Serra GÜRÇAY -Eğer terör, ekonomi … kısacası dünyanın son halinden sıkıldıysanız, kaçacak bir delik arıyor ve kimsenin sizi bulmasını istemiyorsanız….Biraz para biriktirdiyseniz….Ve en önemlisi cep telefonunuzdan bir süre ayrı kalmayı göze alıyor, doğaya “laf olsun” diye değil gerçek anlamda tutkunsanız, Afrika’nın en bakir ama bir o kadar da zengin ülkesi Botswana’ya ayak basma zamanı gelmiş demektir…
Başarıya giden yol….
Botswana (Eski ismiyle Bechuanaland) çoğu Afrika ülkesi gibi sömürgecilikten nasibini almış ve 1885’den 1966 senesine kadar, Güney Afrikada ki İngiliz Cape kolonisi tarafından idare edilmiş. O zamana kadar dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Botswana’yı, Güney Afrika’da ki bağımsızlık rüzgarları etkilemiş ve 1966’da bağımsızlığını ilan etmiş. Bu dönemden sonra ülkenin birden bire şansı açılmış ve bağımsızlıktan birkaç sene sonra Kalahari çölünde bulunan elmas madenleri ülkenin kara yazgısını değiştirmiş. Bu ülke son senelerde Afrika’nın en zengin ve iyi yönetilen ülkeleri arasına ismini yazdırmış. Bu başarıda hükümetin ileri görüşlü ve demokratik anlayışı büyük rol oynuyor.
Başbakan Ian Khama’nın her ne pahasına olursa olsun doğal yaşamı koruma anlayışı diğer Afrika ülkelerine örnek olmuş. Seretse Khama askeriyenin başına geçer geçmez yaptığı ilk iş, tüm askeri birlikleri sınırlara yollayıp yasa dışı avlanmayı ve hayvan kaçakçılığını önlemek olmuş. Bu girişim sonucu sınırlar içinde bulunan hayvan sayısı gözle görülür şekilde artmış ve Botswana Afrika’nın en zengin vahşi hayvan rezervlerinden birine sahip olmuş. Buna bağlı olarak ülkenin %40’ında yerleşim alanı yok, bu topraklar tamamen hayvan ve doğal hayata ayrılmış. Hükümet bu bölgelerde yerli halkın istihdam edilmesini şart koyarak işsizliğe de çare bulmuş. Botswana’lıların %45’i doğal hayat ve turizmden hayatlarını kazanıyor.
Az Turist, kaliteli turist
Hükümetin aldığı bir başka yerinde karar da ülkeyi kitle turizminden çok lüks turizme yöneltmesi… Çok turist yerine az ve öz turist gelsin anlayışı benimsenmiş, bu yüzden Botswana kıtanın en pahalı ülkeleri arasında yer alıyor. Aslında bunun bir başka nedeni de ülkenin üçte birini kaplayan Kalahari çölüne ve Okavango nehrinin deltasında ki binlerce küçük lagün, ada ve vahaya minik uçakların dışında ulaşım olanağının olmaması. Kışın büyük kısmı sular altında kalan bu bölgede sabit yerleşim alanları olmadığı için en basit ihtiyaç bile birkaç saatlik uçak mesafesinden geliyor.
Kısacası, bu ülkedeki doğal harikaları görmek ve dünyadan tamamen kopmak için kesenin biraz ağzını açmak ve sizi yalnız bırakmayan her tür hayvanla dost olmaya çalışmak gerekiyor.
Tropikal iklimin çöl iklimini kucakladığı nokta
Angola’da doğan Okavango nehri her sene Afrika’nın dağlık ve sulak bölgelerinden toplanan yağmur sularını da bünyesine katıp 1000 km kadar güneye akarak Kalahari çölüne karışıyor. Geçtiği tüm toprakları yeşile boyayan ve bölgedeki tüm kuş ve vahşi hayvan sürülerine hayat veren nehrin deltası, kışın yüz binlerce minik tropikal adaya ev sahipliği yapıyor. Yazın ise Afrika’nın kızgın güneşinin kuruttuğu sulak bölge, yerini kızgın kum nehrine bırakıyor, küçük adacıklar çölün ortasında konuşlanmış minik vahalara dönüşüyor. Okavango deltası çöl iklimi ve tropikal iklimin birbirini kucakladığı olağanüstü bir coğrafyaya sahip.
Nilüferlerin -ve suaygırlarının- arasında süzülerek…
Yerli halkın ulaşım aracı olarak kullandıkları “mokoro”, Okavango deltasını gezip görmenin en iyi yöntemi… Venedik’teki gondolaları anımsatan, en fazla iki kişiyi alan küçük kanolar eski zamanlarda bölgede sıkça rastlanan “sosis ağacından” yapılıyormuş. Zaman geçtikçe mokoroların ömrünü uzatmak için sosis ağacı yerini cam elyafına bırakmış. Sığ sularda ilerlemek ve suyun altında uyuklayan suaygırlarını, timsahları rahatsız etmeden süzülerek gün batımını seyretmek hayatta yaşanacak ender ayrıcalıklardan biri… Kürekle çekilen ve eni bir kalça boyunu aşmayan mokoroların bir diğer özelliği de (görüntüsü aldatmasın !) dengesinin kolay kolay bozulmaması. Bu ulaşım aracının çok dar olması nehrin üzerinde adeta bir “jangılı” anımsatan su bitkilerine zarar vermeden süzülüp gidebilmeyi sağlıyor. Suaygırlarının iri gövdeleri ile açtıkları ve yerli halkın “suaygırı otobanı” diye adlandırdığı su yüzeyindeki bitkilerden arındırılmış geniş yollar, zaman zaman tehlikeli olan bu iri kıyım hayvanların nerede saklandığının da bir göstergesi… Bu arada tüm dünyada en fazla insanın ölümüne sebep veren vahşi hayvanın, düşünüldüğünün aksine aslan, panter gibi “yırtıcılar” değil, “su aygırları” olduğunu belirtmeden geçmeyelim; bir su aygırı ile 10 metreden daha “yakın” bir ilişkiye girerseniz iki taraftan birinin ölmesi gerektiği rivayet ediliyor…
Cennetin kuralları
Okavango deltasına gitmeden önce, bu bölgenin kendine has özelliklerini bilmekte yarar var. Bölgede sınırlı sayıda kamp olduğundan ve çoğu kampın ortalama 10 – 15 odası bulunduğundan rezervasyonları epey önceden yapmakta yarar var.
Bu bölgedeki minik adalarda hiçbir şekilde telefon bağlantısı yok. Cep telefonları kapsama alanı dışında… Dolayısıyla internet bağlantısı, radyo ve televizyondan bir süre için feragat etmeniz gerekiyor. Tatil sırasında size veya sizin birilerine ulaşmanız mümkün değil.
Eğer “hayvanları severim ama uzaktan” diyenlerdenseniz bu tatil sizin için biraz fazla “yakın” gelebilir. Odanıza maymunlar, sincaplar ve diğer kanatlı dostların ziyareti sizi biraz sıkabilir.
Okavango deltasına ikişer kişilik oyuncağı andıran uçaklarla gitmek ve hayvanları kuş bakışı izlemek çoğu kişi için heyecan verici olacağı gibi bazıları için klostrofobik gelebilir.
Bu coğrafyadaki çoğu kamp 12 yaşından küçük çocuk almıyor. Bu bölge malarya bölgesi olduğundan, gitmeden önce malarya tabletlerine başlamak gerekiyor.
Tüm bu kuralları bildikten sonra size düşen…. kendinizi Afrika’nın kucağına atıp doğanın sessizliğine karışan bin bir çeşit kuş ve hayvan sesini dinleyerek ruhunuzu dinlendirmek…
Botswanayı ilk olarak The Gods Must be Crazy (Tanrılar çıldırmış olmalı) filminde duymuştum. O filmde bushmenleri gördüm ve çok etkilendim yaşamlarını araştırdım. Araştırmalarıma göre bushmenler dünyanın en mutlu insanlarıymış, hapis, suç vb kelimeler dillerinde bile yokmuş. Çocuklarına asla kızmazlarmış. Kötülük, ihanet, kavga vb. olaylardan haberleri yokmuş. Tabi bunlar 1980 ve 90 ların bushmenleri. Şimdi sanmıyorum böyle kabileler olsun, olsa da belgesel ve doğa meraklıları onları kendi yaşamlarından uzaklaştırmıştır bile. Ben bu adamların yaşam tarzlarına hayran kaldım ve Botswana’yı da burdan esinlenerek araştırdım. Gerçekten oraya gitmeyi çok isterim ama sanmıyorum artık eskisi gibi olsun.