14 Nisan sabahı Granada’dan ayrıldık. Bugün önümüzde uzun bir yolculuk vardı. Önce Malaga’ya gidip buradan İspanya’nın Akdeniz kıyılarını keşfedecek, Marbella’ya uğradıktan sonra Ronda’ya gidip geceyi orada geçirecektik.
Malaga’ya vardığımızda saat 13:00 olmuştu. İspanya yolculuğumuzda ilk kez denizi gördük. İspanyolların Costa del Sol dedikleri Akdeniz sahillerindeydik. Kent merkezinde arabayı yine bir otoparka bırakıp yürüyerek Malaga’nın dar sokaklarını keşfetmeye koyulduk. Trafiğe kapalı bir cadde boyunca yürüdükten sonra ara sokaklarda kaybolduk. Malaga’ya özel hamurların kızartıldığı bir fırından adının ne olduğunu bilmediğimiz tatlı yiyecekler ve kahvelerimizle öğle yemeğini geçiştirdikten sonra kentin tarihi yapılarını ziyaret ettik. Kentteki kalan süremizi sahilde değerlendirdik. Liman boyunca yürüdük. Burundaki fenere gidip geri döndük. Uzaktan kent manzarasının en güzel göründüğü bir yürüyüş yoluydu burası. Sezon henüz başlamadığından kalabalık da yoktu. Yaklaşık 3 saatlik moladan sonra Marbella’ya doğru hareket ettik.
Costa del Sol’un bu en parlak kentine Malaga’da olduğu gibi yeşili bol, ağaçlı bir yoldan girdik. Sahilden önce kentin Casco Antiguo adını verdikleri tarihi merkezine daldık. Birbirinden güzel mağazaların ve evlerin bulunduğu sevimli sokaklarda yürüdük. Yiyecek birşeyler bulmak için harcadığımız çabalar sonuç vermedi. Restorant ve cafeler siesta tatiline girmişti. Hepsi dükkanlarının kepenklerini kapatmaya başlamıştı. Saat 19:00’a kadar ne müşteri ne de para istiyorlardı. Tek amaçları birkaç saatlik uykuydu.
Marbella’nın sahili hayallerimizde canlandırdığımız gibi değildi. Marmaris benzeri birbirinden çirkin ve uyumsuz binalar adeta sevimsizlik yarışmasına katılmış gibiydi. Kentin tarihi sokaklarının tersine birbirinden uyumsuz binalar arasında yeşili görmek mümkün değildi. Ünlü deniz feneri bile apartmanlar arasında kaybolmuştu. Turistik cafelerde oturan birkaç turist dışında caddeler bomboştu.
Marbella’da birkaç saat harcadık ama buraya uğramasak da olurmuş diye de düşünmeden edemedik. Yola çıktığımızda saat 17:00’ye yaklaşıyordu. Hedefimizde Ronda vardı.
FOTOĞRAFLAR: MALAGA – MARBELLA
Ronda
Ronda aslında Costa del Sol hattının dışında kalan bir kasabaydı. Gezimizi planlarken İspanyol arkadaşlarımızın ısrarla görmemizi istediği bir yerdi. Yol virajlı ve tek şeritliydi. Önümüzdeki bir yolcu otobüsünün gölgesinde sollama yapmadan bu keskin virajları yavaşça aştıktan sonra oldukça yüksek bir yerde bulunan Ronda’ya ulaştık.
El Tajo kanyonunun ikiye böldüğü Ronda gerek coğrafi gerek mimari yapısıyla gerçekten de görülmeye değer bir yer. Uzun virajlı yolun verdiği yorgunluğumuzu kendimizi kentin dar sokaklarına attığımızda unutuverdik. Ronda’nın en belirgin yapısı El Tajo kanyonundaki Puento Nuevo köprüsü. Ancak biz bu köprüyü daha sonraki saatlere bırakıp İspanya’nın en eski Boğa Güreşi arenası olan Plaza de Toros’u gezmeye karar verdik. Birkaç saat içinde kapanacaktı ve burayı tekrar görme imkanımız olmayabilirdi. Bugünlerde müziksel etkinliklere de evsahipliği yapan arenanın yapılış amacı Boğa güreşleri. Tribünlerin altındaki müzede binanın tarihi hakkında detaylı bilgilere ulaşmak mümkün. Ayrıca ek binalarda boğaların karşılaşma öncesi son hazırlıklarının yapıldığı ahırları da görmek mümkün. 1784 yılında inşa edilen yapıda İspanya’nın efsanevi boğa güreşçisi Pedro Romero’nun adıyla sık sık karşılaştık.
Arenadan çıkıp köprüye ilerlerken Parador de Ronda oteliyle karşılaştık. Kanyonun hemen ucunda bulunan bu otel bir zamanlar belediye binası olarak kullanılıyormuş. Ernest Hemingway ve Orson Wells’in de kaldığı bu kasaba İspanya’nın en kara günlerine de tanık olmuş. İç savaş sırasında çok sayıda kişi görüşleri nedeniyle bu binanın önünden uçuruma atılıyormuş.
1793 yılında inşa edilen Puento Nuevo köprüsü Ronda’nın görünmeye değer en önemli yapısı. Kasabanın her iki bölgesi de buradan izlenebiliyor. Özellikle günbatımı saatleri buradan manzara izlemek için ideal. Ayrıca uçurum kenarında kurulan birkaç restorantın da şahane köprü manzarası tercih edilebilir.
Ronda’nın eski şehir bölümünde yer alan Santa Maria la Mayor ve Palacio de Mondragon gibi mahalleler de görülmeye değer.
Ronda’nın Arap ve Hıristiyan nufusunun birlikte yaşadığı sokaklarındaki turumuzu tamamladıktan sonra sırada akşam yemeğini yiyeceğimiz yeri bulmak vardı. Bu gece kalacağımız otel görevlisi ve birkaç önerinin kesiştiği yerin adı Pedro Romero… Az önce bahsettiğimiz İspanya’nın efsanevi boğa güreşçisi Pedro Romero… Boğa güreşlerinin yapıldığı arenanın tam karşısında yer alan bu restorantın tüm duvarları Pedro Romero fotoğraflarıyla süslü. Et konusunda uzman bir mekan. Huzurlu ve romantik bir ortamda yenen lezzetli akşam yemeğinden sonra kısa bir Ronda turu daha yapıp otele döndük.