş-dönüş €5.60.) İstasyondan çıkar çıkmaz yeşil tepeciklerle çevrilmiş gölün manzarasıyla karşılaştık. Sahilden içeriye doğru ilerleyip meydanları çevreleyen kafelerin arasından geçip daracık sokaklarında kaybolduk. Derken pazar ayininden çıkmış insanların kilise önünde sohbet ettikleri bir meydandaki kafede espresso molası verdik. Sonra tekrar sahile dönüp tepeden Como manzarası seyretmek üzere teleferiğe doğru ilerledik. Bu arada tepeye çıkan teleferik-tramvay diyebileceğimiz bu araca tren istasyonundan çıkınca sağa doğru 1-2 dakika yürüyerek ulaşılıyor. 15 dakikada bir kalkan araçla etrafı seyrederek birkaç dakikada Brunate’ye ulaştık. Manzara seyrinden sonra minik teraslı bir lokantada buraya özgü, bizim taskebabına benzer bir et yemeği ve yanında polenta(mısırunuyla yapılan bir bulamaç), bir kadeh şarap, bir sodadan oluşan bir öğlen yemeği yedik.( Bu iki kişilik yemek €40)
Turistlerin çoğunun tercih ettiği tekne turuna katılmaktansa sokaklarında turlayıp kafelerinde kahve ve dondurma molaları vermeyi tercih ettik.
3. gün
Şehirde müzeler kapalı olduğu için Verona’ya gitmeye karar verdik. Centrale tren istasyonundan Milano-Venedik hattındaki trenle yaptığımız yolculuğumuzda , yol boyunca gelincikler ve üzüm bağları eşlik etti bize. 1,5 saat sonra Verona Porta Nuova istasyonuna ulaştık. (Fiyat tek yön 2.sınıf €11.00).
Gardan aldığımız haritaya bakarak merkeze yürümenin biraz uzun olacağını görüp otobüsle 1-2 dakikada ulaşıyoruz Collesseo’nun olduğu büyük meydana. Oradan da yolun bizi alıp götürmesine izin veriyoruz dar sokaklardan ünlü Juliet’in evine doğru. Romeo ve Juliet’in hikayesi, ilk kez 1524 yılında şair Luigi da Porto tarafından kaleme alınmış. 60 yıl sonra da İngiliz yazar William Shakespeare tiyatro oyununa dönüştürmüş. Ünlü balkon da Shakespeare’in eserinden ilhamla sonradan ilave edilmiş. Bahçesinden baktığınızda evin duvarlarına her dilden mesajlar yazıldığını ve üzerine not yazılmış kağıtlar yapıştırıldığını görüyorsunuz.
Duomo’ya doğru ilerlerken geçtiğimiz sakin sokaklarda ve S.Pietro köprüsü ve şatosu civarında kurtulabildik turist yoğunluğundan. Sardunyaların sarktığı pencereleri, kesmetaş döşeli temiz sokakları, bütünü bozmayan sevimli mimarisiyle ününü hak ettiğine karar verdik Verona’nın.
4. gün
1 Mayıs nedeniyle bir takım yolların kapalı olduğu, bazı toplu taşıma araçlarının gecikmeli çalışacağını öğrendiğimiz için merkezde dolaşmaya karar verdik. Milano’daki en büyük pazarın Ticinese’de Via Papiniano’da salı sabah 08.00-13.00, kurulduğunu öğrenmiştim(Metro: Sant’Agostino). Bir heyecanla ulaştığımızda gördük ki Çin malları bu tekstil devi şehri de istila etmiş. Tekrar Navigli’ye gidiyoruz ve kanal kenarındaki sevimli kafede uzunca bir mola veriyoruz. 24 Mayıs meydanında yerleşmiş tırlardan yapılan müzik yayınları, meydanı doldurmaya başlayan çoğu gençlerin oluşturduğu kalabalığı ve asayişi korumak için yerlerini almış polisleri geride bırakarak Duomo’ya doğru ilerliyoruz. Ve sonra Milano’yu şehrin sahiplerine ve de San Siro stadyumunda bir gün sonra oynanacak Milan-Liverpol maçı için gelen gürültücü İngilizlere bırakarak ayrılıyoruz..