Akra’daki Afrika

Akra’ya geldiğim ilk günü hatırlıyorum. Gece inmiştim. Aydınlatılmamış sokaklarda fi tarihinden kalmış bir taksi içinde havaalanında yaşadığım koasun etkisiyle biraz ürkmüş bir halde kalacağım evi hayal etmeye çalışıyordum. Birlesmiş Milletler’de çalışan kız arkadaşımı ziyarete gelmiştim. Evi görünce burada geçireceğim iki haftanın bende kalıcı etki bırakacağını anlamıştım. Kız arkadaşım uç arkadaşıyla büyük bir bahce içerisinde 4 odalı bir evde yaşıyorlardı. Evde sürekli yaşayan bekçi ve hizmetliler vardı. Munih te “young professional” hayatının olmazsa olmazlarında olan 30 metrekarelik stüdyo dairemden, kendi başıma yaşamanın getiridiği diğer standarlardan sonra Akra’daki bu ev beni bayağı etkilemişti. Evin bahçesi guava, mango ve adını o zamana kadar

Akra’ya geldiğim ilk günü hatırlıyorum. Gece inmiştim. Aydınlatılmamış sokaklarda fi tarihinden kalmış bir taksi içinde havaalanında yaşadığım koasun etkisiyle biraz ürkmüş bir halde kalacağım evi hayal etmeye çalışıyordum.

Birlesmiş Milletler’de çalışan kız arkadaşımı ziyarete gelmiştim. Evi görünce burada geçireceğim iki haftanın bende kalıcı etki bırakacağını anlamıştım. Kız arkadaşım uç arkadaşıyla büyük bir bahce içerisinde 4 odalı bir evde yaşıyorlardı.

Evde sürekli yaşayan bekçi ve hizmetliler vardı. Munih te “young professional” hayatının olmazsa olmazlarında olan 30 metrekarelik stüdyo dairemden, kendi başıma yaşamanın getiridiği diğer standarlardan sonra Akra’daki bu ev beni bayağı etkilemişti. Evin bahçesi guava, mango ve adını o zamana kadar bilmediğim bir sürü meyve ağacının gölgesinde sanki gizli bir bahçe gibi evin ihtişamını arttırıyordu.

Bu ilk izlenimlerimden hatırladığım başka birşey ise bir türlü kurtulamadığınız o yapışkan sıcak. Ucağın kapısı açıldığında yüzüme tokat gibi inen o sıcağa bugün bu kadar alişabileeğimi bana söyleseler asla inanmazdım.

Sabah olur olmaz kendimi dışarı attım. Toprağın rengi çok ilginç gelmişti. Toprak sanki her taraf usta bir ressam tarafında kuru pastelle boyanmış gibi kırmızıydı. Buna gözümün alışması uzun sürdü. Bende kalan ilk izlenimler kafalarında her türlü eşyayı taşıyabilen rengarenk kumaşlardan geleneksel elbiselerinin içindeki kadınlar, yol kenarlarında her biri diğerinden farklı baraklar ve bu barakaların önünde ne insanı bunaltan sıcağa, ne de onaları bu yoksulluğa mahkum eden dünyayı umursamaz şekilde oynayan çocuklar. Guzel gölzlu çocuklar… Bir beyaz gördüğünde öcü görmüş gibi korkan çocuklar.

Akra, Batı Afrika’da Benin Körfezi’nin kıyısında kimine göre 2 milyon, kimine göre 4 milyon insan barındıran şirin bir sehir. Tropik iklimin bütün özelliklerini taşıyor. Şehir muson yağmurlarının etkisiyle kuru mevsimde bile yeşilliğini koruyabiliyor. Aklınıza gelecek her tropik ağac bu şehirde mevcut. Şehir kücük barika evlerle, büyük bahçeli evlerin oluşturduğu, yüksek binaların parmakla sayılacak kadar az olduğu bir şehir. Şehir merkezi ikiye ayrılmış durumda. Bir bölümü Akra Sentral denen bakanlıkların ve büyük şirketlerin genel merkezlerini bulunduğu bölüm. Bu bölümde en dikkat çeken şeyse siyah yıldız anıtı ve bağımsızlık meydanı. Şehrin bu büyük binaların bulunduğu bölüm bizim kafamızda şehir konseptine uygun olabilecek tek bölümü.

Gana, Afrika’da İngiliz sömürgeciliğinden bağımsızlığını kazanmış ilk ülke. Tabi buranında böyle bir şeyi başaracak bir Atatürk’ü mevcut. Nrkumah hem bağımsız Gana’nın kurucusu hem de Pan Afrikan hareketinin öncülerinden. 1950’nin bu özgürlükçü militanının hayatıda başka bir yazıya konu olabilecek kadar ilginç. Şehrin bu bölümünde dikkat çeken iki şey daha var.

Birincisi Old Town denilen bölüm. Burası İngilizlerin bıraktığı kolonel tipi evlerin bulunduğu, sizi sanki 100 yıl öncesine götüren mistik bir havası içerisinde günümüze kadar ayakta kalabilmiş bir “acık müze”.

Ülke bağımsızlığını kazandığından beri bu evler sürgün hayatı yaşıyorlar sanki. O kadar zaman geçmesine rağmen tek bir çivi çakılmamış bu evlere. Bu eski evlerin arasında mantar gibi çıkan barakalar geçmişle bugün arasında insanı düşündüren bir tezat oluşturuyor.

Old Town’da kurulan balık pazarını görmemek Akra’yı görmemekle eşdeğer. Tezgahların üstünde birbirinden ilginç okyanus balıkları, kalamar, yengeç ve büyüklü küçüklü istakozların kokusu bütün pazarı içine alıyor. Gana’da, özellille pazarlara kadınlar satış yapıyor. Erkekler satılacak malın bulunması için ya denizde, atölyelerde ya da tarlalarda çalışıyorlar. Kadınlar bütün ihtişamlarıyla tezgah arkasında hem mal satıp hem bağıra bağıra sohbet ediyorlar. Balık pazarından 5 dakika uzaklıkta ise sanat pazarı denen bölümde Afrika’ya özgü darbukalar, maskeler, oyma heykelcikler ve daha aklınıza gelecek Afrika hatırası hediylik eşya standları Afrika’ya gittiklerini kanıtlamaya çalışan turistleri cezbediyor. Her iki pazarında tek kuralı sıkı pazarlık.

Diğer görülmesi gereken yer de Rosenbog Kalesi. Gana İngiliz sömürgeciliğinden önce bulunduğu konum ve özellikle zengin altın madenlerini barındırdığı için Portekizliler, Danimarkalilar ve İngilizlerin hüküm sürmek icin yuzyıllar boyu savaşlarına sahne olmuş. Danimarkalılar zamanında yapılan Rosenborg Kalesi şu an Başkanlık Sarayı olarak hizmet veriyor. Kale Akra’da tarihten bugüne kalan en ihtişamlı bina.

Akra’dan bahsederken Makola Pazarı’ndan bahsetmek olmaz. Burası şehrin bu bölümünde yüksek binaların arasında kurulmuş, her ne ararsanız bulabileceğiniz bu pazar, Gana’nın geleneksel alışveriş kültürünün aynası. Burası tam bir insan mahşeri. Hava sıcaklığının sürekli 30-32 derece olduğu bu şehirde Makola insanın kendini işkence edebileceği yegane yer. Makola’yı ya seversiniz ya nefret edresiniz. Ben sevenlerdenim. Birbirinden ilginç Afrika desenli kumaşların satıldığı, sokakların, binaların, açıkcası açık olan her yerde bir tezgahın olduğu bu pazar, ekonomi okuyan her öğrencinin ‘serbest piyasa ekonomisini’ en mikro düzeyde etüt edebileceği yerlerden birisi. Her tezgahta mandaldan terliğe, Çin malı plastik eşyalalardan süs eşyalarına, tabak çanaktan cinsel gücü arttırıcı kremlere kadar herşeyi bulunduryor. Makolayı ilnginç kılan başka birşey ise her işyerlerini tabelaları. Ganalılar yaşadıkları bu yoksulluktan tanrıya sığınmışlar ve tanrının gücü onların hayatının en önemli parçası olmuş. Bu tabelalara da yansıyor. “By God’s glory supermarket” Jesus Barbershop, By His Grace Chop (food) Bar, bu ilginç tabelaların en sade örnekleri.

Diğer şehir merkezi ise Osu. Osu’nun en önemli yeri ise Oxford caddesi. Oxford caddesi restorantların ve barların bulunduğu bana Ankara’daki Tunalı Hilmi Caddesini hatırlatan bölümü. Bu sokakta tek veya cift katlı binaların küçük işyerleri haline getirilmiş. Bu binaların önündeki küçük tezgahlarda satılan kızarmış plantain (yeşil muz),  kurutulmuş balık, taze ananas, mango ve papaya kokularının arasında kendine bir kimlik bulmuş.

Osu’da iki farklı sosyal çevre var. Birincisi siyahların yaşadığı, diğeri ise beyazların ve zengin siyahlarin yaşadığı hayat. Beyazlar sayısı az olan bar ve kafelerde klimali ortamda kendi ülkelerindeki hayat tarzlarını devam ettirmeye çalşırken siyahlar ise sokak kenarlarınadaki chop barlarda High Life müzikle eğleniyorlar. Bu birbirinde çok farklı iki sosyal ortam birbirini rahatsız etmeden devam ediyor. İlginctir Akra’daki yabancı restorant sayısı Ankara’daki yabanci restorant sayısından fazla. Hemen hemen Osu’nun her köşesinde Çin, İtalyan, Hint, Fransiz, Lübnan veya “Continental” yemekler yapan yabancı restorantlara rastlamak mümkün. Bu da Akra’daki “expatriate” sayısının fazla olduğunun göstergesi. Ganalılar yabanci mutfaga fazla ragbet etmiyorlar. Kasava denilen patates cinsi sebzeden ve plantainin dovulerek hamur hale getirmis hali olan ve genelde corbayla yenilen Fufu, mayalanmis misirdan yapilan balikla veya keci etiyle yenilen Kenki ve Banku onlarin favorisi.  Fufu ve tavuklu yer fistigi corbasi benimde favorlerim arasinda.

Hem Osu hem Akra Sentral okyanus kıyısı boyunca uzanır. Fakat Akra kıyıları Akra’nın çöplüğü haline gelmiş. Evler denizden ne kadar uzak olursa değeri o kadar daha artıyor. Hakikaten Akra’da deniz girmek mümkün değil. Şehrin bütün kanalizasyonu deniz akıyor ve bunun herhangi bir önlem alınmamış. Denizin rengi yemyeşil ve bu yüzden bu deniz kıyısındaki sehirde ben denizi yok sayıyorum. Denize olan özlememimizi şehirden uzak plajlarda olan hotellerin plajlarinda yada Akra’daki havuzlu otellerde gideriyoruz.

İki yıl önce tatil icin geldiğim bu şehirde kalıcı oldum. Artık işim evim burası. Dönüp baktığım zaman doğru mu yanlış mı karar verdim diye düşünecek olursam kesinlikle doğru karar verdiğime inanıyorum. Ben burayı seviyorum.

Onur OĞUZHAN

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Önceki Yazı

İkinci Dünya Savaşı Müzesi

Sonraki Yazı

Resimli Dünya’da Venedik’te

OKUMA ÖNERİSİ