5 ayrı şehir, 5 ayrı hikaye: Seyyare

Daha başta “Dokuz sekizlik sevdaların sahibi ben; isimleri Meriç ve Tuna olan deniz gözlü çocukların diyarından, kömür gözlü Dicle ve Fırat’ların memleketine gidiyorum…” demiş yazar. Anlamışsınızdır bu harika cümlenin meramını. Edebiyat, özellikle de gezi yazılarında uzun uzun tasvir yapmayı bırakalı çok oldu. Kelimelerden alınmış görev, fotoğraf ve videolara verilmiş. Peki gezi yazıları okunmayacak mı? Bu eser okuttu kendini. Ne yoktu ki içinde? Bir kere şiir vardı. “Ahmet Arif’in sadece bir tane şiir kitabı var. ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ Bir tek incecik şiir kitabı bir koca evrene bedel. Zaman kadar sonsuz anlamları barındırır içinde. Kara saplı bir hançer gibidir her mısrası, yüreklere

Daha başta “Dokuz sekizlik sevdaların sahibi ben; isimleri Meriç ve Tuna olan deniz gözlü çocukların diyarından, kömür gözlü Dicle ve Fırat’ların memleketine gidiyorum…” demiş yazar. Anlamışsınızdır bu harika cümlenin meramını.

Edebiyat, özellikle de gezi yazılarında uzun uzun tasvir yapmayı bırakalı çok oldu. Kelimelerden alınmış görev, fotoğraf ve videolara verilmiş. Peki gezi yazıları okunmayacak mı?

Bu eser okuttu kendini. Ne yoktu ki içinde? Bir kere şiir vardı. “Ahmet Arif’in sadece bir tane şiir kitabı var. ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ Bir tek incecik şiir kitabı bir koca evrene bedel. Zaman kadar sonsuz anlamları barındırır içinde. Kara saplı bir hançer gibidir her mısrası, yüreklere saplanır okudukça, kan revana döndürür ruhları…”
Türküler, onların verdiği duygular vardı.
“Buralarda Yar Seven, Ölmezse Verem Olur”
Ve insan,
“Tam karşıda bir tezgah, bir sürü ünlü kişinin resimleri. Resimlere dikkat edince yelpazenin oldukça geniş olması bizi güldürüyor. En solda Che, hemen altında Apo, onun yanında Ecevit. Üstte Atatürk, solunda Hz. Ali, sağında Ahmet Kaya, altında Yılmaz Güney. Yılmaz Güney’in altında ise Fethullah Gülen…”

Diyarlar vardı.
Hasankeyf’ten Peyruze. Hasankeyfli Peyruze’yi hem yazar hem Ömer anlatıyor. Ben okudukça pürdikkat kesiliyorum.

Hiç duymadığımız özellikleri bu diyarların, “Ömer diyor ki, on bin yıllık bir yapıdır Peyruze’nin evi. Rakamları, yılları, tarihi ve matematiği karıştırmadım; arkeologların araştırmaları söylüyor bunu. Onların hesaplamalarına göre ne milat, ne peygamberler, ne mitoloji, ne edebiyat, ne felsefe vardı Peyruze’nin evi oraya kurulduğunda… Sümer uygarlığı yoktu, Mısır ve Firavunlar, Musa ve Seti yoktu henüz… Ne Işığın Oğlu Ramses ne Bulutları Devşiren Zeus… Apollon Athena, Artemis, Ares ya da diğerleri yoktu. Denizlerin ve dağların efsanesi yazılmamıştı. Yazı yoktu, Sümer tabletleri icat olunmamıştı daha, Homeros yoktu, Troya’daki savaş meydanına akın etmemişti savaş tanrıları; Yunan uygarlığı ve Sokrates yoktu. Sofistler kalem bile almamışlardı ellerine…“

Elbette diyorum, burası Anadolu.

Gezi tempolu sürüyor. Amed’de güller, Dengbej Evi, Demirci Kawa. Sonra, Uy Aman Aman, Burası Adıyaman, Kommagene, Nemrut’un Türküsü.

“Efsaneler şehri Urfa, peygamberlerin mistik şehri, Balıklı Göl ve Hz. İbrahim efsanesi, Urfa’nın mağaraları, sıra gecesi ve gençleri, Harran’da buluşma”

Ayağımızda kundura, düştük Urfa’da yollara.

Tempo hiç düşmüyor. Mardin Kapı şen olur, turnam gidersen Mardin’e ve Şahmeran efsanesi…

Ve aslında ta başında, “Hasan Paşa Hanı cok kalabalık.” diyor yazar “Avluda atların nal seslerini, kesik kesik solumalarını duyuyorum. Uzun yoldan geldikleri belli, yorgunlar ve açlar. İri yarı adamlar bağrışıyorlar. Konuştuklarını anlamaya çalışıyorum ama nafile. Atlılardan birisi kafasını kaldırıp benden tarafa bakıyor. Benim tarafımdan gözetlendiğini hissetti kesin, korkarak geri çekiliyorum. Ama simsiyah gözleri gözlerimde takılı kalıyor…”

Bir an için sürükleyici bir romanın içindeymişim gibi hissediyorum. Ne çok severim romanı! Bu ne? İçim gülümsüyor. Kelimeleri karşılayan gözlerime bahar, yüreğime hazan çöküyor. Başımdaki zonklama artıyor. Meto, diyorum usulca, bu kitaba aşk bulaşmış. Anlatıcı sesin bir kadın olduğu iyice belirginleşiyor. Yumuşak ve tedirgin ses devam ediyor.

Ve artık yazı boyunca Mervan da var bize eşlik eden. Kah düşünde kah rüyasında kah hayallerinde yazarın. Onun sevdalı hali biz okurlara da nüfuz ediyor.

“Bu Antep’in taşına bak, gözlerimin yaşına bak.” Anlatıcı hissettiriyor kendisini “göz pınarlarıma dolan ama akamayan yaşlarla açıyorum tekrar gözlerimi, Mervan uzaklaşıyor sessizce” diyor.

Bir film müziğinin güzelliği, futajlara yayılışı ve volümlerin mükemmelliğidir. Bir gezi yazısı ancak bu kadar yayılabilirdi bir okurun futajlarına. Olur da rastlarsanız, tavsiyemizdir.

Metin Tran

1001kitap.com

 

Seyyare – Belma Balcı

Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Başka Şehirler - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ
Sevgili İstanbul - Remzi Gökdağ